13 Ekim 2020 Salı

Medeniyet ruhumuzun acı kaybı: Bursa

Bursa dendiğinde gönlümüze hangi kelimeler düşer? Osman Gazi, Orhan Gazi, Ulu Cami, Türk evleri, dergâhlar, mezar taşları, mahalleler, bayırlar, kaldırımlar ve yeşil. Yaşadığı coğrafyaya ve geçmişe kendini uzak tutmamış bir insanın evvela bu kelimeleri düşlemesi elzemdir. Coğrafyamızın ruhaniyeti, maneviyatı, insaniyeti en yoğun şehirlerinden biri olan Bursa, herkesin malumudur ki betonlaşmadan kendine düşen payı aldı.

Üslubuyla, estetiğiyle, ahengiyle yalnız bizim için değil batıdan doğuya şehirle ilgilenen herkes için bir ilham kaynağı olan Bursa'nın bozguna uğraması çok yeni değil. Bozgun, tekkelerin kapatılmasıyla başladı. Asırlarca insanımız için güzellik terazisi işlevi görmüş tekkeler ya farklı işler için kullandı, ya kaderine bırakıldı ya da yıkıldı. Bu vaziyetin hemen peşinden asırlık asalet ve zarafet timsali eserlerimiz de göz göre toprak oldu. Ancak nice şehrimizde olduğu gibi Bursa'da da bir gönül eri canını dişine taktı, birçok eserin kaybını önledi ve hatta fiilen tamirinde bulundu. Eşrefoğlu Rûmî Hazretleri'nin torunlarından Mehmed Safiyüddîn Erhan Beyefendi, Bursa'daki 'eser kurtarma' gayretlerinin tümünü bir kitapta topladı: Bir Zamanlar Bursa'ydı.

Sufi Kitap tarafından Mart 2016'da neşredilen eser ciltli, fotoğraflı ve evladiyelik cinsten. 272 sayfalık bu eser tabir-i caizse can acıtıyor. Televizyon dizilerinden reklam panolarına, belediyelerin kültür faaliyetlerinden futbol takımlarına kadar geçmişini her fırsatta ululayan bizler, nasıl oluyor da koskoca bir payitahtın vedasına göz yummuşuz? Neler yitip gitmiş ve neler son anda kurtarılmış? İlk sayfasından son sayfasına insanın göğüs kafesini zorlayan, üstelik bunu yaparken de o asırlık iklimin dilini, üslubunu ve şahsiyetini kalemiyle, fotoğraflarıyla bizlere hatırlatan büyük gönül eri Mehmed Safiyüddîn Erhan Beyefendi'ye borcumuzun ne olduğunun ispatıdır bu kitap. Maalesef bu borç, ödenebilecek bir borç da değildir. Biraz utanabiliyorsak, biraz vicdanımız sızlıyorsa ne âlâ...

Safiyüddîn Erhan Beyefendi, Bursa'nın en eski ahşap tekkelerinden birinde yetişmiş. Pederi, Tarîk-i Kâdiriyye'nin Eşrefiyye kolunun son postnişini. Dolayısıyla kendileri de nesiller boyu Türk tasavvuf ve vakıf geleneğini sürdürmüş Numaniyye Dergâhı'nın son temsilcisi. Düşünün ki bir restoratör bu iklimde yetişiyor. O kadar nadirattan bir durum ki işte kitap aslında muazzam tahsilin neticelerini anlatıyor. Elbette Safiyüddîn Erhan Beyefendi'nin yaşadığı zorlukları, çaresizlikleri ve yenilgileri de. Peki nerelerde emekleriyle iz bırakmış, nerelerin bedbaht vaziyetine şahitlik etmiş? Birkaçı şöyle: Yeşil Camii, Ulu Camii, Şihabüddin Lâla Şahin Paşa Külliyesi, Deveciler Kabristanı, Emir Sultan Külliyesi, Seyyid Usûl Dergâhı, İznik Eşrefzâde Âsitanesi, Üftâde Hazretleri Külliyesi, Bursa Mevlevihanesi, Niyâzî-i Mısrî Asitânesi, İsmail Hakkı Bursevî Dergâhı ve Hikmetîzâde Tekkesi, Karabaş Dergâhı, Şabanî Dergâhı, Nakkaş Ali Paşa Zaviyesi, Selâmi Dergâhı, Karagâdi Dergâhı, Pars Bey Türbe ve Zaviyesi, İlâhizâde Zâviyesi, Süleyman Çelebi Hazretleri Türbesi.

Bina edilmiş her şeye zevk-i selimlerini nakşetmiş eskiler şüphesiz ki taştan ahşaba kadar hiçbir eseri cansız bir varlık olarak görmemiş, onların sesini ve nefesini hayatlarına bir ahenk unsuru olarak işlemişlerdi. Bu sebeple yaptıkları her eser benzersiz bir estetiğe, üsluba sahipti. Onlara bakan bir daha bakmak ister, yanlarına ve çevrelerine bu nispeti bozmayacak yenilerini eklerlerdi. Anlatmaya gayret ettiğim bu ortam kendini en güzel biçimde Bursa'da insanlığa sunmuştur. Bunun için Abdülbaki Gölpınarlı, Bursa'yı "tarihi dile getiren, bir devleti kuran, derdini dermanıyla beraber bağışlayan, varlığı yıkayan, arıtan" bir şehir olarak görür. Bunun için Hasan Ali Yücel, Yaradan ve insanın birbirine en çok ve en derinden karıştığı yer için Bursa der. Ona göre Bursa'nın ölüleri insana diri gelir. Sadece onun için değil, Bursa'nın manevi lezzetini tatmış herkes için. Peki Bursa denince akla muhakkak gelmesi gereken bilge mimarımız Turgut Cansever ne der? Buyurun: "Bursa, narinliğin yanında vakarın ve yüceliğin yaşandığı şehirdi, insanlığa Osmanlılar tarafından hediye edilmiş cennetti."

Mehmed Safiyüddîn Erhan Beyefendi, Bir Zamanlar Bursa'ydı kitabında ne bu sütuna ne de sayfalara, kitaplara sığdırılamayacak bir büyük hikâyeyi anlatıyor. Bursa'nın nereden gelip nereye gittiğine hepimizi tanık tutuyor, herkesin bu dertten nasiplenmesini istiyor, iyinin ve güzelliğin kaybı karşısındaki endişesine bizi de ortak kılıyor. Kitabın medhal yazısındaki şu sözler, hepimizin durup silkelenmesine vesile olmalıdır, pür dikkatle okuyalım lütfen: "Üslûp ve asaletinden zevk aldığımız değerlerimizden gelecek nesillerin de bozulmamış asli örneklerini görerek istifade edebilmelerine ilavede bulunabilmek için en güzel senelerimizi bu eserlerin tamirinde fiilen çalışarak değerlendirme gayreti içinde olduk. (...) Bu kabil çalışma ve takiplere dinî ve millî hislere sahip bütün sanatseverleri davet ederek içerisinde bulunduğumuz vahim gidişâtı tespitle tarihe mal ediyoruz."

Bu yazıya nasıl bir son vermem gerektiğini düşünürken bir Bursalı olarak çok zorlandığımı belirtmek isterim, tıpkı yazıya konu ettiğim kitabı bitirirken olduğu gibi. Baktım ki gönlüm ve dilim işin içinden çıkamıyor, Hasan Ali Yücel'in Bursa'yı kendince anlattığı, Bir Zamanlar Bursa'ydı kitabının fakir için en sarsıcı metninden bir paragraf imdadıma yetişti. Mehmed Safiyüddîn Erhan Beyefendi'ye en içten selâmlarımı ve hürmetlerimi sunar, sizleri şu nefis cümlelerle baş başa bırakırım: "Bursa benim için bir "dış" değil bir "iç"tir. Zevksiz eller ona kıyabildiği kadar kıysın, gözümde ve gönlümde hiçbir değeri değişmez. Bu yurt bucağı, bu vatan köşesi, her vakit yüreğimdedir. Bursa, hakikati hayal yapan kutsal bir diyardır. Bursa, bir coğrafya gerçeği olmaktan çok bir tarih, hattâ tarih olmaktan da ileri bir şeydir. Bursa, Türklüğün, Konya gibi, beşiklerinden biridir. Her Türk, biraz Bursa'da doğar, onun için Bursalı olmayan Türk yoktur; diyebiliriz."

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder