16 Ekim 2023 Pazartesi

İlim ve irfan ehliyle karşılaşmalar

Ufuklardaki Ayetler, Michael Sugich tarafından yazılmış bir şahitlikler kitabı. "İlim ve İrfan Ehliyle Karşılaşmalar" alt başlığından da anlayacağımız üzere velilerin sözlerinin, menkıbelerinin canlı tanıklığı. Michael Sugich “Manayı kaybettik. Manaya yer bırakmayacak derecede bu dünyanın cümbüşüyle mest olmuş bir çağda, sun’i coşkunluklarla kaygılar arasında savrularak tüketiyoruz ömrü” diye başlıyor esere. Mana nedir? Mana, kişiyi Allah’a götüren hikmettir. Dünyanın rengine boyanmış beşer, insan olma mertebesine erişemez ve mana ona hep perdeli kalır. Perdeyi kaldırmanın yolu kalbi dünyadan ve nefsani arzulardan arındırmakla gerçekleşir. Bunu gerçekleştiremeyen kişiler beşer mertebesinde kalmaya mahkumdur. Onlar huzuru tatmazlar, yaşadıkları keyfi mutluluk zannederler oysa o keyif dünyevi olduğu için sun’idir. Yine onlar kalplerini dünya perdesiyle örttüklerinden asla mutlak manada tevekkül edemezler ve böylece kaygılar içinde tamamlarlar ömürlerini. Allah’a ulaşmamış bir ömür, beyhude geçmiştir. Onlar Allah’ın ayetinde belirttiği gibi bu dünyada kör yaşamışlar, ahirette de kör olacaklardır.

Şazeliyye yolunun pîri, Sidi Hasan eş-Şazeli Hazretleri’ne “Niçin hiç kitap yazmıyorsunuz?” diye sorduklarında, Hazreti Pir “Yolu birlikte yürüdüğüm ahbab u yârân benim kitaplarımdır” şeklinde cevap vermiş. Yolu birlikte yürümek sadece maddi anlamda birlikte olmak, onunla aynı zamanda ve aynı mekanda yaşamak değildir. Yolun takipçileri de yolu onunla birlikte yürürler. Çünkü o silsileye biat etmiş, tabi olmuşlardır.

İşte Sugich, bir Şazeli dervişi olarak o yolun takipçilerinden, ahbablarından tanıdığı, sohbetine katıldığı büyüklerin, ulu zatların sözlerini, yaşantılarını bize aktarıyor bu eserinde.

Arifler, Peygamber Efendimiz’in “Ölmeden önce ölünüz” hadis-i şerifinin sırrına ermiş kişilerdir. Onlar kalplerinden masivayı silmişler, böylece Allah’ın bir kudsi hadiste belirttiği “Yere göğe sığamadım, mümin kulumun kalbine sığdım” mertebesine nail olmuşlardır. Nefislerini tahakkümleri altına almışlar, Hakk ile Hakk olma şerefine ermişlerdir. O nedenle dinlemesini bilenler için onların sözleri ciltlerce kitapta bulunamayacak değerli hazineler, anahtarlar taşır. Onlar kendi heva ve heveslerinden konuşmazlar. Nasıl konuşabilirler ki onlar Hakk ile Hakk olmuşlar, mücahededen müşahede makamına vasıl olmuşlar, daim Hakk’ın suretlerini temaşa halinde yaşamışlardır. Örnek verecek olursak Sugich, Sidi Muhammed es-Sahravi’den şöyle bir söz işittiğini aktarıyor: “İnsan kalbinin hastalığı ‘acaba şimdi ne yapsam’ sorusudur.

Sözü biraz irdeleyelim. Acaba kelimesi, belirsizlik taşımaktadır. Belirsizlik beraberinde kaygıyı getirmektedir. Acaba ile başlaması kişinin ne yapacağına, ne yapmasına dair ya hiçbir fikrinin olmadığını ya da seçenekler arasında boacalamakta olduğunu göstermektedir. Bu davranış ise benlik sahibi kişilerin takınacağı bir tavırdır. Benlik sahibi kişi kendisinde kudret gördüğünden neyle karşılaşırsa karşılaşsın mutlak sonuca kendi çabası, zekası ve davranışıyla ulaşacağını düşünür/zanneder. Oysa arifler benlik sahibi olmadığı için her halükarda Allah’ın takdirinin gerçekleşeceğini bilir ve buna kayıtsız şartsız iman ederler. O yüzden onlar için belirsizlik yoktur, kaygı yoktur, uzun uzun kafa yorma yoktur. Onlar kaderin akışına teslim olmuşlardır. Onlar için gelen her tecelli hayır getirecektir.

Tevekkül, Allah’a şeksiz şüphesiz teslim olmanın adıdır. Tevekkül eden kişi için acaba diye bir durum yoktur. Hangi durum olursa olsun, başa gelen Allah’tan gelmiştir çünkü ve Allah’tan gelen de lütuftur. Zahirde kahur görülebilir veya kişi mertebesinin alçaklığı itibarıyla başına gelenin ardındaki hikmeti göremediğinden ve manaya vakıf olamadığından mevzuyu kahır olarak yorumlayabilir. Ancak arifler cemal ile celalin iç içe olduğunun idrakine ermişlerdir. Onlar gelen celal ise de içinde cemali taşıdığını bilir ve tevekkül gösterdikleri takdirde cemale kavuşacaklarından emindirler.

Ariflerin sözlerini anlamaya idrak, anlatmaya kelimeler yetmez. İşte delili. Ebû’l Abbâs el-Mursî diyor ki: “Bir Allah velisini bilip tanımak, Allah’ı tanımaktan zordur. Sonuçta Allah, Kemâli ve Cemâliyle tanınır. Buna karşın kendin gibi, senin yediğin gibi yiyen, içtiğin gibi içen bir yaratılmışı tanıman ne kadar sürer?

Yasin Taçar
twitter.com/muharrirbey_

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder