Binlerce yıldır kim olduğumuzu bilmek, hissetmek; bildirmek ve hissettirmek için hikâyeler anlatıyoruz. Bu hikâyeler çok eskiden destan, masal gibi formlarla inşa edilirken şimdi roman ve öykü gibi formlarda muhatabına ulaşıyor. Anlatma ihtiyacı devam eder, formlar değişir ve hatta ölüp yerlerini başka formlara terk ederler. Ancak bu başka bir yazının konusu. İki ayrı anlatı formunun niteliklerinden yararlanmaya çalışacağım bu yazı için. Ele alacağım kitap, bunu mümkün hatta gerekli kılıyor zira.
Uzak Bir Masal, İrem Uzunhasanoğlu’nun dördüncü romanı. Roman bugünün, yaşadığımız zamanın bir anlatı türü. Dolayısıyla yaşadığımız zamanın ruhu da ruhsuzluğu da romanlarda yankılanıyor. Masal ise eski zamanların bir anlatı türü. Yine de bu masalı köhne bir tür kılmaz. Masallar insan olmanın en temel özelliklerine dair sahici ipuçları sunmaya devam ediyor. Her sahih masal, yeniden okunmaya/anlamlandırmaya ve yeniden anlatmaya/yazılmaya imkân tanır.
Hâlâ masallardan öğrenebileceğimiz pek çok ders var. Romanın isminde geçen “masal” kelimesi, romanı fiyakalı göstermek için tercih edilmiş artistik bir oyun değil. Bizatihi romanı mümkün kılan çatışmanın ana damarına işaret eden bir isimlendirme. Evet, “Uzak Bir Masal”da masalsı bir anlatım, fantastik unsurlar yok. Daha çok her insanın “kimim ben?” sorusuna verdiği yanıtla ilgili bir “masal” söz konusu.
“Masal”, kim olduğunuz bilgisini edindiğiniz ve başkalarına aktarabildiğiniz edebi bir türlerden biri. İsmet Özel, “Waldo Sen Neden Burada Değilsin?” adlı otobiyografik anlatısında, kitabı yazma gerekçesini anlattığı satırlarda “Masalların en kötüsü de kendimiz hakkındaki masaldır. Herkes kendi masalını yıkmalıdır.” der. İrem Uzunhasanoğlu ise Uzak Bir Masal'da otobiyografik bir metne değil romana imza atıyor. Ancak bu yıkılan bir masalla karşılaşmayacağımız anlamına gelmemeli.
Romanın kahramanı Neylan’ın narsist Levent’e duyduğu aşk, masalların en tehlikelisi değil mi? Tek taraflı ve bir tarafın egosunun diğerinin kişiliğini ezdiği bir aşk. İnsanın inandığı masalın kendisini mahveden bir zehre dönüşmesinden daha zorlu bir şey varsa o da o zehirden arınmaya çalışmasıdır herhalde. Neyran, uzun bir yolculuğa çıkmayı tercih ediyor bu noktada. O, uzağa gitmeyi tercih ediyor ama bilmediği bir şey daha var. Gittiği yerin kendisine düşündüğü kadar yabancı olmaması. Nitekim romandaki tek yakın tehlikeli masal, bu aşk değil. Hatta en yakın masal bile o değil. Geçmiş perde perde açıldıkça o aşktan başka bir masalın daha olduğunu öğreniyoruz. Ancak gelin o masalı da kitabın müstakbel okurlarına bir sürpriz olarak bırakalım.
Öncelikle şunu belirtmem lazım. Uzunhasanoğlu, bir sabah aniden uyanıp masalların anlamını düşünmeye başlamış bir yazar değil. Masal, evvelden beri onun anlamaya, imkanlarını yoklamaya çalıştığı bir tür. Masallar, onun gündeminde olmuş ve ilham kaynağı olarak masalları/masalların kendi metnine açtığı alanları kullanmış. Bir önceki romanı Evvel Bahar çerçevesinde yapılan söyleşide soruda “Evvel Bahar romanınızda 'Masallara olan inanç hiç yitmez, masallar ancak yeniden yazılır,' diyorsunuz. Bu söz adeta romanın kalbini oluşturuyor.” ifadesi geçiyor. Yazar ise “Ben, Evvel Bahar romanımı kadim bir anlatı üzerine inşa etmedim, sadece dünyanın en başından beri tek bir masal olduğunu ve bizim o masalı kendi karakterlerimizle yeniden yazıp, kendi dekorumuzla yeniden oynadığımızı anlattım. Bin sene önce yazılmış bir kahramanlık hikâyesi de okuduğunuzda elinizde kalan temalar hep aynı. İnsan değişiyor, sahne değişiyor ama masal hep aynı kalıyor.” diyor. Esasen Uzak Bir Masal da benzer bir okumaya/yapısöküme açık bir roman.
Uzak Bir Masal'da iç içe geçmiş bir kaç tehlikeli masalın iç içe geçmesine şahit oluyoruz. Romanı bitirince metinde de atıfta bulunulan “Anlarsa uzağım yakınımdır, anlamazsa yakınım uzağımdır.” sözü zihnimde bir kez daha anlam buldu. Ancak bu kelam-ı kibarda bir incelik daha var. Uzak Bir Masal'ı okuyunca fark ettim bu inceliği. Bu sözdeki “anlarsa” başka yakın veya uzak insanlarla sınırlı değil. İnsan kendisini anladığı, nefsini bilmediği ölçüde kendisinin uzağında kalıyor. Neyran, uzun bir yolculuğa çıkıyor ve görünüşte kendisine çok uzak bir masala şahit oluyor. Roman bundan ibaret kalsaydı, metin basit bir oryantalist turistik-tanıtım broşürüne dönüşebilirdi. Ancak Neyran’ın kendi asıl masalıyla karşılaştığı bu metin için benzer bir cümleyi kurmak mümkün değil. Neyran “yakın” zannetiği masaldan uzaklaşıyor ve “uzak” sandığı başka bir masalda “evini” buluyor. Zanlar üzerinden inşa edilen iki masal bir dizi yüzleşmeden sonra yerini sahici temeller üzerinden inşa edilmiş iki masala bırakıyor. Sırf bu tecrübe için bile Uzak Bir Masal okunmaya değer.
Birbirinden ayrı gibi görünse de birbirlerinden kopartılamaz iki ayrı uyanışı romanlaştırıyor Uzak Bir Masal. İki masal da kişinin kendi hakkındaki “kim olduğu bilgisi” merkeze konarak inşa edilmiş. Bu masal yıkımı aynı zamanda da barışma hikâyesi. Zira iki masal da bir kavgayı, reddetmeyi, inkâr etmeyi gerektiriyor. Uzak Bir Masal tam olarak bu kavgayı çözme masalı. İçinde inkâr barındırmayan, kavgaya yer vermeyen sahici bir masalın doğmasına fırsat vermek için sahici olmayan yalanlardan uzaklaşma amacıyla zahiren hüküm süren masalın yıkılmasının romanını okuyoruz bu romanda. Bu yüzden uyanışın masalı Uzak Bir Masal. Masalları hep uyutmak için kullandığımızı düşünmeyin. Uyku başka zihin âlemine açılan bir kapıdır ve tam bilincin baskısının azalmak üzere olduğu o eşikte anlatılan masallar, fiziksel olarak vesile olduğu uykunun yanı sıra zihinsel uyanışa da imkân sağlayabilir. Bu sebeple masalları yabana atmamalıyız. Neyran’ın roman boyunca sürekli “evini” araması da sahici masalını aramasından başka bir şey değil.
Son bir sözüm de romanın yazarı hakkında. İrem Uzunhasanoğlu, bu romanla rüştünü de ispatladı bence. Kurgu, dil, anlatım olarak emek verilmiş bir metin Uzak Bir Masal. Bundan sonra ondan “genç bir yazar” olarak bahsetmek doğru olmaz. Bir sonraki kitabını merakla bekliyorum.
Suavi Kemal Yazgıç