16 Aralık 2019 Pazartesi

Gelecekten geçmişe garip bir yolculuk

Lambadan bir cin çıksa ve bize bir dilek hakkımız olduğunu söylese, acaba kaç kişi hayatında hatırı sayılır bir sene geri gitmek isterdi? Üstelik şimdiki aklıyla. Geri gitmeyi tercih edenler, bunu ne için isterdi? Bazı yanlışlarını düzeltmek için mi, hayatındaki bazı kör noktaları çözmek için mi, yoksa yeni baştan bir gelecek kurmak için mi? Alper Canıgüz’ün son kitabı, yukarıdaki türden soruların gerçekleşmiş halinin içine düşmüş bir kahramanın, Aziz’in başından geçenleri anlatır.

Türk edebiyatının en şahsına münhasır yazarlarından olan Alper Canıgüz’ün, Kan ve Gül: Bir Kara Dejavu kitabı, 2017 yılında April Yayıncılık etiketiyle yayımlandı. Okurlarını son kitabından sonra dört yıl kadar bekleten Canıgüz, sağlam bir roman ve değişmeyen yüksek temposuyla bizleri selâmlıyor yine. 212 sayfadan ve 13 bölümden oluşan romanın başkarakteri Aziz’in başından geçen ilginç ve gizemli bir durumun anlatıldığı kitap, başından sonuna kadar Aziz’in bakış açısıyla anlatılır. ‘Saçma sapan’ aşk romanları çevirisiyle geçimini sağlayan; ancak bir gün Sait Faik hikâyelerini İngilizceye çevirme idealini her zaman diri tutan, evlenip boşanmış ve çok da iyi bir baba olduğu söylenemeyen, bazen uçarı, kendine güvensiz bir tipleme olarak karşılaştığımız Aziz’le, romanın sonundaki huzura kavuşmuş Aziz arasındaki farkın sebep olduğu olaylarla, yazar, yine başarılı bir kurgu ortaya çıkarmış.

Gelecek, bazıları için, hakikaten de uzak bir hatıradan ibarettir. Böyleleri açısından varoluş, hayatın meşum bir noktasında, şimdiki zamandan ileriye doğru uzanan bir yol olmaktan çıkıp, onları geçmişle gelecek arasın sıkıştırıp bir hapishaneye dönüşmüştür. Bu, trajik bir hal midir? Herhalde öyledir. Fakat burada bize düşen, kimseyi yargılamak değil; bir köle, ama muhakkak ki pek isyankâr bir köle saymak gereken insanın hazin kaderine dair bir hikâye anlatmak. O yüzden, gelin, az önce sözünü ettiğim iflah olmaz türün bir mensubu sıfatıyla, size her şeyi ta en ortasından başlayarak anlatayım.” diyerek hikâyesine giriş yapar Aziz ve hikâyesini anlatmaya başlar. Kızının gösterisini seyretmek için gittiği ve aynı zamanda mezunu olduğu Boğaziçi Üniversitesi’nde başına gelen bir olaydan sonra, 1994 yılına dönen; fakat gelecekteki aklına sahip olan Aziz, yirmi yıl önceki hayatının gizemli dehlizlerini dolaşır ve gelecekte yaşadıklarıyla (o zaman için yaşayacaklarıyla) bağlantı kurmaya çalışır. Aynı zamanda, geri döndüğü tarih olan 1994’teki bir cinayeti engellemeye çalışan Aziz’in, hayatıyla ilgili öğrendiği birçok detay, yirmi yıl sonraki iç huzurunu kazanmak için oldukça önemli olur. Üniversite hayatına dönmeden önce “Yediğim lokma boğazıma takılıverdi. Yakıcı konulara dokunmadan, havadan sudan sohbet edebilecekken dostça bir sorumluluk duygusuyla konuşması duygulandırmıştı beni. Ne kadar ender karşılaşıyordu insan böyle şeylerle. İçime bir sıcaklık yayıldı. Ne ki, bu muhabbet dolu hislerim fazla uzun sürmeyecekti. Saffet’in sözlerinin sevgiden ziyade acımadan kaynaklandığı gibi bir kuşkuya kapılınca feci rahatsızlık duydum. Hâlbuki ben değil miydim, sevdiğim herkese biraz da acıdığımı söyleyip duran? Belki kendime ve herkese yalan söylüyor, belki de iyicil hiçbir şeyi hak etmiyordum” şeklinde kendi hakkında fikirleri olan Aziz, sonrasında “üzerimizde melekler dans etmekteydi” diyebilecek bir iç dinginliğe kavuşur.

Kitabın 49.sayfasına kadar gelecekteki reel hayatta geçen roman, 49.sayfadan itibaren kitabın son bölümü olan 13.bölümün başlangıcına kadar, Aziz’in döndüğü 1994 yılını anlatır. Aziz dejavu yaşadığı anı “Rüyanızda rüya gördüğünüz şüphesine düşerseniz, kesinlikle rüya görüyorsunuzdur. Öte yandan, hayat denen şeyi bütünüyle bir rüya olarak kabul etsek dahi, onun uyanıklık tabir edilen yakasındayken bunun farklı bir ontolojisi bulunduğunu ayrımsayabilirsiniz. Burada gerçek ile hayali ayırt etmek için bilimsel bir yöntem yoktur. Tek referansınız, düşünen şeyin, düşündüğü her şey yanıltıcı olsa dahi, varlığını yadsıyamayacağınız o noktadır. Hasılı, düşünüyordum ve vardı! Yaşadığım her şey, gerçek denince ne anlıyorsanız, o kadar gerçekti. Açlık ve üşüme de, bu hissi büsbütün güçlendiren unsurlardı” şeklinde tanımlayarak aslında tam olarak ne yaşadığını kavramaya çalışır.

Bu zamandan sonra son bölüme kadar tamamen geçmişinde kendinin ve geleceğinin peşinde koşan Aziz, eski karısıyla, tiyatrodan arkadaşlarıyla, geçmişini ilk yaşadığında hiç tanımadığı ancak ikinci sefer 1994’e döndüğünde tanıdığı Abdül’le garip, heyecanlı ve artan bir tempoda olaylar zincirine girer. Canıgüz, bu süreçte salt bir romandan çok, politik ve sosyal dönem değerlendirmelerini de yapmayı ihmal etmez.

Bundan önceki kitaplarından daha fazla oranda fikirlerini kitabın kurgusu içinde eriten yazar, genelde sırıtmayacak bir anlatımla bunları okurla paylaşır. Karakterlerinin psikolojik alt yapılarını oluşturmada başarılı olan Canıgüz, hikâyenin gizemini nerede koruyacağını, hikâyeyi nerede açacağını iyi belirlemiş. Ayrıca Aziz’in içine düştüğü olağanüstü hâlin verdiği duygudan kısa sürede kurtulmasının ve geçmişi değiştirerek geleceğe yön vermeye çalışmanın ‘çok’ gerçekçi olmayacağını düşündüğünden olsa gerek, Aziz’in kendi kendine gerçekleştirdiği iç sorgulamalarla bu durumu (her ne kadar olağanüstü olsa da) gerçeklerden saptırmamayı başarmış: “Peki insan hakikaten geçmişi değiştirebilir miydi? Ben pratik olarak içinde bulunduğum anı değiştiriyor ve neticenin umduğum gibi gelişmesini bekliyordum. Amazon’da bir kelebeğin kanat çırpması Amerika’da bir kasırgaya yol açıyorsa, bir aşk romanları çevirmeninin belediye otobüsü gasp etmesinin nasıl sonuçlar doğuracağını tahmin etmek mümkün müydü? Yani bizzat yapıp ettiklerimle olayların seyrini belirlemekteydim. Bu durumda geleceği görmek gibi bir avantajdan söz etmek güçtü. Belki de elime geçen tek şans, zarları bir kez daha atma fırsatından ibaretti. Belki de mühim olan geleceği değil, geçmişi görebilme yeteneğiydi. Belki de, hayatın kontrolsüz bir düşüş olduğunu kabul edip ona mutlu bir son aramak yerine, iyi bir hikâye olmasına gayret etmeliydim. Gençler bilseydi, yaşlılar yapabilseydi derler. Doğru muydu, görecektik bakalım?

Erdem Bayazıt’ın bazı şiirlerinin başında, o şiirin nasıl ve hangi tempoda okunacağı yazılıdır. Alper Canıgüz’ün kitapları da hızlı bir tempoya sahip anlatımıyla dikkat çekiyor. Bu romanı da tıpkı diğer romanları gibi hız yönünden hiç eksik değil. Hatta okuma temposu en yüksek kitabı diyebilirim. Kitap, yavaş okunmaya çalışılsa bile tempoyu kendi kendine artırıyor. Tabii ki buna sebep olan şey dilin yalınlığı ve üslûbun oldukça sade oluşu. Fazla süslemelere girmeden, benzetmelerinden zaman zaman Murat Menteş tadı alınan kitap, (Örneğin; …çifte su verilmiş çelik grisi gözlü adamlar…) okuru yormadığı gibi anlamı da ağırlaştırmıyor. Ayrıca anlatıma mizahî unsurların katılması Canıgüz’ün klasik tarzı oldu artık. Kan ve Gül’de de mizah öne çıkıyor ama haddinden fazla kullanılmadığını görüyoruz. Üstelik -daha önce değindiğim gibi- bu kitabında önceki kitaplarına göre daha fazla (ya da daha belirgin mi demeliyiz) kullandığı politik mizah da kitabın içinde başarılı bir şekilde eritilmiş ve konu bütünlüğüne sekte vurmadan anlatımı kuvvetlendirmiş:

Memleketimizdeki yükseköğrenim kurumlarından birine yolu düşen herkes, devletimizin bu ilim ve irfan yuvalarının üstüne nasıl titrediğini, kapıya yığdığı el güvenlik, polis gücü, çevik kuvvet ve hatta jandarmalara bakarak kolayca anlayabilir. Serbest düşüncenin kalesi üniversite, ülkemizde kelimenin tam anlamıyla kale gibi korunmaktadır yani. Hal böyleyken uluslararası akademik çevrelerde hiçbirinin esamisinin okunmaması, devlet büyüklerimizin pek çok farklı konuda defalarca dile getirdiği gibi, batılı güç odaklarının kıskançlığı dışında nasıl açıklanabilirdi cidden?

Yazarın özellikle bazı karakterler üzerinden aktardığı siyasi, sosyal ve psikolojik fikirlerinin okunmaya değer ve oldukça başarılı olduğunu; hatta Canıgüz’ün sadece roman değil, düşünce tarzında da eser verdiği takdirde romandaki başarısını yakalayacağını düşünüyorum. Ülke ve insanlar hakkında yaptığı başarılı gözlemlerini ince bir zekâyla birleştiren yazar, orijinal fikirlerle okur karşısında Kan ve Gül’de. Kanaatimce yazarın Oğullar ve Rencide Ruhlar’la beraber en iyi kitabı olmuş Kan ve Gül.

Mehmet Akif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif10

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder