29 Kasım 2024 Cuma

Şiir kimi kimden, neyi neyden ayırır?

Dünyada olup biten türlü olumsuz olaylar veya olumlu gibi duran ancak bir ‘bit yeniği’ olduğunu hissettiğim durumlarda genelde şairlerin ne dediğine bakmaya çalışırım. Tabii has şairlerden bahsediyorum. Namuslu ve mevki peşinde dalkavukluk yapmayan şairlerden. Şairlerin dediğine bakma sebebim onların her zaman doğru bakışı ve yorumu gösterebildiklerinden değil. Şairler de fazla fazla yanılır ama en azından namusluca, Kemal Tahir gibi “yine yanıldık yahu” diyebilir, demelidir. Benim şairlere olan güvenim onların içlerinden gelerek, korkmadan haksızlığa karşı gelebilme cesaretlerinden geliyor. Evet, şair belki çok yerinde siyasi tespitler yapamayabilir, dünyanın gidişatını okuyamayabilir ancak bilirim ki bir yerde haksızlık, onursuzluk, zulüm varsa şair oradadır. Belki mantıklı yerde duramayabilir şair ama daima doğru, haklı ve adaletli yerde olmalıdır. Tabii belli bir şair imgesinden bahsediyorum. Elbette dünya üzerinde muhteşem şiirler yazan berbat adamlar da var. Neruda mesela, belki Pound. Herkesten Rimbaud’nun gösterdiği tutarlı davranışı bekleyemeyiz ama en azından Türk şairler açısından ben umutluyum ve kötünün bulunduğu yerde onun bulunmayacağını/bulunmaması gerektiğini düşünüyorum. Tüm bu girişi şair Atakan Yavuz’un da benim nezdimde doğrunun yanında yer aldığını düşündüğümden yazdım.

Şairlerin denemelerini okumak ayrı zevktir. Tabii düşünce metinlerini de. Örneğin Hilmi Yavuz ve Ali Ayçil bunun iyi örneklerindendir, Atakan Yavuz da. İki kitabını okumuştum daha önce Atakan Yavuz’un. İyiler Asla Özür Dilemez ve Dünyanın Rengi. Ama bu kısacık, incecik, küçücük Şiir Birleştirmez Ayırır bence düz yazıları arasında en iyisi olmuş. Bir manifesto niteliğinde ve sertliğinde.

Atakan Yavuz’un kitabı Orlando Art Yayınevi’nden ocak ayında çıktı ve sadece 39 sayfadan oluşuyor. Metin kısmı 33 sayfa civarı. 72 adet basıldı ve numaralandırıldı. Satışı hâlâ varsa mutlaka almalı şairi sevenler. Dokuz ana başlık altında kısa kısa denemelerden oluşuyor. Kitabın adı okuru yanıltmasın, sadece şiirle ilgili denemeler yok bu kitapta. Bir şairin ‘rahatsızlıkları’ demek doğru olabilir. Şairler bazen oturur ve böyle yazılar/kitaplar yazarlar. Süleyman Çobanoğlu’nun Kökekin'i böyledir örneğin. İsmet Özel Bey ciltler yazmıştır. Keza Sezai Karakoç merhum da. Atakan Yavuz’un da bu kitabı bazı rahatsızlıkları işaret ediyor ve protest bir tavra bürünüyor. Protest ve onurlu. Neye karşı? En basit şekilde söylersem, dünyanın ve özellikle ülkemizin getirilip teslim edildiği varoşluğa ve duyarsızlığa karşı. Her alanda, gerek şiir gerek mimari. Yavuz’un eleştiri ve itirazları oldukça geniş bir alanı içine alıyor. Kendine göre ve haklı olarak yaptığı şair tanımının merceğinden okları bir bir fırlatıyor, hayata, sanatı/şiiri/edebiyatı çiçek böcek görenlere, kapitalizme, kan emicilere, tutunduğu her tuğlayı Rab belleyenlere, semiz eşkiyalara: “Şiir insanları ayırır. Edebiyatı ve şiiri bir güzel ve etkili söz söyleme sanatı sayan okurla, kelimeleri konfeti olarak gören yazarla yolumuzu ayırır ve yükümüzün hafifliğiyle yol alırız. Şiirin tarihten farkı buradadır. Ne diyordu Aristo: Tarih olanı, şiir olabilecek olanı yazar, demek ki şiir olana itiraz eder. Dünyayı ve hayatı olduğu gibi kabul etmemizi bizden isteyen, şiiri de bir dekor olarak gören dünyanın efendilerinden ayrılarak tekrardan bir itiraz olarak edebiyat yapma hakkımızı geri almış oluruz. Böylece zulmün ortağı olan söz söyleme sanatından da yolumuzu ayırırız.

Atakan Yavuz kitabını aynı zamanda soylu bir yalnızlıkla yazıyor. Çünkü biliyor ve bize gösteriyor ki bazı şeyleri reddetmek cesaret ister ve bu cesaret insanı toplumdan dışlar. Dışlanmamak için, Byung Chul-Han’ın dediği gibi ‘aynının cehennemi’ne dâhil olabiliriz ya da soylu bir yalnızlığa çekilebiliriz ki doğrusu da budur. Çünkü ‘anlam’ buradadır.

Yavuz, bir insanın yaşamını anlamlı kılabilecek ya da anlamsızlığın, varoşluğun, herkesleşmenin içine atacak birbiriyle ilgili konuları denemelerinde eritmiş. Somutlaştırarak ‘mekân’ı da denemelerinin esas konularından yapmış. Çünkü bir şehirde yaşıyoruz, bir evde oturuyoruz ve bu durumun bizim psikolojimizden tutun da hayata bakışımıza kadar etkilemeyeceği alan yok. Şair bir denemesini ve itirazını buna ayırmış ve elbette İstanbul üzerinden (Nuruosmaniye ve Galataport meselesi) eleştirilerini ve fikirlerini sıralamış: “Her bina kendi psikolojisini telkin eder insana, o hâl ile dokunur. Modern insanların bir müşteriye indirgenerek ruhen alt üst oluşunun bir sebebi de anılarını kaydettikleri, sosyalleştikleri mekânların yerini insanı ezen, küçümseyen, haysiyetini zedeleyerek onu sürekli dibe doğru iten, sayılara vuran, sınıflandıran, bu şiirsiz, arsız, mürâî ve içtenliksiz yok-yerlere terk etmesinde aranmalı. Hızla değişen ve sürekli çelişen sinirsel uyarıcılar karşısında bezgin bir kişilik geliştirmekten başka çare var mı? Bezginlik belki de piyasaların dayattığı herkesleşmeye karşı ruhun verdiği bir mesaj, bir tepkidir.

Atakan Yavuz’un bu kısacık kitaptaki başarısının sebeplerinden biri sadece felsefi/şiirsel durum ve problemlerden değil toplumsal olaylardan da yola çıkarak isabetli sosyolojik tespitler yapması ve yazılarını kuru birer deneme olmaktan çıkarıp verdiği ilgi çekici örneklerle zenginleştirmesi. Ve elbette birçok yazarın söylemekten korktuğu, daha da kötüsü düşünmediği bir alan olan turizm konusundaki gibi net bir tavır alması. İsmet Özel’den sonra birinin turizmin, daha doğru ifadeyle kitlesel turizmin (seyyahlık değil) saçmalık olduğunu söylemesi gerekiyordu ve Yavuz bunu söyledi. Çok da iyi oldu. Çünkü bir ruh kaybından bahsediyorsak (özellikle mekân konusunda) kitlesel turizm bunun büyük sebeplerindendir. Çünkü her yer turist çekmek için aynılaştı, kimliksizleşti, evcilleşti ve rengini kaybetti. Yerellik ise öldü: “Tarihî mekânların ‘turist bakışını’ rahatsız etmeyecek şekilde ehlîleştirilmesi, yerelliklerini ve insanî ilişkilerin tasfiye edilmesi ve içinde soluk alınmayacak kartpostallara dönüştürülmesi bir çölleşmeyi de beraberinde getirdi. Mesele turistlerin kaba olmasından ziyâde, âzâmî müşteri memnuniyeti kaygusuyla mekânları bir film platosuna çevirerek tahrip eden yerlilerin vurdumduymazlığıydı da. Mesele bu yeni işgal türünün tüm dünyada bir başarı hikâyesi olarak sunulmasıydı. Bu modern işgale itiraz eden seslerin giderek daha gür çıkıyor olması tahribatın görünür biçimde geri döndürülemez boyutlara gelmesinden kaynaklanıyor.” Evet, benim de aklıma bu bölümleri okuyunca otellerine Türk turist kabul etmeyen veya Türklerden fazla ücret alan işletmeler, Ayasofya’nın üst katına Türk’lerin girememesi, pandemi dönemindeki, kendi insanını turiste karşı daha ne kadar küçük düşüreceğini tahmin edemediğim “Enjoy I’m Vaccinated” şarlatanlığı ve yine pandemi döneminde aynı denize giren Türk ve yabancı insanlardan yabancıların yüzmeye devam ederken Türklerin çıkarılıp ceza kesilmesi geldi. Baudrillard haklı mı? Kocaman bir simülasyonda mı yaşıyoruz? Bizim payımıza düşen kısım bu kadar trajikomik mi olmalıydı? Henry James turistler kabadır derken çok haklı. Ya devletler? Biz Atakan Yavuz gibi her zaman kitlesel turizm yerine bağımsız seyyahları, gezginleri, abdalları savunmaya devam edeceğiz.

Bu kısacık kitaptan daha uzun uzun bahsedebilirim ama alınıp okunması daha kıymetli. Alt başlığı bu çağ yazıları olan Şiir Birleştirmez Ayırır dünyanın ve Türkiye’nin ve özel olarak insanlığın peşinden gittiği şeylerden rahatsız olanlar için çok iyi bir kitap. Ancak mesela tek amaçları kısa yoldan köşeyi dönmek isteyenlere, kitap okumamakla övünenlere, bilgiye/öğrenmeye düşman olanlara, eleştiri yapmayı hainlik olarak görenlere bu kitap pek de bir şey ifade etmeyecektir.

Not: Bu yazının kitap hakkında bir eleştiriden ziyade övgü yazısı olduğunun farkındayım ama metinlerdeki fikirlere itiraz ettiğim çok da fazla bir nokta yok. Yani hemen hemen şair Atakan Yavuz gibi düşünüyorum bahsedilen konularda. Ve bir süredir de birilerinin bu konuları bu şekilde dile getirmesini bekliyordum.

Mehmet Akif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif13

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder