1 Haziran 2020 Pazartesi

Dünyanın çilesinden kaçabilir miyiz?

İbrahim Ethem Hz. menkıbeleriyle tasavvuf anlatılarının ve veliler kervanının önde gelen şahsiyetlerinden. Belh’in hükümdarıyken sahip olduklarını ve saltanatını terk etmesi sebebiyle destanlaşan hayatı, İslam edebiyatında manzum ve nesirlere dönüştü. Hayatı ve kişiliği etrafında oluşan hikayeler, destanlar ve menkıbeler şeklinde edebî eserlere konu oldu. Hakkında yazılanlar ve sözlü gelenekle aktarılanlar İslâmiyet’i halka peygamberler gibi kutlu şahsiyetlerin hayatlarından örnek göstererek anlatma amacı taşıyordu. Necip Fazıl da aynı amaçla, yazdığı yüzün üzerinde eserde olduğu gibi, kendi deyimiyle Allah demenin yasak olduğu bir dönemde bu piyesi yazdı. Menkıbeler etrafında dolaşarak yazılan piyes beş perde halinde 1978’te yayınlandı.

Piyes iki dervişin hükümdar İbrahim Ethem’in huzuruna getirilmesiyle başlar. Dervişler camide namaz sonrasında cemaate "Böyle Müslümanlık olmaz" diye nida etmiş, sultanın halinden de "İşi gücü sırmalı elbiseler, altun tasmalı tazılar arasında, sülün ayaklı küheylanlar sırtında ava çıkmaktan ibaret olan bir sultandan ne hatır gelir?" diyerek şikâyet etmişlerdir. İbrahim Ethem onları huzuruna çağırır fakat, cezalandırmak için değil dervişlik hakkında sorular sormak için. Onların gerçekten hak ehli zatlar mı yoksa ham ve kaba softalar* mı olduklarını öğrenmek ister. Çünkü avda yaşadığı, menkıbelerde çokça anlatılan bir olay onu sarsmıştır. Buna göre, İbrahim b. Ethem gençlik çağında avlanırken, hâtiften ya da avlamaya çalıştığı ceylandan iki kez: “Sen bunun için mi yaratıldın yoksa bu işe mi memur kılındın?” diye ses duymuştu. Dervişleri adeta sorgular ama cevaplarından mutmain olmaz. Kendisine edilen ihtarın anlamını onlarda bulamasa da ruhunu tırmık tırmık pençelerler.

‘’İbrahim Ethem - Allah'dan dilerim ki, bir gün, bu yolu tam gösterebilecek birini çıkarsın karşıma!
Derviş - Allah bir gün belki de seni çıkarır senin karşına...’’
Çünkü bir cevap vermek yahut dervişlik onların elinde değildir. Zira, Hadi (hidayete erdirici) ancak O’dur.
"İbrahim Ethem - Sen arada bir hikmetli lâflar ediyorsun, ama dilediğimi veremiyorsun!"
"Derviş - Haddime mi düşmüş benim... O verir. O!.."
"İbrahim Ethem - İstemekle mi verir?"
"Derviş - Dilerse istetir, öyle verir. Dilerse ne istetir ne bir şey; uykunun içinde bile tepene tokmakla vurup seni kaldırır, verir."

Öyle de olur. Tahtında uyuyakalan hükümdar tavanda tüyler ürpertici bir tokmak sesiyle uyanır. Kim var orada diye bağırır, ses ‘‘Yabancı değil, bir katar devem vardı; kaybettim, onu arıyorum.’’ der. İbrahim Ethem ‘‘Deli misin sen kaybolan develeri sarayın damında arıyorsun?’’ diye sorunca ses, heybetli, tane tane ‘‘Ey gafil, sen de Allah’ı ipek ve atlas kaftanlar içinde inci ve altın tahtlar üzerinde mi arıyorsun?’’ diye cevap verir. Halk arasında da çokça bilinen bir menkıbedir bu olay aynı zamanda.

İkinci perdede karşımızda arayış içinde bir hükümdar vardır. Halkını ayak divanında toplar, muradı kendisini Hakka götürecek bir Allah ehli bulmaktır. Omuzundaki saltanat yükünü taşıyamayacak haller geçirmektedir. Halkının rızasını da alarak ayrılmak ister. Ona göre koyunun hesabını dahi düşünen Hz. Ömer bu rikkatiyle imtihanı kazanacaktır, ama kendi omuzları bu yükü taşıyamamaktadır. ‘Ya benim çilem, hepsi boş, hepsi riyakarlık.’ diye düşünerek sahip olduğu unvan ve mülkü terk eder.

"Onu bulacağım! Beni yaratanı bulacağım! Yaratıldığımdaki murada ereceğim! Alemleri insan için, insanı da kendi visali için yaratanı bulacağım.’’

Aslında İbrahim Ethem sahip olmak ve olmak arasında bir tercih yapmıştır. Erich Fromm’a göre “Sahip olmak” ile “olmak” arasındaki farklılık, yaşamı ya da ölümü sevme eğilimleriyle birlikte, insan varoluşunun en önemli sorunudur. "Ol-mak", yüzeysel görüntüleri aşıp, onların ardındaki gerçeği kavramakla gerçekleşebilir ancak. Kendisini sürgün eder, zühd ve ruhi ahlaka yönelir.

"Bu dünyada ne varsa gurbet... Bütün varlıklar yokluk, bütün sahiplikler yoksunluk…" "Pişiyorsun, ya İbrahim Ethem kaynamaya, fokurdamaya başlıyorsun!"

Üçüncü perdede İbrahim Ethem’in çilesi başlar, bu süreç aynı zamanda O ve Ben’i okuyanların bileceği gibi Necip Fazıl’ın kendi yolculuğu ve çilesiyle örtüşür. Aynı şekilde Yunus Emre piyesinde geçen nefsle olan mücadeleye de benzer. Karakteri yine nefs ve şüpheyle yüzleştirir. Nefs nedir? Ben’den ayrı bir varlık mı? Kötülüğü emreden bir ses mi, fısıltı mı? O ve Ben de kendisine gelen hataratları** anlattığı bölümde Necip Fazıl’a gelen düşüncelerle benzeşir İbrahim Ethem’e kendi içinden gelen ses. Nefsi algılayışı Çile’ de ‘benim köpek nefsim’ diye anlattığı bölümdeki gibidir. İbrahim Ethem de nefsinden sıkıntı içindedir. Öyle ki dağda kendi halinde olan bir çobanın haline imrenir. Necip Fazıl gibi, çilededir.

"Nasıl huzur içinde olabilirim? Perişanım nefsimden, nefsimin üflediği zehirli nefeslerden."

Dördüncü perdede olaylar Necip Fazıl’ın başka bir tiyatrosu olan Reis Bey’de yaşananlarla örtüşmektedir. Reis bey hapse girer, kendisine sataşan suçlulara müşfik bir şekilde muamele eder. Bu davranışı onların taşkın davranışlarını ve kalplerini yumuşatır. Benzer şekilde gemide bir adam insanları güldürmek için İbrahim Ethem’i alay konusu eder, sataşır. O da bunu hilm içerisinde karşılar. Hali hem adamın, hem gemideki insanların haline sirayet eder.

"İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel olan davranışla sav; o zaman bir de göreceksin ki seninle aranızda düşmanlık bulunan kimse kesinlikle sıcak bir dost oluvermiş." (Fussilet, 34)

Son perdede bir balıkçının yanında çalışır, ağ dikmekle nefsini meşgul etmek ister. Bir yandan da nefs hakkında balıkçıya, aslında okuyucuya, bilgiler aktarır. Çünkü Necip Fazıl verdiği yüze yakın eserde olduğu gibi net bir senaryoyla belirgin hatlar çizerek okuyucuya bir şeyler aktarmak derdindedir. Dava anlayışının, kendi hayatı, arayışı ve buluşunun piyese yansıdığı muhakkak. Diğer eserlerinde de görülen kendine has üslubu ve üzerinde durduğu nefs, ölüm, çile, hakikat gibi temel konuları yine İbrahim Ethem menkıbeleri üzerinden işler. Nefs nedir? Dervişlik nedir? Bir müminin hali nasıl olmalıdır? İnsanın arayışındaki çilede ne tür engeller vardır? Bu çile olmadan tamamlanmak mümkün müdür?

Bir Ruh Macerası’nda Ayşe Şasa’ya hocası Kemal Tahir şöyle der. "Dünya çilesinden kaçamazsın, hayatın meşakkatinden kurtulamazsın! İstersen dünyanın en zengin adamının kızı ol, servet insanı çileden korumaz. Biz bu dünyaya çile çekmeye ve pişmeye geldik.”. İbrahim Ethem de sahip olduklarını terk ederek dünyanın çilesinden kaçmanın aksine tam ortasına düşmüştür. Kendi el emeğiyle kazanmak ve helal lokma yemek bu yolda ilk amacıdır. Vefatının da sınır boylarında gönüllü olarak nöbet tutarken olduğuna dair rivayetler bulunmaktadır. Kolay bir hayata, iyi imkanlara sahipken bunu tercih etmesinin bir anlamı ve sebebi vardır. Burada tacı tahtı bırakmak kavramı bir metafor olarak düşünülebilir. Bu terk ediş, hakikati ararken girilen yolun rahat ve kolayın olmayacağı bir yol olduğu anlamını taşır. Her insan için yapabileceği, kaldırabileceği ölçüde bir yük, zahmet ve imtihan vardır. Zahmet olmadan, zorluklar olmadan insan tamamlanamamaktadır. Bu durum psikolojinin de felsefe ve dinlerin de üzerinde durduğu bir konudur. Pozitif psikolojide karakter erdemlerinin ortaya çıkması, hayatın anlamlı olması için bir zorluk, bir çile yaşanması gerektiği vurgulanır. Çünkü belli karakter erdemlerini kazanmış olduğuna hemfikir olduğumuz insanlara baktığımızda görürüz ki yaşadıklarının ortak özelliği zorlanmış olmalarıdır. Zahmet çekmişlerdir. Ve ancak çekilen zahmet ölçüsünde bir itminan, anlam ve rahmet vardır.

Asude Sena Muğlu
twitter.com/asudesna

*Ham ve kaba softa: Nfk’nın birçok eserinde kullandığı tabir. ("İslam’ı kendi çıkarları uğruna ve başkalarının emelleri doğrultusunda kullanıp, kafalarına göre Müslüman portresi belirleyen ve de halka bunu yutturmaya çalışan, sonuç itibari ile de İslam düşmanlarının eline müthiş bir koz veren insanlardır.")

**Hatarat: “Aklına gelmek, hatırlamak, içine doğmak” anlamındaki hutûr kökünden türeyen hâtır kelimesinin çoğulu olup insanın iradesi dışında zihnine gelen iyi veya kötü düşünceleri ifade eder.

Yazıda Faydalanılan Kaynaklar:
https://issuu.com/sibirturan/docs/nameefd1e4 (Kitaba buradan ulaşılabilir)
Erich Fromm, Sahip olmak ya da Olmak
Gül, Halime. İbrahim bin Ethem ve tasavvuf tarihindeki yeri. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2008.
Nurcan Öznal Güder, Dâstân-ı İbrâhim Edhem (yüksek lisans tezi, 1992),
https://islamansiklopedisi.org.tr/ibrahim-b-edhem#2-edebiyat
https://www.ulkucudunya.com/index.php?page=haber-detay&kod=395

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder