2 Temmuz 2024 Salı

Fani olmanın tesellisi: edebiyat

Türk dilinin üslup zenginliğini kalemine taşıyan, bunu yaparken düşünce dünyasının enginlerinde okuru yolculuğa çıkaran isimler, fazla karamsar bir yaklaşım olmasın ama geçmişin sayfalarında saklı. Son dönemde bazı yayıncılar, editörlerinin titiz gayretleriyle bu sayfaları meraklılara sunuyor. Everest Yayınları, Abdülhak Şinasi Hisar'ın daha evvel raflardan uzak kalan kitaplarını yeniden neşretmiş, bu çaba bir yönüyle de İstanbul âşıklarına müjde olmuştu. Boğaziçi Mehtapları, Boğaziçi Yalıları, Geçmiş Zaman Köşkleri bu âşıkların birer ganimetidir. Diğer yandan roman dünyamızın unutulmaz eserleri arasında yer alan Çamlıca'daki EniştemizFahim Bey ve BizAli Nizami Bey’in Alafrangalığı ve Şeyhliği de yine döne dolaşa okunan klasiklerimiz arasındadır.

Şimdilerde Hisar'ın Edebiyat Yazıları bir araya getiriliyor. Serinin ilk kitabı Mayıs 2024'te raflarda yerini almıştı. İlk başta, tek oturuşta okunup bitirilecek gibi görünen kitap, sayfalarının içine sakladığı hazineleri fısıldarken okur bazı makaleleri yeniden ve yeniden okumak isteyecektir, burası kesin. Özellikle Hisar'ın insan faniliği ve edebiyatımız arasında kurduğu ilişkiyi okurken, içimize çöreklenmeye hazır hüzün, bir anda yerini gayret neşesine bırakabiliyor. Çünkü şairin hayata karşı gösterdiği düşünce aksiyonunu mühim bir yere koyan Hisar, hatıralar arasında kaybolup gitmenin kolay bir yol olduğunu söylerken, esas hikâyenin ruhun ihtiyaçlarını iyice çözümlemek olduğunu hatırlatıyor. Hisar bir taraftan, "Duyduğumuz bütün güzellikler bizi mest ve mesut etmiş rüyaların, hülyaların, emellerin ve vuslatların artık hatıralara inkılap eden, zavallı ve perişan dağılan dumanlarıdır. Biz, âciz, çubuğumuzdan çıkan bu dumanların yavaşça boşluğa inkılap ettiklerini seyrediyoruz" derken, diğer taraftan edebiyatın hayatımızdaki rolünü de şöyle fısıldıyor: "Şairler ve ediplerin asaleti, asıl ruh ihtiyaçlarının kâtipleri oluşlarındadır. Bu hüzne ve bu ıstıraba mâkes olmak ve bunları ifade etmek edebiyatın rolü, vazifesi ve diyebiliriz ki asıl kendisidir. Bundan bu fanilik elemini tefsir ve terennüm etmeyi hiç yeni bir şey addetmemelidir. Bilakis ta eskiden beri şairler ve edebiyatçılar bu acıyı herkesten çok duyup düşündüklerinden bu gayet eski bir edebiyat ananesidir."

Yani hüzün, evet bir ananedir fakat bunu en samimi biçimde şairler ve edipler ortaya koyabilir, koymalıdır. Faniliğin hüznü, ölüm karşısında duyulabilecek en hakiki duygudur. Ruhun ihtiyacı tesellidir ve bu teselli edebiyatla mümkündür. Batı edebiyatında faniliğin ve ölümün nasıl bir yer tuttuğunu hem romancılardan hem de muharrirlerden örneklerle anlatıyor Hisar. Anatole France, Pierre Loti, Maurice Barres, Maurice Maeterlinck batının misalleri; Ömer Hayyam, Abdülhak Hâmid, Ruşen Eşref doğunun misalleri arasında. Böylece Hisar, iki farklı zihin ve zihniyet yapısını cem edip, edebiyatçıların faniliği nasıl yorumladığını bize sunmuş oluyor o enfes üslubuyla.

Edebiyat Yazıları 1'de, edebiyata ve edebiyatçılara dair bol bol nasihat var. Bir süre, gördüğümüzü mü yoksa hatırladığımızı mı yazmanın kolaylığı bahsi üzerine düşünmüştüm. Hisar, bunun üzerine fevkalade bir paragraf dizmiş: "Gördüğümüz yerine hatırladığımız şeyleri yazmanın sanat bakımından kolaylığı ve üstünlüğü şundan gelir ki hatırladığımız güfteler, hafızamızın eleğinden geçerek, eski bestelere göre kendinden geçmiş, eski aşklarımızın tesiriyle ve daha nice hilelerle, kendi kendilerine, bize göre bir sanat eserine dönüşmüştür."

Hisar bazen de de bir sufi gibi "Batanları sevmem" diyor. Geçici şeyleri dile ve gönle yerleştirmenin kolay ama faydasız, kalıcı şeyleri anlamanın ve yazmanın faydalı ama zor olduğunu şöyle dile getiriyor: "İçimizde fena olan ne varsa fani zamanın malı ve iyi olan ne varsa ebediyetin mirasıdır. Gündelik şeylerin cazibesinden kurtulacak ebedî şeylerin hakikatine dönmeliyiz. Ve bunun içindir ki ne kadar geç yazarsak o kadar iyi etmiş oluruz."

Kitaba dair son bir malumat daha verip öyle bitirmek isterim. Hisar'ın Temmuz 1955'te Türk Yurdu dergisinde çıkan Okumak Tesellisi başlıklı yazısı öyle güzel, öyle güzel ki nice dersler çıkarılabilir. Okumak mesela, çalışmak mıdır? Bir teselliye kavuşmak noktasında okumak nasıl bir rol oynar? Yazmak, okumaktan sonra mıdır yoksa her zaman mıdır? Bir oturuşta okumak kolayken bir oturuşta yazmak neden zordur? İnsanın hangi kitaplara gideceği, ne tür yazılar yazacağı tabiatıyla mı alakalıdır? Kitaplar sahiden de yegane dostlarımız mıdır? Dünyanın en derin sözleri, şairlerin mısralarında mı gizlidir? İşte her biri leziz sorular, bir de düşünün ki cevapları nasıl leziz. En azından şu paragrafı sizlere de şimdiden okutmak niyetindeyim:

"Zaten en büyük rahatlık, tabiatımızın ihtiyacını tatmin edebilmektir. Hemen her tabiatın ihtiyacı başkadır. İçki sevenler daima içmek isterler. İçen hasta veya sıhhatli, neşesiz veya neşeli, muttasıl içmek ve şarhoş olsa da yine içmek ister. Kumarbaz gece gündüz oynamak, kime rast gelse onunla oynamak ister. Artık kaybedecek bir şey kalmasa da oynamak ister. Okumak ihtiyacını duyan da her gün ve her gece, memnun veya meyus, muttasıl okumak ihtiyacındadır. Eli altında, her zaman, bir kütüphane bulunmalıdır. Tiryaki, yeni sigarasını bitmek üzere olan sigarasıyla yaktığı gibi, o da, elindeki kitabın bittiği dakikada yine bir kitaba başlamak ister. Okumak, bir iptiladır."

Abdülhak Şinasi Hisar'ın Edebiyat Yazıları 1'de toplanan makaleleri, yazmanın ve okumanın felsefesi üzerine bir kılavuz. Hem düşünce olarak, hem üslup olarak kılavuz...

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder