29 Kasım 2024 Cuma

Sırtınızda tarih, bohçanızda Türkçe ile Üsküdar!

Ali Sürmelioğlu’nun yeni kitabı Üsküdarlı Falanca ve Feşmekanları kitabını elime aldığımda, daha ilk sayfasını okuyunca çok farklı bir kitapla karşılaştığımı, okurken çok keyif alacağımı anlamıştım. Nitekim öyle de oldu. Kaldı ki kitabın adı dahi içinde numaralar barındırdığını açık ediyor.

Sürmelioğlu polisiye romanla tanıdığımız bir yazar, ki o alanda da çok başarılı olduğunu biliyoruz. Bu kez polisiye romanla çıkmadı okurun karşısına. Bu kez yine bir romanla çıktı ama türü sadece ona ait bir roman yazdı. Temelde Üsküdarlı Falanca’nın Üsküdar gezisinden ibaret gibi görünen roman okuruna hem edebi ve şaşkına çeviren bir dil şöleni sunuyor hem de tarihin sayfalarına ara ara misafir olarak alıyor.

Sürmelioğlu o kadar titiz çalışmış ki kitabın her yerinde kendine haslığı, apayrılığı belirgin. Rotayı çizmesinden, harita sunmasından bağımsız olarak söylüyorum. Örneğin dipnotları kitaptan çıkarsak ve ayrı bir sayfaya yazsak çoğu birer küçürek öykü olur. Hiçbir cümle olması gerektiği için veya olsun diye yazılmamış, her cümle tarzdan kopmadan, ritmi kaçırmayacak şekilde ve biricikliğine zarar vermeyecek halde kurulmuş, kurgulanmış.

Şair Ahmet Murat bir söyleşisinde “Biz ya yeni bir şey söylemek için ya da bir şeyi yeni bir şekilde söylemek için yazarız” demişti. Ali Sürmelioğlu’nun bu romanı bir şeyin gerçekten yeni bir şekilde söylenişini temsil ediyor ve başarıyor da. Yazar dilin içinden yeni bir dil türetir gibi ustaca anlatıyor meramı, karakterin dünyasına okuru başköşeye oturacak şekilde çekiyor, kendine özgü tamlamaları ve betimlemeleri ile dilin gücünü olabildiğince yükseltiyor.

Şöyle diyelim: Sırtınızda kadim tarihimiz ve bohçanızda Türkçe ile Üsküdar’ı geziyorsunuz!

Yazar önceki romanlarında da Türkçe’ye ne kadar hâkim olduğunu göstermişti. Onun zihni sadece bugünden bakmıyor, o geçmişin bütün birikimini bugüne getiriyor. Dilimizi ve kültürümüzü kapsayıcı bir şekilde özümsemiş. Bu toprakların meselelerine vakıf olarak entelektüel sorumluluğunu yerine getiriyor. Ve bütün bunları kurmaca imkânıyla okuruna sunuyor. Kurduğu atmosfer bugüne sığacak kadar dar değil. Yaptığı işe de seslendiği okura da son derece saygı duyduğunu, bu saygının beraberinde de sıkı çalıştığını ortaya koyduğu eserden rahatlıkla anlayabiliyoruz.

Kurmaca, sunduğu imkânlarla büyüleyici bir hüviyet kazanır. O büyüleyiciliktir bizi çeken. Kurmaca, kurgu ile gerçeği öylesine harmanlar ki okuyucu ile karakter bazen yer değiştirir ve bu yer değiştirme eylemi okurun iradi olarak giriştiği bir eylem değildir, okur kendini buluverir sayfaların içinde. Belki de o yüzden ana karakterimizin adı yoktur, Üsküdarlı Falancadır o, aslında Üsküdarlı herkestir, Üsküdar’ı dolaşan herkestir. Yazar seslenmektedir okura: Gezip geçme, sohbete dalma, arada bir kaldır kafanı da bak, tarihin yanından geçiyorsun, çok zengin bir beldedesin, farkına var, tefekkür et.

Aynı şekilde kurmacada ana karakter, bazen de yazarın kendisidir. Her sayfada kendini koymaz yazar ama nedir, kendini ele vermekten de kaçınamaz. Üsküdarlı Falanca, aynı zamanda Ali Sürmelioğlu’dur. Tam da yazar gibi keskindir bakışları, attığı ok isabetlidir her zaman, baktığı yerde neyi gördüğünün farkındadır, zihni hemen kıpraşır, bilgileri yığar üst üste, soluklanmadan idrak ile tefekkür ele geçirir onu.

Yani deme o ki sevgili okur, elindeki roman alelade bir roman değil. Yazarı ne yazdığını bilen, kasıtlı bir şekilde bir hedefi gözüne kestirmiş biri. Roman, kendine özgü bir roman. Üsküdar ise… Üsküdar’ı öğrenmek için de kitabı okumamız gerekiyor. Bir zahmet…

Yasin Taçar
twitter.com/muharrirbey_

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder