30 Aralık 2019 Pazartesi

Çekirdeği olsa, bozkır kalır mıydı bozkır?

Cumhuriyet tarihinin üzerinde en çok tartışılan konularından biri Köy Enstitüleri’dir. 1940 yılından itibaren Tek Parti yönetimince açılmaya başlanan köy enstitülerinin kapanışı, Demokrat Parti zamanında, 1954 yılında olmuştur. Üzerinde polemik yapılmasının önemli nedenlerinden biri de bu enstitülerin açılışını başka kapanışını başka partinin yapmış olmasıdır. Çünkü köy enstitüleri, üzerinde çok fazla tartışma dönse de, sosyal medya ve internette karşılaşılan birkaç yüzeysel bilgi dışında çoğu kimsenin -konuya özel ilgi duyanlar dışındakilerin- çok da bilgisi olmadığı kurumlardır. Bu yüzden mutlaklaştırılmıştır kimilerince. Bazı kesime göre kapatılması tamamen hatadır, çünkü oralardan tam donanımlı öğretmenler çıkıyordur ve çıkacaktır. Türkiye gelişecek eğitim şahlanacaktır. Kimilerine göre de bu kurumların bir faydası yoktur hatta zararı vardır, komünizm propagandası yapmakta ve çocukları küçüklükten öğretmenliğe kadar bu propaganda ile yetiştirmektedir. Sonuç olarak köy enstitüleri çok uzun sürmeyen bir projedir; ancak üzerindeki tartışmalar hiç bilgisi olmayanlarca bile halen devam etmektedir.

Kemal Tahir, Osmanlı ve Türk tarihinin sinir uçlarına, önemli olaylarına dokunmayı seven bir yazar. Gerek ekonomik gerek siyasal gerekse eğitim alanında konuşulması istenmeyen veya konuşulması belli bir kalıp dışında yasaklanan şeyleri romanlarında her zaman işlemiş bir yazar. Örneğin İzmir suikastını anlattığı Kurt Kanunu, mütareke yıllarını anlattığı Esir Şehir üçlemesi ve yaşadığı tarihlerde konuşulması bir tabu olan Osmanlı’nın, kuruluşunu konu edindiği Devlet Ana bu durumun en önemli kanıtlarıdır. Tabii Kemal Tahir köy enstitüleriyle de ilgili fikir sahibidir ve köy enstitülerinin her alanıyla ilgili söyleyeceği şeyler vardır. Bunları da 1967 yılında yayımladığı Bozkırdaki Çekirdek kitabıyla söylemiştir.

Kemal Tahir kitabını üç ana bölüme ayırmış: Ortam, Deney ve Bozkırdaki Çekirdek. Bunları da kendi içinde ve isimlendirerek kısımlara ayırmış yazar. İsimlendirme Kemal Tahir romanlarında önemli bir şey. Sadece kitaplarının isimleri değil bölüm içi isimlendirmeler de yazar için önemlidir. Çünkü bu isimlerle yazar bütün bölümü bir veya birkaç kelimeyle özetler. Örneğin ilk bölüm olan Ortam’ın alt başlıkları Çatı, Taban, Çevre ve Pazar’dır. Tahir bütün bu bölümleri ilk bölümün asıl meselesi olan ortama bağlar ve bu ortamı da kendi içinde böler.

İlk bölümün ilk kısmı mekân olarak Ankara’da, Tek Parti Genel Sekreteri’nin bürosunda geçer. Kişi olarak karşımızda Tek Parti Genel Sekreteri, Karayağız Milletvekili, Profesör Milletvekili, Paşa Vekil ve İlköğretim Genel Müdürü vardır. Ağırlıklı olarak diyaloglar üzerinden ilerleyen bu bölümde milletvekilleri arasındaki siyasi güç savaşı göze çarpar. Köy Enstitüleri’nin kapatılması veya bu kurumların devamı konusuna görüş ayrılıkları vardır ortamda bulunan kişilerin. Fakat mihver Milli Şef’tir. Ona göre konum alınır. Konu Çankırı-Çorum-Kastamonu illerinin kesişim noktasındaki Keşiş Düzü’ne yeni açılacak enstitüdür. Konuşmada köy enstitülerine nasıl öğrenci bulunacağı, bu kurumların köylüye ve millete faydası, buradan çıkacak öğretmenlerin nasıl kullanılacağı gibi konular konuşulur. Amaç köyü değiştirmektir:

Şehir çocuğuna gerekli öğretim başka, köy çocuğuna başka… Enstitülerde yeterince genel bilgi, meslek bilgisi veriyoruz. İstediğimiz, köy yaşayışında öncü, sözü geçer, saygılı, kendine fikir sorulacak, akıl alınacak insanı yetiştirmek… Öncelik tanıyoruz pratik bilgilere… Bunun da belkemiği, çalışmaya gidecekleri yer köy olduğu için: tarım…

Fakat bu, bürokraside, devletin üst katmanlarında böyledir. Bozkır, taşra farklıdır. Bu romantik amaçlar zaten ortamdaki diğer milletvekillerince de çok inanılan şeyler değildir. Bu projeye duruma romantik yaklaşan bir avuç insandan başka inanan yoktur. İlk bölümdeki mekânı kitabın kalan kısmında göremeyiz. Kemal Tahir bundan sonraki her bölüm ve kısmı taşrada, enstitünün kurulacağı bölgelerde geçirir. Fakat ilk kısım Çatı’daki genel kapsam, kitabın diğer bölümlerinde daha spesifik konulara doğru eğilir. Çatı’da okur, köy enstitülerinin o ana kadarki bütün defolarını da görür. (Yanlış yerden öğrenci seçimleri, hazır binaların kullanılması, köylerdeki yarı feodal düzenin hesaba katılmaması, köy eğitmenlerinin çocukları kendi özel işlerinde kullanması vb.) Zaten kitabın ilk kısımdan sonraki bölümleri bu defoların ortaya dökülmesi şeklinde ilerler.

İlk bölümün diğer üç kısmı Taban, Çevre ve Pazar kurulacak enstitüye en yakın köy olan Şirin Köyü ve kasaba olan Ilgaz’da geçer. Bu kısımlarda yerel kahramanlar kitaba dâhil olur. Cinci Nezir, Zeynel Ağa, Topal Muhtar, Yamörenli Eğitmen Murat, Sultan, Öğretmen Nuri Çevik, Enstitü Müdürü Halim Akın, Başeğitmen Cemal Avşar ve Öğretmen Emine Güleç gibi kahramanlar üzerinden hem köy ve kasaba halkının sosyal yaşamı, eğitim düzeyi gibi şeylerin panoraması çizilir hem de enstitüye, halkın deyimiyle ‘esdüdü’ye bakışı işlenir. Taşranın kendi kurallarının olduğu, devlet ve kasaba halkının ‘çarpıştığı’nı okur fark eder. Devlet ve halk fikren çarpışır fakat güçsüz olan tarafın riyakârlığı da ön plana çıkarılır. Her bir karakterin özellikleri ilk bölümün her kısmında detaylı işlenir. Okur açısından bir açık kapı yoktur. Kim iyi kim kötü ortadadır. Aynı zamanda mekânın kişiler üzerindeki belirleyiciliği de işlenenler arasındadır. Yerel halkın önde gelen isimlerince yapılan şark kurnazlığı, para hırsı, cahillik ve devlete karşı duyulan korku ön plandadır. Enstitü olayı, yukarıdakilerin ayrı, aşağıdakilerin ayrı güç savaşı verdiği bir durumdur. Kemal Tahir birinci bölüm Ortam’da okura kısaca “enstitü olayında yukarıda, yani Ankara’da durum bu, aşağıda, yani taşrada durum bu, bir de arada enstitülere polyannacı bir şekilde yaklaşanlarca da bu” der.

İkinci bölüm olan Deney kendi içinde dört kısma ayrılır: İnanç, Kaynak, Keşiş Düzü, Dumanlı Boğaz. Bu isimlendirmelerden zaten hangi ismin altında neler işlenmiştir fark edilebilir. İnanç kısmında bu köy enstitülerine olan inanç; Emine Güleç, Halim Akın, Nuri Çevik ve Cemal Avşar üzerinden işlenir. Ancak İnanç kısmının bir karakteri vardır. Az sözle çok şey anlatan ve bu dört inanmış öğretmenin aklını, enstitülerin gerçekten başarılı olup olamayacağı konusunda karıştırmış olan biri: Müfettiş Şefik Ertem. Şefik Ertem Milli Eğitim müfettişlerindendir ve köy enstitülerinin başarılı olamayacağını, hem yöntem açısından hem devletin taşraya olan tavrı açısından tamamen yanlış bir planlamayla oluşturulduğunu savunur. Bu, romantik bakış açısına sahip öğretmenlerin arasından realist bir bakışla sivrilen bir karakterin durumu objektif değerlendirmesidir. Özellikle bu enstitülerin tepeden inmeci bir şekilde oluşturulmuş olması, devletin, taşranın kendi dinamiklerini hesaba katmadan bu projeyi gerçekleştirmesi Müfettiş Şefik Ertem’in önemli fikirlerindendir:

…Çok arandı köyü ihya edecek okul tipi… Sonraları anladım ki, böyle saman alevi gibi parlayışlarımız hep kolaya kaça huyumuzdanmış… Kaytarmacılığımızdan… Köye bir bina yapıp bir de öğretmen göndererek bütün zorluklardan kurtulmak. Aklı erenler, ‘olmaz öyle şey!’ dediler. Dört süngülü ile koca bir istibdadı deviren inkılapçılar bilmiyorlar ki, köyü yaşatacak okul değildir, okulu yaşatacak köydür. Öyleyse, ‘Köylü bizden nasıl bir okul istiyor?’ diye düşünmeliyiz. Yoksa hükümet zoruyla kurulan okul da mekanik olarak dıştan kurulan her müessese gibi böyle dayanak noktası bulamaz, en geç batar.

Bu bölümün en önemli kısmı yukarıda da bahsettiğim ilk kısım olan İnanç’tır. Diğer kısımlarda, örneğin Kaynak’ta, enstitüye alınan çocukların köylerinden enstitünün kurulacağı binaya taşınma süreci, Keşiş Düzü’nde enstitü için yapılan faaliyetler anlatılır. Özellikle bu faaliyetlerde çocukların hayal kırıklıkları yer alır. Çünkü onlar, derli toplu bir binaya gideceklerini sanırlarken düz bir arazide tamamen beden gücüne zorlanarak bir şeyleri oluşturmaya zorlanırlar. Çadırlarda kalırlar, suları yoktur, hastalanırlar, köylüyle çatışırlar ve hatta aralarında ölen olur. Çünkü devlet böyle istemiştir, hazır binada eğitime başlayan enstitülerin köy gerçeğini yakalayamayacağını düşünmüştür. Ancak bu durum bazı çocukları enstitü fikrinden uzaklaştırır. En çalışkan ve bu bölümün asıl kahramanlarından biri Yusuflu Esef’tir. Köy gerçeğini de bilir, enstitünün değerini de. Ve bölümde işlenen birçok olayın merkezindeki karakterdir. Dumanlı Boğaz’da da Keşiş Düzü’ndeki olaylar devam ettirilir. Küçük bir komün ortaya çıkmaya başlamış, köylüyle, özellikle Cinci Nezir’le çekişmeler artmıştır.

Kitabın son bölümü Bozkırdaki Çekirdek olayların da çözümlendiği ve nihayete erdiği yerdir. Bu bölüm de kendi içinde beş kısma ayrılır: Kara Değirmen, Sığınak, Tıkaç, Sanık, Kara Değirmen. Olayların Cinci Nezir’in kara değirmeninde başlayıp orada bittiği bir bölüm oluşturmuştur Tahir. Kara Derviş’in, yani Cinci Nezir’in asıl kahramanlardan olduğu bir bölümdür. Bu bölümde çocuklar ve öğretmenler eliyle kurulmasına başlanan ve iyice geliştirilen enstitü bolca işlenir. Yapılan işlere geniş yer ayırmıştır yazar. Evet, çocuklar arada sırada bu kadar çalıştırılmayı sorgulamaya başlamıştır ancak zaten gönülsüz gelen Hıdır Molla dışında bir fire verilmez: “…Gündüzleri kendini işe kaptırıp zorlarken, arada bir durup böyle gerindiği, Türkçesi, yıldığı sıralar bu aralıksız yorgunluğa nasıl dayandığını anlamıyordu. ‘Haklı şu namussuz Molla! Adam, köyünde uğraşsa bu kadar, çoğa kalmaz zengin olur. Nedir peki?’

Şefik Ertem bu bölümde tekrar karşımıza çıkar. Bu sefer resmi bir görevle gelmiştir enstitüye. Müdür Halim Akın’la olan konuşmaları kitabın fikrî olarak omurgasını oluşturur. Çünkü Kemal Tahir okura aksettirmek istediği fikirlerinin çok büyük kısmını müfettişin dilinden işlemiştir. Bu da karşımıza sadece iki kez çıkar. Müfettişin olduğu sahneler artırılsaydı, daha didaktik bir kitap olacak olmakla beraber, köy enstitüsü fikrinin ‘yukarıdan’ nasıl görüldüğü çok daha iyi anlaşılacaktı. Şefik Ertem’in, Müdür Halim Akın’ın enstitülere taktığı bozkırdaki çekirdek adına atfen kullandığı şu cümle, hem onun hem de yazarın bu kurumlar hakkındaki genel fikrini yansıtır aslında. Bir de bu çabaların ne kadar beyhude olduğunu:

Bakacaktın Enstitücü Halim… Bakaydın, belki çıkarabilirdin kendi başına… Çekirdeği olsa, bozkır kalır mıydı bozkır?

Bu cümle belki çok üstten bir bakış açısına sahip birinin cümlesi gibi görülse de kitabın geneline baktığımızda böyle olmadığı görülebilir. Bozkırın işlevsizliğinden ziyade kurumların ölü doğmuş bir proje sonucu oluşturulduğunu söylemek için kullanılmıştır.

Bir iki eleştiriyle yazıyı sonlandırayım. Bir kere Kemal Tahir’e pek yakışmayacak bir sonu olduğunu düşünüyorum bu kitabın. Silahlı bir çatışmayla sonuçlanacak bir kitap değildi bu. Yatağında usul usul akıyordu kitap. Bazen debisi yükselse de bunu iyi ayarlamıştı yazar. Ancak bu son, eğreti durmuş bu temaya. İkinci olarak, birinci bölümün ilk kısmı olan Çatı, olmasa da olurdu. Ne oradaki mekânı ne de oradaki karakterleri görüyoruz bir daha. Evet, devletin zirvesinde bu kurumlara nasıl bakıldığının gösterilmesi açısından önemli ancak bunu kitabın içine yaysaydı çok daha başarılı anlatım sağlardı yazar.

Fakat her şeye rağmen Kemal Tahir’in dili en iyi kullandığı kitaplardan biri olmuş Bozkırdaki Çekirdek. Zaten yazar, o bölgede uzun yıllar hapishanede kaldığı için yerel dile oldukça hâkim. Bir de halkın iç dinamiklerini iyi işlemesi ekstra bir artı değer katmış kitaba. Salt iyi veya salt kötü karakterler oluşturmak yerine her yönüyle ‘insan’ı anlatması, zaten yazarın usta olduğu konulardan.

Kemal Tahir, halen tartışılan bu kurumlarla ilgili bize ‘işin bir de bu yönü var’ diyebilen ender yazarlardan. Bu kurumları putlaştıran veya hakkında az da olsa bir şeyler okumak isteyenler mutlaka bu kitaba bakmalıdır. Evet, bu bir roman; ancak yanlış bilgilerle doldurulmuş değil. Belki biraz subjektif, o kadar.

Mehmet Akif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif10

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder