Reşat Nuri Güntekin, 25 Kasım 1889 tarihinde İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Babası Askeri Doktor Nuri Bey, annesi Erzurum Valisi Yaver Paşa’nın kızı Lütfiye Hanım’dır. İlköğrenimini Çanakkale’de yapmıştır. Galatasaray Lisesi’nde bir yıl okuduktan sonra İzmir’deki Fransız okuluna girmiştir. Ancak bu okulu bitirmeden ayrılmıştır. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ni 1912 yılında bitirmiştir. Aynı zamanda liselerde öğretmenlik, müdürlük, Milli Eğitim Müfettişliği, Paris Kültür Ataşeliği yapmıştır. UNESCO’da Türkiye’yi temsil etmiştir. Romanları, hikâyeleri, tiyatro eserlerinin yanı sıra çeşitli çevirileri vardır.
Eserlerinde insan sevgisine geniş yer vermiştir. Aynı zamanda Anadolu insanının yaşantısını, sorunlarını ve inançlarını ele almıştır. Çalıkuşu romanı ise öncelikli olarak “İstanbul Kızı” adıyla dört perdelik bir oyun olarak yazılmıştır. Fakat savaş koşullarından dolayı sahnelenemeyeceği için Çalıkuşu adıyla roman olarak yayımlanmıştır. Zira eser Türk edebiyatında gerçekçi romana yönelimin ilk örneklerinden olmuştur. Ayrıca Atatürk’ün en beğendiği eserlerden de biridir. Bunu söylediği şu sözlerle biliyoruz: “Biliyor musunuz dün gece Reşat Nuri Bey’in Çalıkuşu romanını okudum, çok beğendim. İhmal edilmiş Anadolu’yu genç bir hanım öğretmenin yaşadığı zorlukları ne güzel anlatmış. Bitirince İsmet’e vereceğim. Sonra da sizler okuyun.”
Kitap ise konu itibariyle, Feride ve Kâmran arasındaki aşkı anlatmış olsa da romanın bütününü toplumsal olaylar teşkil etmiştir. Eser ise bu minvalde şöyledir: Feride, küçük yaşta annesini ve babasını kaybetmiş hem yetim hem de öksüz bir kızdır. Teyzeleri tarafından bakılıp, büyütülür. Genç kız olunca da Nötre Dame de Sion Fransız yatılı okulunda okur. Ancak dönemin diğer kadınlarından oldukça farklıdır. Nitekim türlü türlü yaramazlıklarından hatta ağaçlara tırmanmasından dolayı arkadaşları ve öğretmenleri ona “Çalıkuşu” lakabını takar.
Gelgelim yaz tatilini teyzesinin köşkünde geçirirken kuzeni Kâmran ile arasında yakınlaşmalar olur ve kısa zaman içerisinde de bu yakınlaşmalar aşka dönüşür. Nişanlanırlar. Ancak Feride, düğün gününe yakın tanımadığı yabancı bir kadının getirdiği mektuptan Kâmran’ın İsviçre’de iken Münevver adında hasta bir kızla ilişkisi olduğunu öğrenir. Ve evlilikten vazgeçerek her şeyi bırakıp, kimseye görünmeden kaçar. Kendini mesleğine, öğretmenliğe adar.
Fakat bu yeni sayfa bu yeni başlangıç onun için hiç kolay olmaz. Nitekim nereye gideceğini düşünürken aklına sütannesi gelir ve onun yanına gider. Bir süre yanında kalır. Bu zaman içerisinde de iş için sürekli başvurularda bulunur. Çabalarının sonucunda da Anadolu’da bir ilkokul öğretmenliği elde eder. Zeyniler köyüne yolculuğu başlar. Artık neşeli, hayat dolu bir kız olmaktan çok ağır başlı bir öğretmen hanım olmuştur. Özellikle Zeyniler köyünde Munise ile yaşadıkları hayatının değişmesine yol açar. Munise, ortada kalmış, annesi kötü yola düşmüş küçük bir kızdır. Bu sebeple köylüler kızı hiç sevmezler. Hatta ona kötü davranırlar. Feride ise bu kızcağıza çok acır ve zaman içerisinde Munise’yi evlat edinir. Ancak ne var ki Zeyniler köyü okulu kapatılır. Feride bir süre sonra kız öğretmen okulunda Fransızca öğretmeni olarak görev alır. Fakat bir müzik öğretmeninin kendisine duyduğu aşk dedikodulara sebep olur ve tayinini ister. Böylelikle de birçok yeri gezmiş olur.
Bir zaman sonra da doktor Hayrullah Bey’le tanışır. Onun himayesine girer. Fakat bu sırada Munise çok hastalanır ve hayatını kuşpalazından dolayı kaybeder. Feride ise üzüntüsünden hasta olarak günlerce doktorun evinde kalır. Tabii bu durum dedikodulara yol açar. Hayrullah Bey ise insanların ağzını sırf kapatmak için Feride’ye evlenme teklifinde bulunur ve kağıt üzerinde evlilik yaparlar.
Bir zaman sonra da Doktor, Feride’nin defterini bulur, Kâmran’a olan aşkını okur. Ve araştırmalar yaparak bilgiler edinir. Ardından bir mektup yazarak defteri paket haline getirir. Feride’ye ise ölümünden sonra bu paketi Kâmran’a götürmesini vasiyet eder.
Ve aradan günlerin geçmesiyle doktor vefat eder. Feride de hem paketi teslim etmek hem de özlediği teyzesini görmek üzere Tekirdağ’a gider. Paketin içinde neyin olduğunu bilmeden teslim eder. Fakat ne tesadüf ki Kâmran ile karşılaşır. Kuşadası’na geri dönemez. Teyzesi ise bu sırada paketi Kâmran’a verir. Kâmran ise okuduğu defterden ve mektuptan her şeyi öğrenir ve Feride’nin onu hâlâ çok sevdiğini anlar.
En nihayetinde ev ahalisinin oynadığı bir oyunla iki sevgili tekrar bir araya gelir ve kitap mutlu bir kavuşma ile sonlanır.
Kitaptan sevdiğim alıntılar:
"Sevgi, şefkat denen şeyde ne mucizeler var yarabbi!"
"Kapalı bir mahzende sızan bir ışık parçası, yıkık bir duvarın taşları arasında açmış sıska bir çiçek, her şeye rağmen bir varlık, bir tesellidir."
"Dünyada, bir parça iyilik edebilmekten daha güzel bir şey olmuyor."
"İnsan, yaşadığı yerlerde beraber bulunduğu insanlara görünmez ince tellerle bağlanırmış; ayrılık vaktinde bu bağlar gerilmeye, kopan keman telleri gibi acı sesler çıkarmaya başlar, her birinin gönlümüzden kopup ayrılması, bir ayrı sızı uyandırırmış. Bunu yazan şair ne kadar haklıymış!"
Fatma Saldıran
twitter.com/Fatmasldrn_