Felsefenin özellikle Kant sonrası felsefenin ilke ve kavramları bir program halinde Alman idealizmindedir. Dolayısıyla milliyeti ne olursa olsun bu felsefe ile çalışacaklar önce Alman dili ve edebiyatını etraflıca öğrenmek zorundadır. Dünya Savaşlarının ardından bu gelenek, Nazi Almanyası'ndan kaçan Alman edebiyat eleştirmen ve filozoflarınca Türkiye üzerinden Amerika'ya taşındığı gibi, onu iyi bilen ve takip eden Fransız filozofları tarafından da devam ettirilmiştir. Jean Baudrillard da bu geleneği iyi bilen bir Fransız'dır; çünkü önce Alman dili ve edebiyatı görmüş ve Almanca öğretmeni olarak çalışmıştır. Aynı zamanda bu çalışmalarına edebiyat eleştirmenliği ve çevirmenlik de dâhildir.
Modernleşmeyle birlikte piyasaların kapitalist bir tarzda genişlemesine eşlik eden metalaşma süreçleri ve dini inançların zayıflatılmasıyla ortaya çıkan gerilimler karşısında Baudrillard, mevcut olanın da altında ezilmemek için direnç/dayanak noktasını Alman düşüncesinde bulmuştur. Nietzsche'nin Batı düşüncesine getirdiği eleştirileri derinleştirerek insanlığın içine sürüklendiği varoluşsal krizden duyduğu kaygıyı kendine has bir dil ile ifade etmeye çalışmıştır. Bu yolla, tarihin tekdüze ilerleyen rasyonel bir süreç olduğu görüşünü paylaşan Hegelci ve Marksçı geleneklerden de krizi derinleştirdiğini düşündüğü için kopmuştur. 1978-1984 yılları arası sol ile ilgili kaleme aldığı yazılarından oluşan “İlahi Sol” kitabı da bu kaygının bir ürünüdür. Oğuz Adanır'ın titiz çalışması sonucu çevrilen ve Boğaziçi Üniversitesi Yayınları arasında okuyucuya ulaşan “İlahi Sol”, Fransa'da solu çözümlemekten -ve eleştirmekten- ziyade solun Baudrillard'da nasıl algılandığını da gösteren bir metindir.
Kitabında -daha doğrusu 1977 yılında tutmaya başladığı günlüğünde- Baudrillard, bir bahse girerek solun iktidara gel(e)meyeceği iddiasında bulunur. Çünkü solu temsilen Komünist Parti, -gerek yöntem gerek anlayış itibariyle- içinde bulunduğu hipergerçekleşmiş bir simülasyon toplumunu analiz etmekten uzak arkaik bir politik tutum ile yanlış bir strateji gütmekteydi. Bir başka ifadeyle sol, toplumsalı tamamen hatalı bir şekilde değerlendirmekteydi ve vaktiyle yanlış temeller üzerine inşa edilmiş sınıf savaşımı ile sermaye karşıtlığına dayalı politik ilkelerini yeni dönem ile zorla irtibatlandırmaya çalışıyordu. Bu ilkelerden ilki, burjuvazinin feodal düzen karşısında özgürleşmek amacıyla daha önce hiç görülmemiş bir değer düzenini getirmek için başvurduğu sınıf terimidir. Fakat burjuvazinin tekelinde olan sınıf terimine proletaryanın da kendini yadsıması için başvurulduğunda siyaset oyunu baştan kaybedilmiştir. İkincisi ise Marksistlerin sermaye karşıtlığını kullanım değeri üzerinden kurmaları olmuştur. Bu yolla da vahşi bir etik anlayış ile değişim değerini sınır tanımayan bir egemenlik biçimi haline getiren kapitalizme kullanım değeri üzerinden ahlaki bir görünüm kazandırarak sermayeyi sıradanlaştırmıştır. Böylece işlerin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi için ellerinden gelen katkıyı sağlamışlardır.
Solun politik ilkeler konusunda yaşadığı bu kafa karışıklığı da iktidarı gözden kaçırmasına sebebiyet vermekteydi. Daha ilginci ise solu temsilen Komünist Parti'nin bu eski stratejilerdeki ısrarı, onun iktidara gelmek istemiyor olmasıyla alakalıydı. Bir bakıma Komünist Parti varlığını iktidara karşı bu tutumuna borçluydu. İktidar olamadığı her dönem onun yerini sağlamlaştırmasını, uzun vadeli bir kuruma dönüşüp ondan beklenti içine girilmesini sağlamaktaydı. Bu sayede cumhuriyet, tarih ve devrim için ondan istenen yedek parti görevini de yerine getirmekteydi.
Baudrillard'ın iddiasına rağmen Fransa'da sol, Komünist Parti'nin de çökmesinin büyük rol oynaması ile 1981 yılında iktidar oldu. Bunun ardından -çelişkili gibi görünse de- Baudrillard, solun iktidarda kalacağı öngörüsünde bulunmuştur. Çünkü Baudrillard'a göre sol, her ne kadar temsil edebilme sürecini gittiği yere kadar götürmek istese de; kitleler, temsiliyetin sona erdiği, herkesin modaya uyduğu bir simülasyon toplumunda soldan ne bir değişim ne de temsil talep etmektedir. Aksine, bir iktidar modeli haline gelerek kendini değişim ve gelecek simülasyonuna çeviren sosyalizmden sahnelediği bu temsil oyununa tanık olmak istemektedir. Zaten 1980'li yıllarda esnek enformatik, özerkleştirilmiş, birleştirici, katılımcı, en küçük zerreciklerine kadar hünerli, serbest girişimciliğin yenilediği, serüvenci bir toplumsal aydınlanma da sosyalizm kavramını alt üst etmişti. İşlemselliğe bağlı bu yeni toplumsallık da, bir gösteri toplumundan çok buz tutmuş kaskatı bir toplumsal düzene doğru yol almaktaydı. Yalnızca değerlerden hoşlanan, yaşamın tüm alanlarında ahlaki bir duruşa sahip olmak isteyen, tarihe mal olmuş erdemlerin savunuculuğunu yapan sosyalizm ise gösterge ve simülakrlara dayanan çok daha kurnaz ve ahlaksız olduğu söylenebilecek güncel gerçeklik karşısında acınacak bir duruma düşmekte, aciz kalmaktadır. Baudrillard'ın yönelttiği temel itiraz da solun üstlendiği bu ilahi konumdur.
Her ne kadar sola getirdiği eleştiriler hazmedilmese de ve pesimist bir perspektiften nihilizme saplandığı gerekçesi ile kitleleri pasifleştirdiği, eşitlik, adalet ve tahakküm konularında sermayeye karşı direnişi anlamsızlaştırarak doğrudan eleştir(e)mediği şeklinde lanetlense de, Baudrillard ne yapmalı sorusuna yapay cennet düşünün terk edilmesi gerektiği cevabını verir. Gerek sağ siyasette gerek sol siyasette kötülüklere karşı savaşmak için yapay bir şekilde yapılandırılmış cennet ideali, günümüz toplumlarında artık başvurulabilecek bir silah değildir. Dolayısıyla Baudrillard'a göre bugün cennet idealine karşı dövüşmek tek çıkar yoldur.
Dönemin hakim havasının uzağında konumlanan Baudrillard, içinde bulunduğumuz toplumlardaki simülasyon yapılarına işaret ederek kaygılarını bu yolla dile getirmeye çalışmıştır. Bu yapıların sadece Batı dünyasına has gelişmeler olduğu, eğer Baudrillard değerlendirilecekse, ait olduğu toplum içerisinde, bağlı bulunduğu değerler kümesi özelinde bütünlüklü bir şekilde değerlendirilmesi gerektiği söylenebilir. Bu görüş kısmen doğrudur da; ama modernleşmeden nasibimizi aldığımız ölçüde de Baudrillard'ın dikkate alınması gerekmektedir. Sol konusunda ise Türkiye'de üç beş liberal kırıntının ve onların da radikalize edilmesinin dışında sola dair bir şey var mı ki?
Haydar Barış Aybakır
twitter.com/HaydarBrs