İdris Kocabaş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İdris Kocabaş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Aralık 2019 Pazartesi

Bitmez güzelin vasfı, ağaçlar kalem olsa

İdris Kocabaş’ın yüksek lisans tezi olarak hazırladığı son devir Nakşibendî-Hâlidî şeyhlerinden Yahyalılı Hacı Hasan Efendi’nin (1914-1987) hayatını, eserlerini ve tasavvufî görüşlerini ele alan Nur Meşalesi isimli bu eser 2018 yılında Mavi Yayıncılık etiketiyle okuyucuyla buluşmuş. 288 sayfalık kitap iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde Hacı Hasan Efendi’nin hayatı ve eserleri, ikinci bölümde ise tasavvufî görüşleri ele alınıyor. Kitabın hemen başında Hacı Hasan Efendi’nin mahdumu ve halefi Ali Ramazan Dinç Hocaefendi tarafından kaleme alınan takdim mevcut.

Nur Meşalesi, Hacı Hasan Efendi merhum hakkında yapılmış ilk çalışma değil. Muhtemelen son çalışma da olmayacak; ancak bu konuda daha önce kaleme alınmış eserleri de gözden geçirmiş birisi olarak bu eseri çok beğendiğimi itiraf etmeliyim. Eser, daha önce de ifade ettiğim gibi yüksek lisans tezi olarak hazırlandığı için dipnotlarla süslenmiş. Ancak buna rağmen kitabı okurken o bilindik “akademik kasvet”i hissetmedim. Ya da bana öyle geldi. Ayrıca yazarın başta Ali Ramazan Dinç Hocaefendi olmak üzere Hacı Hasan Efendi’nin dizinin dibine çökmüş isimlerle bizzat görüşerek malumat edinmiş olması Nur Meşalesi’ni özel kılmış.

Hacı Hasan Efendinin hayatından kısaca bahsetmek gerekirse; 1914 yılında Kayseri’nin Yahyalı ilçesi, Kavacık Mahallesi’nde dünyaya gelmiş. Babası, Muhammed Es’ad Erbilî Hazretleri’nin hulefâsından Şeyh Mustafa Hulûsî Efendi. Es’ad Erbilî Hazretleri üç kişiye verdiği icâzetnamede “şeyh” tabirini kullanmış. Bunlar; Mahmud Sami Ramazanoğlu, Cide Müftüsü Hüseyin Efendi ve Mustafa Hulûsî Efendi. Hacı Hasan Efendi’nin annesi ise Ayşe Hanım. Annesi hakkında Hacı Hasan Efendi şu bilgileri nakleder: “Annem tecelliyle mazhar bir hanımdı. Hatta son zamanlarında mâneviyatının ağırlığından halsizliği artmıştı. Bazı zamanlar semaya bakıp bayıldığı olurdu. Annemin vefatından sonra, Niğdeli bir zat, babama; “Sizin Ayşe isimli bir hanımınız var mıydı?” diye mektup göndermişti. Babam da; “Evet vardı; ama üçay önce vefat etti. Neden soruyorsunuz?” diye cevâbî mektup gönderince, o zat, cevaben; Rüyamda Resûlullah Efendimizin huzurunda daha önce hiç görmediğim bir hanım gördüm. “Ya Resûlullah! Üç aydır daha önce hiç görmediğim bu hanımı huzurunuzda size hizmet ederken görüyorum. Bu kimdir?” diye sordum. Efendimiz; “Bu hanım, Yahyalılı Şeyh Mustafa’nın eşi Ayşe’dir” buyurdular. “Bu dereceye nereden (nasıl) erdi?” diye sorunca; “Bu hanım kadınlığa ait bir mendilini dahi nâmahreme göstermedi, göstermezdi. Ondan dolayı huzurumuzda hizmet şerefine nail oldu” şeklinde cevap verdi.

Hacı Hasan Efendi, kendisini yakından tanıyanların ifadelerine göre, üç yaşında başından geçenleri hatırlayacak kadar keskin bir zekâya sahiptir. Hatta kendisinin şu sözünü okuduğumda şaşkınlığımı gizleyememiştim: “Annemden emdiğim sütün tadını bile bilirim.”. 10-12 yaşlarından itibaren annesinin, onun yanında rastgele konuşmaktan çekinmeye başlaması Hacı Hasan Efendi’nin daha küçük yaşlardan itibaren ruhi bir olgunluğa sahip birisi olduğunu göstermektedir: “Dört, beş yaşımda iken namazları ihmal etmezdim. Akşam yemeğinde uykum geldiğinde babacığım; ‘Haydi Hasan’ım senin yatsın oldu farzı kıl, yat’ derdi. Farzı kılar yatardım. Bir gece yarısı yatsı namazını kılmadım diye sıçrayıp kalkmıştım.

Hacı Hasan Efendi, ilk tarikat dersini on dört yaşında iken babası Şeyh Mustafa Hulûsî Efendi’den almıştır. “On dörtte vurdular manevî aşı / durmadan akardı gözümün yaşı” diyerek bu hususa işaret etmektedir. Hacı Hasan Efendi, seyr ü sülûkunu (manevî yolculuğunu) Mahmud Sami Ramazanoğlu Hazretleri’nde tamamlamıştır. Hacı Hasan Efendi mürşidi Sami Efendi’yi tanımlarken; “Şunu bilesiniz ki bizim sultanımız Bayezid-i Bestâmî ve Cüneyd-i Bağdâdî denginde bir efendidir” demiştir. Sami Efendi’ye olan muhabbetini ve bağlılığını şiirlerinde sıklıkla işlemiştir.

Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nde Necdet Tosun; “Mahmud Sami Ramazanoğlu’nun vefatından sonra sevenlerinin sohbet ve irşad hizmetlerini daha çok Musa Topbaş devam ettirmiştir.” diyerek Hacı Hasan Efendi’nin ismini dahi zikretmemiş ve Hacı Hasan Efendi’ye en hafif tabirle haksızlık etmiştir. Bu hususta İdris Kocabaş şöyle diyor: “Mahmud Sami Ramazanoğlu’nun icâzet verdiği tek kişi Yahyalılı Hacı Hasan Efendi’dir şeklinde bir iddiamız söz konusu değildir. Sami Efendi’nin icazet verdiği daha başka kişiler de mevcuttur. Hacı Hasan Efendi kendisi gibi icazet alan diğer kişilerden bahsetmekten ve onlara duyduğu derin saygıyı ifade etmekten hiçbir zaman çekinmemiştir. Yani sadece kendisini ileri sürerek diğerlerini yok saymamıştır. Sami Efendi’nin icazet verdiği diğer kişiler başka bir akademik çalışmanın konusu olabileceğinden burada o konuya girmiyoruz. Ancak şunu ifade edebiliriz ki; Sami Efendi’den icazet aldığına dair ismi geçen hemen herkesten Hacı Hasan Efendi hem yaşça daha büyüktür hem de Sami Efendi ile olan irtibatı daha eskidir. Hacı Hasan Efendi’nin Sami Efendi ile elli yıldan daha fazla bir birlikteliği söz konusudur. Bu süre zarfında Hacı Hasan Efendi, Sami Efendi’den -tabiri caizse- iliklerine kadar istifade etmiştir. Hacı Hasan Efendi’nin icazetleri ve halifeliği konusunda olumsuz açıklamalarda bulunan bazı kimselerin ön yargıyla hareket ettikleri kanaatindeyiz.

Hacı Hasan Efendi ile Necmettin Erbakan arasındaki irtibata dair müellif şöyle der: “Hacı Hasan Efendi’nin, Necmettin Erbakan’la irtibatı herkes tarafından bilinmektedir. Erbakan’ın, pek çok konuda Hacı Hasan Efendi ile istişarelerde bulunmak için birçok kez Yahyalı’ya geldiği kaydedilmektedir. Hacı Hasan Efendi’nin Erbakan’a ve siyasi arkadaşlarına açıktan destek verdiği ve çevresindekilere; ‘Beni nasıl bilirseniz, Erbakan hocamızı da öyle biliniz’ dediği dile getirilmektedir.”. Soner Yalçın, Erbakan kitabında Mehmed Zahid Kotku Hazretleri’nin vefatından sonra Erbakan’ın Esad Coşan Hocaefendi’ye değil de Yahyalılı Hacı Hasan Efendi’ye intisap ettiğini iddia etmektedir. Bendeniz bu iddianın ihtimal dahilinde olduğunu düşünüyorum.

Hacı Hasan Efendi, 26 Ocak 1987 Pazartesi’yi, 27 Ocak 1987 Salı’ya bağlayan akşam saat 22.40 civarında Kayseri’de vefat etti. Cenaze namazını İpek Hoca kıldırdı. Cenazesinin arkasında yürüyen Erbakan’ın elbisesinin kirlendiği ve; “Ben bu çamurlu elbiseyi hiç yıkatmayıp böylece saklayacağım” dediği anlatılmaktadır. Hacı Hasan Efendi’nin cenazesine iştirak etmiş olan Abdurrahman Büyükkörükçü izlenimlerini şu şekilde aktarmaktadır: “Hacı Hasan Efendi vefat ettiğinde babam Tahir Büyükkörükçü umredeydi. Babama vekâleten cenazeye ben katılmıştım. Namazı kılınmak üzere Hacı Hasan Efendi omuzlarda giderken sağda solda evlerin damlarında 4-5 yaşlarındaki çocukların dövüne dövüne ağladığını gördüm. Sanki kendi öz babaları vefat etmiş gibiydi. Yahyalı’da herkes ağlıyordu. İnsan insanı ne kadar sevebilir ben cenazede gördüm.

Hacı Hasan Efendi’nin vefatı üzerine müridânından merhum Ahmet İslâmoğlu hocanın kaleme aldığı “Efendim” başlıklı mersiyenin bir dörtlüğü şöyledir:

"Yahyalı ağlasana, bak gidiyor İmam’ın,
Senin her şeyin oydu; vaiz, mürşid, sultânın.
Nurlarla dolup taşsın, o mübarek merkadin,
Ukbâda beraberiz inşallah Efendim!"

Hacı Hasan Efendi’nin silsilesini bugün mahdumu ve tek halifesi Ali Ramazan Dinç Hocaefendi devam ettirmektedir. Ali Ramazan Efendi’nin doğduğu günlerde Hacı Hasan Efendi’nin Ali Ramazan Efendi’yi işaret ederek Ahmet İslâmoğlu’na; “Mürşidinizin elini öp” dediği nakledilmektedir. Ayrıca ilerleyen yıllarda Ahmed İslamoğlu’nun evinde abdest alan Ali Ramazan Efendi arkasını döndüğünde Ahmed İslamoğlu’nun saygıyla elinde havlu ile beklediğini görür. Bunun üzerine Ali Ramazan Efendi; “Neden zahmet ettiniz?” deyince İslamoğlu; “Bugün Hacı Hasan Efendimizi ziyaret ettim. Bizi size teslim etti” demiştir.

Son devrin kutup yıldızlarından Yahyalılı Hacı Hasan Efendi’nin tasavvufî görüşlerini yansıtması bakımından birkaç sözünü nakletmekte fayda görüyorum:

Yabani ağaçlar aşılanmadan nasıl güzel meyveler veremezlerse, insanlar da bir mürşidin, bir terbiyecinin eline düşmeden olgunlaşamazlar.

Tren vagonları kancasını lokomotife takarsa, o onları alır götürür. Takmayanlar istasyonda kalırlar. Bir hak tarikata giren insan, ekmeğinin arasına bal koymuş gibi olur. Sohbetlerden ve ibadetlerden ayrı bir zevk almaya başlar. Ama şeriata uymayan tarikat bâtıldır.

Sen Allah ile ol! Eğer Allah ile olamıyorsan, Allah ile olan kutb-ı cihanlarla, mürşid-i kâmillerle ol ki, onlar seni maksudun olan Allah’a ulaştırsın!

Rabbimiz şefaatlerine nâil eylesin, âmin…

Deniz Çıkılı
twitter.com/cikilideniz