30 Aralık 2024 Pazartesi

Hikmet haykıran şair: Sezai Karakoç

Modern Türk şiirinin poetik karmaşası, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “medeniyet krizi” diyerek tanımladığı bir noktada şekillenmektedir. Tanzimat’ın ilanıyla başlayan bu medeniyet krizi, Erken Cumhuriyet’le birlikte Türk şiirine giren kuram ve kavramların da etkisiyle giderek artan bir dikkate kapı aralarken şair ve yazarların şiir metninde birtakım poetik endişeleri göz önünde bulundurarak metne yaklaşmalarına olanak sağlamıştır. Söz konusu poetik endişenin temelinde Modern şiire dek rastlanmayan bir felsefi duyuş bulunmaktadır. Erken Cumhuriyette taklit ve deneme olmaktan ileri gidemeyen bu etki, Garip şiirine gelindiğinde kendini gündelik ve dünyevi yaşamla harmanlanmış bulur. Garip’in (Birinci Yeni) düşün ve retorikten uzak söyleyişi, gündelik hayatın bir temsili olan şiir metninde şekillenmiştir. Ancak Modern Türk şiirinde görülmesi beklenen kuramsal temel yakalanamamıştır.

Modern Türk şiirinde söz konusu kuramsal temelin ancak İkinci Yeni şiirinde yakalanabildiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Genelde İkinci Yeni söyleyişinde; özelde ise dönemin kurucusu sayılabilecek Sezai Karakoç’un şiir evreninde; Modern Türk şiirine felsefi bir temel kazandırılması bakımından bu dönemin öne çıktığı söylenebilir. Türk şiirini ilim, fikir ve gönül dünyası itibariyle etki alanına almış bir şair olan Sezai Karakoç, İkinci Yeni temsilcileri tarafından da bu şiirin kurucusu olarak kabul edilmektedir. Şair; hayatı, eğitim hayatı, yaşam mücadelesi, eğitimi bakımından yalnız zamanını ve içinde bulunduğu şiir hareketini etkilemekle kalmamış, düşüncelerinin yanında şiire getirdiği epistemolojik ve ontolojik söyleyiş tarzıyla da zamanının ötesinde bir şiir evreni de kurgulamıştır. Sezai Karakoç’un Türk şiirine ve düşün dünyasına bu katkısını Prof. Dr. Adem Polat 2023 yılında Diyanet Vakfı Yayınları'ndan çıkan Sezai Karakoç adlı eserinde genişçe aktarılmıştır. Karakoç’un içine doğduğu ortamdan başlayarak düşünce dünyasını şekillendiren ve ona katkıda bulunan okumaları ile yaşamının önemli olaylarını karakter gelişimiyle birlikte hayat çizgisini aktarmıştır. Polat; şairin hayatını neslinin birçok mensubu gibi birçok mahrumiyet ve kültürel yıkılmışlığın içerisinde, 1933 yılının bahar aylarında Diyarbakır’ın Ergani ilçesinde dünyaya gelir, cümlesiyle anlatmaya başlar. Yazarın bu tercihi okura Karakoç’un idealizminin şekillendiği ortamı somutlaştırmanın yanında dönemin şair ve yazarlarının yetiştiği çevre hakkında da okurun fikir sahibi olmasını sağlamaktadır. Polat’ın yazar hakkında bilgilendirme yaparken kullandığı üslûbun edebî metin tarzına yakın bir Türkçe’ye sahip olması; Karakoç’un edebî kimliğinden ayrışmayan hayat öyküsünün tanığı niteliğindedir. Yazarın tercih ettiği dil ve üslûbun, bütünüyle Karakoç’un edebî şahsiyetiyle paralellik gösterdiği söylenebilir. Nitekim şiirin ruha estetik kattığına inanan ve bu estetik anlayışını bir yaşam biçimi hâline getiren Karakoç’un hayatını anlatmak için daha uygun bir söz dağarı düşünülemezdi.

Kitapta sırasıyla “Doğumu ve Ailesi, Öğrenim Hayatı, Meslek Hayatı, Memuriyetten Ayrılış ve Yazı Hayatı, Diriliş Partisi, Bildiriler, Konferanslar, Meydan Konuşmaları, Kapatma Davası, Yüce Diriliş Partisi” başlıkları altında Karakoç’un hayatı anlatılmıştır. Bütün bu hayat hikâyesinde şairin fikir ve düşün evrenine katkıda bulunan oluşumlardan da yeri geldikçe bahsedilmiş ve şair; birey kimliğinin yanında düşünce insanı olarak da okur karşısında şekillendirilmiştir.

Hayatının ardından eserleri ve kullandığı edebî türlerde verdiği ürünleri kronolojik bir sıra gözetilerek aktarılmıştır. Kitapta, şairin şiir ve nesir türünde verdiği eserlerinde karşılaşılan ve düşünce yapısı üzerinde etkisi gözlemlenen retorik anlayışlara da değinilmiştir. Çeviri faaliyetleri ve incelemelerinin yanında piyes ve söyleşilerine de değinildikten sonra konferansları ve konuşmalarına da eserde yer verildiği görülür. Bunun sebebi, Karakoç’un yalnız şair-yazar olarak değil toplum önderi, düşünce insanı olarak da öne çıkmasında aranmalıdır.

Polat; Karakoç’un düşün evreninin temelinde yatan “tevhid” olgusunun “Diriliş” düşüncesinde imlendiğini aktarmaktadır. Söz konusu dirilişi de yazar şöyle tanımlar; Karakoç şiiri, hikmeti epistemolojik bir problem olarak alan ve çağa aktüel-verili olguların dışından bakabilmeyi başaran bir şiirdir. Yazarın; Karakoç’un şiirinde bulduğu bu olgular, bütünüyle maddi evrene de dayanan şiir görüşünün metafizik yoğunluğa sahip poetik temellerle de ilişkili olduğunu göstermektedir. Karakoç’un bu poetik yapısının benzerini Türk şiirinde daha önce Ahmet Haşim ve Yahya Kemal’de görüldüğünü söyleyerek Yahya Kemal’in değişen içinde değişmeyen geleneği muhafaza etme vurgusuna dikkat çeker. Esasen yazar bu düşüncesiyle gelenek ile modern arasında duran Yahya Kemal’den Karakoç’a gelinceye kadar geçen Türk şiiri modernleşmesinde Yahya Kemal’in gelenek odaklı duruşuna dikkat yöneltilmesi gerektiği taraftarıdır. Bunun sebebini de Yahya Kemal’in poetikasında dil ve anlam temelleri üzerine bir kurgu olmasına bağlamaktadır. Bunun yanında şiirde gelenek kadar lirizmin de önemli olduğunu vurgulayan yazar, Karakoç’un Yahya Kemal’de temellendirdiği değişim içinde değişmeyen gelenekçi bir bağın varlığının Şeyh Galip’te de görüldüğüne değinerek bu bağa “ana akış” demektedir. Şiir kurgusunun değişim içerisinde değişmeyen bu ana akışın temsilcilerine Şeyh Galip, Ahmet Haşim-Yahya Kemal’in yanında Sezai Karakoç’u da eklemlemiştir. Polat; Karakoç’un hem retorik hem de etik anlamda fikirlerinin etkisinin tıpkı bu şairlerde olduğu gibi çağları aşacak bir söyleyiş kazanarak kendi medeniyeti ve değerler bütününe sahip olacağının haberini vermektedir. Bu yüzden de onun şiirlerinin kendi özgün çerçevesinde değerlendirilmesini önerir. Karakoç için “çağımızın Şeyh Galip”i diyen Polat; şairin kendi çağını aşan bir medeniyetin varlığına tanıklık etmiş ve bugüne taşımış bir münevver olduğunu ifade eder.

Halide Şeyma Kuzgun
halideseymak@gmail.com.tr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder