İçimizdeki Şeytan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İçimizdeki Şeytan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Kasım 2021 Cuma

Sevgi mi? Emek mi?

25 Şubat 1907, Eğridere’de doğan Sabahattin Ali, Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatını etkileyen yazarlardan biridir. Daha çok öykü eserleri olsa da romanlarıyla öne çıkmaktadır. Eserlerinde ise tema olarak aşk ve toplumsal meseleleri ele almıştır. Tıpkı İçimizdeki Şeytan romanında olduğu gibi...

Yazarın kalemini ilk kez okumamla birlikte bu kıymetli eserini çok beğendiğimi ve severek okuduğumu öncelikle söylemeliyim. Kitap, adeta film gibi gözlerimden akıp geçti. Macide olsun Ömer olsun yürüdükleri Beyoğlu sokakları olsun zihnimde tek tek canlandı. Bu yönden ustalıkla realist anlatım biçimi kullanılmış diyebilirim.

Roman bir vapur yolculuğunda başlıyor. Ömer’in, Macide’yi ilk görmesiyle... Ona ilk görüşte aşık olmasıyla... Sonralarında ise Sabahattin Ali, okuyucusunu biraz geçmişe götürerek Macide’nin Balıkesir’deki hayatına dair anlatımlar sürdürüyor. Orada musiki ve Bedri ile olan ilişkisini öğrenmemizi sağlıyor. Ve tabii kitabın en can alıcı kısmına yani Ömer’in, Macide ile olan aşkına geçiş yapılıyor. Ömer, sürekli kafasının içinde yaşayan bir adamdır. Kurduğu hayallerle hayatını haylaz bir çocuk gibi sürdürürken, arkadaşlarıyla her gün ayrı bir yerde ayrı bir eğlencede bulunur. Kâinata, insanlara güzel bakıp kötülükten uzak durmaya çalışır. Kötülük yapmaya kalkıştığında ise suçu sürekli içindeki şeytana atmaya çalışır. Fakat bir yandan da sorumluluk sahibi olamaz, olmak istemez. Kendine yakıştıramasa bile tembellik yapıp her defasında arkadaşlarına sırtını dayamak onu mutlu eder.

Romanın sonunda ise bir itirafta bulunarak şu sözleri söyler: “İçimizde şeytan yok... İçimizde aciz var... Tembellik var... İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey, hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var...

Hayatında ise en kıymetli olan varlık Macide’dir. Onun aşkıdır... En nihayetinde otuzlu yaşlarına kadar hiçbir yere tutunamamış bu adam Macide’nin varlığı ile kendini biraz olsun değerli hisseder ve bu duygu ile cesaret bulup sevdiği kadınla evlenmeye karar verir...

Macide ise çaresiz bir kadın olarak karşımıza çıkar romanda. Kimsesiz kalmış, nereye gideceğini, kime sınacağını bilmeyen bir kadın olarak... Nitekim kimsenin istemediği bu kadın hayatında bir şans olarak gördüğü Ömer’in, evlilik teklifini kabul eder. İlk başlarda sevdiği adamın hayatını yadırgasa bile günlerin geçmesiyle yeni hayatına alışır... Yoksulluk, parasızlık onu gocundurmaz. Az ile yetinip Ömer’i asla yalnız bırakmaz... Fakat aşk her şeyin üstesinden gelmeye muktedir midir? Dayanılmayacak bir duruma gelindiğinde dahi seviyorum diyerek yola devam edilir mi?

İşte kitabın bu kısımlarından sonra kırılma noktası olarak saza ve müsamereye gittikleri akşamlar olur. Öyle ki saza gittikleri akşam Macide, yıllar önce Balıkesir’deki öğretmenini yani Bedri’yi görür. Bedri ise onu görür görmez tıpkı eski günlerdeki gibi olur. Ancak sevdiği kadının evli olduğunu öğrenince Macide’ye asla yakınlaşmaz. Ömer ile dost olarak hayatlarına acıyıp yardımda bulunur. Aslında Sabahattin Ali, bu karakterle birlikte hayatta temiz kalmış insanların olduğunu vurgularken diğer karakterlerle hırsın sonucunda nasıl bir çukura düşüleceğini anlatıyor. Örneğin; Nihat’ın siyasi yönde nasıl piyon gibi kullanıldığını, dönemin aydın zümre olarak adlandırılan insanların hevesleri ve bitip tükenmeyen dünya sevgileriyle sarhoş olup türlü batakhanelere düşüşünü, veznedarın istemeden de olsa kirlenişini en ince ayrıntılarla gözler önüne seriyor.

Gel gelelim Ömer’in arkadaşlarından bağını koparmaması ve onların kötülüklerini gördüğü hâlde yanlarından ayrılmaması Macide’yi çok düşündürür. Ve bir gün müsamereye gittikleri akşam onun için bardağı taşıran son damla olur. Nitekim Ömer’in arkadaşlarından birinin ona yakınlaşmaya çalışması ve Ömer’in, Macide’yi hiç umursamadan yalnız bırakıp, başka bir kadınla yakın olması onu çok derinden incitir ve düşüncelere sevk eder.

Bulunduğu hayatını, aşkını sorgulayarak uzun uzun mektup yazar ve yollarının artık ayrılacağını söylemeye çalışır. Fakat romanın bu kısımları biraz karışır. Ömer’in yaptığı hatalar sonucunda içeriye girmesiyle Macide tekrar bir yıkım yaşar.

Sığınacağı tek bir liman olarak gördüğü Bedri’ye tutunarak ayakta kalmaya çalışır ve en nihayetinde daha o düşüncelerini Ömer’e söylemeden, Ömer, Bedri’nin aracılığıyla Macide’den vazgeçtiğini söyler. Klasik bir soru olarak “Sevgi mi? Emek mi?” sorusuna mukabil, Macide’nin seçimini hüzünle Sabahattin Ali, okuyucularına gösterir. Ve romanın sonunda bir kez daha anlarız ki birbirine ruhen benzemeyen insanlar ne kadar aşık olurlarsa olsunlar onları bekleyen bir ayrılık vardır. Nitekim bazen aşkta yetmez bir ömür boyu birlikte yaşamaya, yaşlanmaya...

Güzel, hüzünlü ve aydınlatıcı bir kitaptı. Mutlaka okumanızı tavsiye ederim.

Kitaptan sevdiğim birkaç alıntı:

"İyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demektir."

"Kullanmadıktan sonra göğsümüzü dolduran hisler ve kafamızda kımıldayan düşünceler neye yarardı?"

"İnsan dünyaya sadece yemek, içmek, koynuna birini alıp yatmak için gelmiş olamazdı! Daha büyük ve insanca bir sebep lazımdı."

"Ben daha çok kendi içimde yaşayan bir insanım... Bunun için size nazaran birkaç misli fazla yaşamış sayılırım."

Fatma Saldıran
twitter.com/Fatmasldrn_

8 Nisan 2021 Perşembe

İnsan ve içindeki sesler

Sadece bir tür olarak roman yoktur, onu hepimiz okuruz ama kimini okuduğumuzda çok zevk alırız, kimini okuduğumuzda nitelendiremediğimiz duygular içerisine gireriz. Kimini okuduğumuzda “bu neydi şimdi” de diyebiliriz. Kimini okuduğumuzda etkileri uzun süre devam edebilir. Ancak sevdiğimiz ya da sevmediğimiz birçok romanın bize verdiği bir mesaj vardır. Bazı romanlar tek bir mesajı upuzun bir kurguda işler. Bazı romanlarda ise birçok mesaj, birçok duyguyla tek bir kurguya yedirilmiştir. İşte o romanlardan biri İçimizdeki Şeytan. Romanı okumaya başladıktan sonra “bu romandan şu alınır” diyorsunuz, ama sayfaları çevirdikçe, “hayır, şu da alınabilir” demeye başlıyorsunuz. Hülasa, İçimizdeki Şeytan, içinden sosyal, kültürel, ahlaki ve duygusal birçok mesajı alabileceğimiz çok sağlam bir roman.

İçimizdeki Şeytan’da bir önceki paragrafta değindiğim başlıklar altında, okurken bir hikaye gibi gelen, ancak altlarında gerçekliği tartışılmaz derin trajedilere değiniyor Sabahattin Ali. Romanın başkarakteri Ömer’in, vapurda Macide’yi görmesi ve Macide’ye açılacakken uzak akraba çıkmaları ile başlıyor hikaye. Ömer Macide’yi seviyor, (ya da sevdiğini düşünüyor). Ömer’in zihni hep “onunla karşılaşmamızın bir anlamı var, daha önceden kesinlikle tanışıyor olmalıyız” gibi fikirlerle dolu, bir yerde bu hissiyatı doğru da çıkıyor, Ömer, Macide’yi mutlu edemeyeceğini, Macide’nin ancak kendini düzeltmesine bir vesile olabileceğini anlıyor hikayenin sonunda. Ancak Ömer bu vesileyi de değerlendirmiyor. Macide İstanbul’da konservatuar okumak için kaldığı teyzesinin evinden, babasının ölümüyle birlikte ayrılmak zorunda kalıyor. Gidecek hiçbir yerinin olmadığına inanan Macide, Ömer’e aşırı bir anlam yükleyip onunla birlikte yaşamaya başlıyor. Ve Macide artık Ömer’in karısı oluyor. İlk zamanlar tatlı heyecanlarla birlikteliklerini sürdürmeye, parasızlık sıkıntısını sineye çekmeye çalışsalar da Ömer’in müsrifliği, başıboş ve çocukça hareketleri, hatta Macide’yi yok saymaya kadar giden düşüncesizlikleriyle, daha roman bitmeden ayrılıyor Ömer ve Macide’nin yolları. Romanın sonu, Macide için yeni bir hayat kapısı açsa da, Ömer için maalesef hüsran oluyor.

Romanda, yanlış arkadaş seçimlerinin maddi ve manevi büyük kayıplara neden olduğu, ahlaki temelleri ezen bir kültürel hayatın rezillik ve perişanlıktan başka bir şey getirmeyeceği, müsrifliğin insan ilişkilerinin temeline bomba döşediği, bir insanın hayatını birleştireceği insanı seçerken birden fazla kez düşünmesi gerektiği gibi birçok sosyal ve ahlaki mesajlar veriliyor. Roman, kurgusu, toplumsal ve edebi tenkitleri itibariyle kendi dönemine ait olsa da, verdiği mesajların bir zamanı yok. Hepsi her zaman geçerli olan ibretler.

Romanın adının İçimizdeki Şeytan olmasının sebebi ise, kurgudan anladığım kadarıyla, Ömer’in içgüdülerinden hareketle yaptığı hatalardı. Ömer, herkesin ve kendisinin içinde ona hata yaptıran, ayaklarını bir yerlere doğru sürükleyen, bazen doğru yol gösterip, bazen hayatını mahveden bir şeytan olduğuna inanıyordu. Aslında Ömer, içinde ona iyilik emreden sesle, kötülük emreden sesi birbirinden ayırt etseydi, belki de kitabın sonuna hapse düşmeyecekti. İçimizdeki yol gösteren sese, kimileri altıncı his der, kimi bilinç altı, kimi öz.

İşte bu öz benliğin sesiyle nefsini birbirinden ayırsaydı Ömer, Macide ile gerçekten mutlu olabilecekti belki de. Keza, ilk sayfada vapurda onu Macide’ye yakın hissettiren, Macide’yi sevdiren, aile olmak istettiren, Ömer’in öz benliği, çarşıdan çorap çaldıran, bir memuru tehdit ettiren ise nefsiydi. Birçok mesajın yanında roman okura, insanın içindeki sesleri birbirinden ayırması gerektiği mesajını veriyor.

Hem dil, hem kurgu olarak son derece yalın ve güçlü bulduğum bu romanı okumak benim için çok zevkli oldu. Kitabı okumak isteyen herkese keyifli okumalar diliyorum.

Nidâ Karakoç
twitter.com/nida_karakoc

21 Mart 2017 Salı

Geleneksellikle modernlik arasında bir aşk

Edebiyat, bulunduğu dönemin zihniyetinden, toplumdaki olaylardan oldukça etkilenen bir alandır. Toplum, edebiyatın hamurudur; ona gerekli malzemeyi sağlaması konusunda ise edebiyat sosyal çevrenin mayasıdır. İkisi sürekli bir etkileşim halinde olup, mevcut olan sorunları, durumları ve duyguları ele almışlardır.

Cumhuriyet’in ilanından hemen sonra, 1940’lı yıllarda sanatın toplum için yapıldığı döneme eserleriyle damgasını vuran Sabahattin Ali, toplumcu gerçekçi yazar olarak anılmıştır. Edebiyattaki bu akım, maddi\materyalist düzende bulunan insanın, toplumla olan ilişkisini yani daha çok manevi yönünü esasa alır. İnceleyeceğimiz bu kitap da realist bir bakış açısı ile birtakım ideolojileri içinde barındıran tutumla izah edilmeye çalışılmıştır.

Maupassant tarzı öyküleriyle ve Kuyucaklı Yusuf romanıyla ün kazanan Sabahattin Ali, eserlerinde daha çok bireyselliğe, kişinin ruh haline ve duygularına önem vermiş, böylece Anadolu insanına yeni bir edebi perspektif kazandırmıştır. Yazar, roman ve öykülerinde öyle bir gözlem gücüne sahiptir ki, insanın kendisini bile tanımlamakta zorlandığı hâlini ustaca tasvir etmeyi başarmıştır. Özellikle aşkın tema olarak seçildiği kitaplarında, psikolojik tahlillere verilen ağırlık okuyucuya sanki o anı yaşıyormuş hissini verir. Belki de bu sebepten gerçekçi yazar kategorisindedir, Ali.

Yazarın, İçimizdeki Şeytan adlı eserinde de bu ögelere sıkça rastlamak mümkündür. Realist bakış açısının üsluba yansıdığı şekliyle akıcı bir anlatım sunar, okurlarına. Cumhuriyet kavramının henüz sindirilememişliği, hayata getirdiği yeniliklere adapte olamayan halkın uyum sağlama çabaları, toplumda meydana gelen Aydın - Anadolu sınıf ayrımı, romanda belirli karakterler üzerinden verilmeye çalışılmıştır. Sabahattin Ali, aydın kesim olarak nitelendirilen sınıfın temsilcisini Ömer karakteri üzerinden; Anadolu’nun bağrından gelen Macide isimli karakterle bir aşk döngüsünü geleneksellikle modernliği mukayese ederek anlatır.

Hikaye, Ömer ile arkadaşı Nihat’ın Kadıköy vapurunda felsefi sorgulamalarla yaptıkları tartışmaların mevzuyu birden günü kurtarma çabasına getirdikleri anda vuku bulur. İskeleye yaklaşmakta olan vapurda, Ömer’in gözleri bir kıza isabet etmiş ve ondan müthiş bir şekilde etkilenmiştir. İlk görüşte aşk deyip, kızla konuşmak için giderken kendisine doğru bir kadının seslendiğini işitir. Meğerse bu kadın, Ömer’in hoşlandığı kızın yanındaki akrabası Emine Hanım’dır. Ömer’i yanında bulunan Macide isimli kızla tanıştırıp, evine misafirliğe davet eder. Bu rastlantı Ömer’de tarifsiz bir mutluluk yaşatır. Balıkesir’de ailesiyle birlikte yaşayan Macide, müziğe olan istidadıyla herkesin dikkatini çekmiş, gelişmesi için de Emine Teyzesi onu İstanbul’a kendi yanına getirmiştir. Hem güzelliğiyle hem de başarısıyla hocalarının da hayran olmaktan alıkoyamadığı Macide, kendisi de belli etmeden Bedri adındaki müzik öğretmeninden hoşlanır. İkisinin de birbirinde gönlü vardır ama ortada bir şey yoktur. Bu durum Bedri’nin tayininin çıkıp başka yere gitmesine kadar sürmüş, sonra da gözden uzak olan gönülden ırak olur hesabıyla, açılmamış o sayfa kapanmıştır.

Ömer, Emine Teyzenin davetine icabet etmiş, büyük bir heyecanla evlerine gitmiştir. Bu gidiş gelişleri sıklaştırmıştır. Çünkü Macide İstanbul’da konservatuvara başlamış ve Emine Teyzenin evinde ikamet etmektedir. Ömer de yine onu görebilmek için meyhaneden çıkıp evlerine doğru gitmiş ama bu kez kara bir haberle karşılaşmıştır. Macide’nin babası vefat etmiş ve bunu ondan şu anlık için gizlemişlerdir. Ömer ise ne yapacağını şaşırmış bir vaziyette kalmıştır. Sonra kıza, ev ahalisi bu hüzünlü akıbeti anlatmaya çalışmış, bunu duyan Macide odasına çekilerek yalnız kalmayı tercih etmiş ve gece boyu ağlamıştır.

Ertesi sabah Ömer, Macide’yi evden alıp önce kahvaltıya sonra da okula götürür. Tekrar akşam için buluşurlar ve arta arda süren bu görüşmeler Macide’nin eve geç gelmesine sebep olur. Haliyle ev halkı bu durumdan şikayetçidir. Çünkü bir yerde Macide için Balıkesir’den gelen para kesilmiştir. Macide’yi bu konuda uyarırlar. Onun da ailesinin yanına gitmeye gönlü yoktur; aile bağlarıyla pek hoşnut değildir. Ömer’in tam da bu zamanda ona ilgi göstermesi Macide’yi de ona bağlanması noktasına götürür. Ömer artık dayanamaz ve Macide’ye açılır. Evdekilerden de azar işitmesi ağrına gider, gece bavulunu toplayıp nereye gideceğini bilmeksizin, güçlü bir şekilde yola düşer. Ömer’e de bu durum sanki ayan olmuştur, kötü şeyler sezmiş ve evin önünden ayrılmamıştır. Ömer’i birden karşısında gören Macide şaşkınlıkla koluna girer ve sorgusuz sualsiz, onun götürdüğü yere gider. Ömer pansiyon gibi bir yerde başka dine, uyruğa, çoklu kültüre mensup bir evin odasında tek başına yaşamaktadır. Bekar evi olduğundandır ki odası çok dağınık, loş bir ortamdır. Bu yüzden eve yaklaştıkça Ömer’in korkusu da tedirginlikle baş gösterir: Acaba Macide benim bu halimi, parasızlığımı, evin dağınıklığını görse benden soğur mu?

Günler çok geçmeden maddi sıkınlar zaten kendisini hatırlatır. Her zaman kapısını çaldığı veznedara da vaziyetini anlatır. Veznedarın kendisi de kurallara uygun olmayan bir şey yaptığı için sıkışık durumdadır, düşüncelidir de… Ama Ömer’i sevdiğinden yüreği dayanmaz, sizin daha çok ihtiyacınız vardır, diyerek bir miktar borç verir. Ömer ve Macide beraber yaşadıkları süre zarfında hep başkalarının desteği üzerine geçimlerini sürdürmüşlerdir.

Ömer postanede çalıştığı daire arkadaşlarına evlendiğini söyler, tebrikleri kabul eder. Tabii herkes buna şaşırır. Ortada, nikah gibi resmi işlem yoktur. Meşru olmayan bir ilişki, bir birliktelik vardır. Ömer de bunu çok normalmiş gibi herkese anlatır. Ama topum açısından bakıldığında büyük bir ahlaki sorunu içinde barındırır. Bu mevzu etik olarak değerlendirilip, tartışmaya ucu açıktır.

Bir gün Ömer, eve gelirken Nihat ve Profesör Hikmet ile karşılaşır. Onlar da evliliklerini tebrik etmek için gelmişlerdir. Belki de gelini görerek, gözleriyle inanmak istemişlerdir. Evi çekip düzene getiren evin hanımı Macide, bu misafirlerden pek hoşlanmaz. Nihat, Ömer’in veznedarın başına gelenleri anlatması üzerine ondan tehditle para almasını ister. Ömer de buna karşı çıkar. Ama sonra şartlar onu bu yola sevk eder.

Devamlı davetlerde bulunan Profesör Hikmet, Ömer ve eşi Macide’yi bir akşam eğlencesine, yemeğine çağırır. Gitmeye pek de istekli değildir Macide. O ortamdan o kadar sıkılmıştır ki her defasında eve dönmeyi düşünür. Zaten çekingen, asosyal bir yapıya sahiptir, bir de üstüne hoşlanmadığı bir grupta bulunması onu daha da sıkkın bir hale sürüklemiştir. Bununla kalmayıp eşinin arkadaşlarının tacizine uğraması ortamın iğrençliğini körüklemiştir. Derken, Ömer’in birine el ettiğini onu masaya davet ettiğini ve bu kişinin de eski hocası Bedri Bey olduğunu görür. Bedri ailesinin geçimini sağlamak ve hasta ablasını iyileştirmek için öğretmenliği bırakmış ve o mekanın saz ekibinde çalışmaya başlamıştır. Bedri, arkadaşını bir zamanlar özel bir şeyler hissettiği öğrencisiyle beraber görünce şaşırır. Asıl şoku da onların evli olduklarını duyduğunda yaşar. Macide’nin o an yüreğine düşen kıvılcım herkesi ateşin çemberine alır. Ama kocasını çok sever Macide, ona teslim olmuştur, ona bağlanmıştır.

Bedri de yeni evli olan bu çifte maddi açıdan yardım edenler kervanına katılır. Çünkü Ömer’in Macide’yi mutlu etmediğini düşünür. Hala sevdiğini, unutamadığını anladığımız öğrencisi için Ömer’e borç verir. Önceden de olduğu gibi Bedri yine duygularını açığa vurmaz. Ömer aralarında bir şey olduğunu düşünür ve şüpheye kapılır. Bir gün eve geldiğinde karısıyla arkadaşını aynı odada ışıkları yakmadan otururken görür. Erkeklik gücünü kullanarak Bedri’ye hakaret edip onu evden dışarı kovar. Hatasını anlaması uzun sürmez bunu da Macide hatırlatır. Ömer Bedri’nin arkasından özür dilemek için gider, Bedri’nin ablası da o sırada Macide’nin yanına gelir. Ona kötü ithamlarda bulunur, kardeşinin emeklerini, parasını sömürdüğünü söyler, her şeyi anlatır. Zaten fıtraten içedönük bir karakter olan naif Macide, bu tanımlamaları kendisine yakıştıramaz ve bunun ağırlığını kaldıramayıp bayılır.

Ömer yine parasızlığın çukuruna düşmüştür. Bu sefer Nihat’ın dediğini yapıp, veznedardan tehditle para ister. Nihat buna çok sevinir. Çünkü amaçladığı hedefleri vardır. Siyasi gayesi için gençleri kullanarak ulaşmak istediği noktaya erişmek ister. Ömer hep başkalarının dediklerini yapan, kendi istek ve fikirleri olmayan biri gibi davranır. Her şeye koşulsuz boyun eğer. Çünkü iradesizdir. Kararlarını nasıl, ne doğrultuda vereceğini bilemez. Macide’yi bile kendisinden soğutmayı başarmıştır. Halbuki onun yeri bambaşkaydı gözünde. Eski arkadaşı Ümit’i görüp beraber vakit geçirip bir de Macide’yi unutunca işler iyice karışmıştır. Ömer, veznedarla olan uygunsuz işten dolayı hapishanede yatar. Bedri ile Macide onu ziyarete giderler ama Macide’nin ona söyleyecek hiçbir sözü yoktur. Aslında tüm söyleyecekleri sahibine veremediği o mektuptadır. Görüşmede kimse bir söz söyleyemez, herkes, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının farkındadır. Ömer son kez Bedri’den bir ricada bulunur: Macide’ye sahip çık, istersen evlen istersen arkadaş ol ama onu yalnız bırakma, diyerek seçecekleri yolda açıklık diler. Bedri bu durumu olduğu gibi Macide’ye anlatır. Her şeyi kabul eden Macide bunu da reddetmez. Ömer de tahliye olduktan sonra başka bir yerde başka bir ‘ben’ olma çabasına girer, yaşamını değiştirme kararı alır.

Tüm kitap boyunca Ömer’in kendisini bulmaya çalıştığını, ama bunu içindeki şeytanın izin vermediğini bahane ederek ertelediğini, varoluşsal birtakım sancı çekerek yeniden doğma hüviyetini kazanma çabasını gördük. Birbirlerini tanımaya fırsat vermeden, sözde evlilik adı altında aynı evi paylaşmaları pek tabii uzun sürmemiştir. İki farklı doğaya, iki farklı kutuptaki görüşlere sahip olan Ömer ile Macide bu yaşanmışlıkla belki kendilerini tanımaya fırsat bulmuşlardır. Ömer’e nazaran Macide daha tutarlıdır, mantığıyla hareket eder, en azından kararlıdır. Ömer’e göre ise bu durum şu şekilde cereyan eder:

"Ben daha çok kendi içimde yaşayan bir insanım. Bunun için size nazaran birkaç misli fazla yaşamış sayılırım."

"Ahlaki açıdan bir değerlendirme yapacaksak eğer, kimseye tam olarak erdemli diyemeyiz. Karakterleri de kesin bir şekilde iyi veya kötü olarak bir kefeye koyamayız. Çünkü hemen hemen herkesin bir suçu yahut hatası vardır."

"İyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde bulundurmamak demektir."

Bir türlü kendisiyle karşılaşamayan, öz benliğiyle rastlaşamayan, adeta Albert Camus’un yabancısı gibi olan Ömer, Kierkegaard’ın kaygısıyla kıvranıp durur. Çünkü geçmişini boşa geçirmiş, şimdi ne yapacağını bilememekte, gelecekte ise ne olacağı konusunda şüpheli, haliyle tedirgin ve kaygılıdır. Kierkegaard’ın dediği “hayatı geriye dönerek anlar, ileriye dönerek yaşarız” cümlesi tam da Ömer’in haleti ruhiyesini anlatır. Kaygı kavramı, varoluştaki özgürlüğün en temel belirtisidir. Ömer de iradesini kullanarak daha makul kararlar alabilecek hale gelince ve bir şeyleri feda edince asıl özgürlüğüne o zaman kavuşacak ve kendisi olmayı başaracaktır.

"Ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması. İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu. İçimizdeki şeytan yok. İçimizde aciz var, tembellik var, iradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey, hakikatleri görmekten kaçmak ihtiyatı var…"

Betül Uludoğan
twitter.com/_naze_nin

2 Şubat 2014 Pazar

İçimizdeki şeytan ya da acziyeti kabul

"...bir gece aynaya baktığımda, kıpkırmızı gözlerim bana bütün dünyayı ve iğrençliklerini hazmedebileceğimi söylemişti."
- Hakan Günday, Kinyas ve Kayra

"İyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demektir."
- Sabahattin Ali, İçimizdeki Şeytan

Türk edebiyatında Sabahattin Ali denince akla iki roman gelir, en azından benim için durum böyle. Biri elbette Kürk Mantolu Madonna, bir diğeri ise İçimizdeki Şeytan. Klasik edebiyat yazarları arasından Ali'ye öyküleri nedeniyle ayrı bir sevgim vardı, bu sevgi Kürk Mantolu Madonna ile bir hayranlığa dönüşmüştü. İçimizdeki Şeytan'ı da bu beklentiyle okumaya başladım ancak beklediğimi buldum diyemem. Bu, romanın Kürk Mantolu Madonna'nın gölgesinde kalmasının yanı sıra içerik, üslup vb. açısından aynı paralelde yer almamasından kaynaklanıyor.

İçimizdeki Şeytan çok fazla konuya gönderme yapan bir anlatı niteliğinde, merkez öykü ve tema çevresinde farklı sorunsalları dert edinmiş bir eser. Anlatıcı; Macide karakteri üzerinden "Türk toplumunda kadınlık" konusuna, Nihat üzerinden daha siyasi bir olay örgüsüyle "hırs ve piyon olma" kavramlarına, Bedri karakteri ile Türk edebiyatına sıkça kullanılan ve şeytanın tam da karşısında yer alan, tertemiz, günahsız "melek" karakterine, Emine Hanım ve ailesi ile "pragmatizm"e, Ömer'in vakit geçirdiği ahbapları ile "züppe Türk aydınları"na ve Veznedar karakteri ile "çaresizlik ile mecburiyetten kirlenme" durumlarına göndermeler yapıyor. Kitabın ikinci ana kahramanı Ömer ise Bedri'nin karşısında yer almasına rağmen salt kötülüğe batmayarak insanın içindeki şeytan ile mücadelesi fikrini yaratıyor.

Ancak romanda tüm bu temaların önüne geçen bir konu ve tüm karakterlerin hatta Ömer'in bile önüne geçen bir başka karakter vardır: Şeytanın ta kendisi. Anlatı boyunca bu ana karakter "romanın kötüleri" diye ayırabileceğimiz sınıfa türlü türlü ahlaksızlıklar yaptırmaktadır. Örneğin veznedar karakteri aslında temiz, kendi halinde bir adamcağız olmasına rağmen etrafındaki şeytanların oyunlarına alet olur ve kendisinin de daha fazla "melek" kalamayacağına inanarak saf değiştirir. Ömer ise sürekli bir çatışma halindedir; eşi Macide'yi ve anlatımızın günahsız karakteri Bedri'yi kendisini aldattıkları gerekçesiyle suçlar ve her ikisini de yerin dibine sokacak sözler sarfeder. Ancak durumun sandığı gibi olmadığını idrak edince “Kendi ruhunun pisliğini bu kadar yakından gören bir adam başkalarının temiz olacağına inanabilir mi?” diyerek suçu her zaman olduğu gibi içindeki şeytana atar. Ömer'in içindeki şeytanla mücadelesi anlatının önemli bir unsurudur zira bu çatışma şeytanın biçim değiştirmesine ve Ömer'in bir gerçeği kabul etmesine vesile olur: “İçimizde şeytan yok... İçimizde aciz var... Tembellik var... İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var...”. İşte, bence romanın tüm kurgusu da tam da bu cümlelerde saklı.

"İçimizdeki Şeytan" kendi ruhunuzdaki şeytanlarınız, öfkeniz, bahaneleriniz en çok da kendinizle yüzleşebilmeniz için kütüphanenizde hazır olduğunuz an için sizi beklemesi gereken bir roman. Bir an önce edinin ve kitaplığınıza yerleştirin. Yüzleşme vaktinin ne zaman geleceğini kim bilebilir ki?

Feyza Andaş
twitter.com/feyzandas