5 Temmuz 2021 Pazartesi

Yere göğe sığmaz bir dert: hasret

"Gelmiş o bîvefâ sebeb-i hayretim sorar
Bilmezlenir de nâle-i pür-hasretim sorar."

Hasret ile yollara düşmek, hasret ile ağlamak, hasret ile ölümü beklemek, klasik edebiyatın ve Türk edebiyatının pek çok alanının ve türünün, tükenmez yegâne meselelerinden biridir. Klasik edebiyatın âşığı hasret ve aşk acısı ile kûy-ı yârda gözyaşı döker de sevgilinin mahallesini seller alır, iki büklüm olur hasretinden âşık, kanlı gözyaşları dökmekten sararıp solar. Sevgili elifliğini hiç bozmazken, âşık dal olmuştur. Hasret ne yere ne göğe sığmaz bir dert ola ki, bir tek klasik edebiyatın meselesi olmamıştır, türkülerde, atışmalarda da adına ve imâsına rastlanır sürekli.

"Elif kâmetine hayran olduğum
Gece gündüz hayâline döndüğüm
Hep senin içindir boyun eğdiğim
Yoksa zapt etmez bu yerler beni.
"

Öyle bir hal imiş ki, ayrılık, ölümü ayrılığa tercih etmişler, ölümü beklemişler, ölüm Allah’ın emri demişler de ayrılığı ve hasreti kabullenememişler. Ve elbette romanların da konusu olmuş aşk ve hasret. İşte, Ucunda Ölüm Var da bu romanlardan biri.

Ucunda Ölüm Var, Kemal Varol’un hasret ve ayrılık meselesini oldukça lirik bir şekilde işlediği bir roman. Ağıtçı kadın karakteri üzerinden aşkı, bekleyişi, bekleyişin çökertciliğini ve ölümün nasıl ayrılığa tercih edildiğini tasvir ediyor roman boyunca. Romanın en çarpıcı kısmı ise, bence Ağıtçı kadının öleceğini bildiği halde pür aşk bir halde yine de yollara düşmesi. Herhalde yol gitmek, iz sürmek elli yıl bekleyişin acısını, hasretin yangınını hafifletiyor diye düşündüm okurken.

Ağıtçı kadın, isminden de anlaşıldığı gibi ağıtçılık yapıyor, nerede bir kimse tebdil-i mekân etse, oraya gidiyor, göçmüşün sevdiklerinden hikayesini dinliyor ve bunun üzerine ağıdını yakıyor. Yaktığı ağıt karşılığına göz silimliği adı verilen bir para alan ağıtçı, bu vesileyle nafakasını sağlamış oluyor. Roman, bu vesileyle eskide kalmış kültürel bir unsura da telmihte bulunuyor. Bu şekilde nafakasını sağlıyor. Eski kültürlerde daha yaygın bir gelenek olan ağıtçılık geleneği, gelişmiş toplumlarda da bir gelenek görülüyor. Romanda ağıtçının gittiği her cenaze evinde ölünün hikayesini, uzak ve yakın geçmişini dinlemesi, Prof. Dr. Erman Artun’un Anonim Türk Halk Edebiyatı Nazmı kitabında okuduğum bir anekdota itti beni:

Ağıtçı, ölünün uzak yakın geçmişini, çoğu kez geçmişini bugüne getirerek, ölüyü de konuşmalarına katarak anlatır. Törene katılanların da koro halinde sözlere, seslenişlere, ağlamalara katılmalarıyla aynı zamanda bir anlatı ve dramalaştırmalı bir gösteri niteliği kazanır.

Kitabın okuru oldukça sürükleyen konusunu ise, bir gün ağıtçı kadının işini yapmayı aniden bırakması, elli yıl önceki sevgilisi Heves Ali’nin rüyasında ona öldüğünü haber verip ağıdını yakmaya çağırması üzerine ağıtçı kadının yollara düşmesi, şehir şehir gezmesi oluşturuyor. İşin dikkat çekici yanı ise, yine rüyasında aldığı bilgiye göre karakterin on üç gün sonra ölecek olması. İşte bu nokta, bence ölümün ayrılığa tercih edilmesine bir örnek teşkil edebilir.

Ağıtçı Kadın’ın gördüğü düş üzerine Konya, Bursa, İstanbul, Erzurum ve Arkanya’da bazen Heves Ali sandığı, bazen de tesadüf ettiği tebdil-i mekân etmiş kimselerin ağıdını yakıyor. Sanki, rüyasında onu çağıran ses, bu şehirlerdeki kimselerin ağıdını yakmadan vefat etmemesi için çağırmış gibi ağıtçı kadını. Ağıtçı kadının hüzünlendiren öyküsünün yanında gittiği şehirlerde ağıtlarını yaktığı kimselerin hikayeleri de birbirinden hazin ve göz dolduruyor. Kitabın sonunda ise, ağıtçı kadının kendi kendini vefat etmiş olarak bulması, romana mistik bir atmosfer de katıyor.

Ucunda Ölüm Var, lirizm ve hoş üslubun bir araya geldiği, okuru içine çeken bir eser. Okuyacak olan herkese keyifli okumalar dilerim.

Nida Karakoç
twitter.com/nida_karakoc

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder