“Marx, tarihin iki kez tekrarlama eğiliminde olduğunu söylemişti: Önce drama, sonra kaba komedi olarak.”
- Zygmunt Bauman, Bu Bir Günlük Değildir
Daha çok kurgu eserlerini okuduğumuz Jaguar Kitap’ın az da olsa kurgu dışı/düşünce ağırlıklı yayınları bulunuyor. Sosyolog Zygmunt Bauman’ın (1925-2017) kaleminden çıkan Bu Bir Günlük Değildir de onlardan birisi. İki yüz seksen sekiz sayfalık eserin çevirisi Didem Kizen tarafından yapılmış. Kitap, Bauman’ın 2010 yılının Eylül ayında başlayarak 2011 yılının mart ayına kadar geçen süreçteki notlarını kapsıyor. Toplamda yedi aylık bir süre içinde yazılan metin, her ay bir bölüm olacak şekilde oluşturulmuş ve yazılar tarih (ay/yıl) belirtilerek kronolojik olarak düzenlenmiş. Her ne kadar yazılar farklı günlere nispet edilerek yazılsa da ortaya çıkan ürün -isimlendirmede de belirtildiği üzere- bir günlük değil. Zira kitap ‘günlük duygu aktarımı’nın çok ötesinde güncel olayları geçmiş ve gelecekle ilişkilendiren esaslı analizler içeriyor.
Metnin formatı farklı olsa da Bauman okuru yine aynı muhalif-entelektüel karakter ile karşılaşıyor. Bauman her zaman yaptığı gibi sıkı bir ABD eleştirisi yapıyor ve Batı’nın tutarsızlıklarını, iki yüzlülüklerini sıralıyor. Eleştirilerini, Batı’nın ‘ilerleme’ dışında bıraktığı toplumları nasıl sömürgeleştirdiği ve çaresiz bıraktığı üzerinde yoğunlaştırıyor. Bu anlamda konuya tarihsel perspektiften bakan Bauman, Avrupa’nın sömürü açısından şansı olarak değerlendirdiği sanayileşme sürecinin bir daha yaşanmasının mümkün olmadığını belirtiyor. O dönem için üstün gücünü kullanan Avrupa diğer toplumları kolonizasyona tabi tutarak gücüne güç katmıştır. Bugünkü yaşananlar o dönem elde edilen üstünlüğün ve sömürünün sonucudur. Yalnız buradaki önemli konu, artık bu çarkın dişlilerinin kırılmaya başlamasıdır. Batı, on sekizinci yüzyıldan yirminci yüzyıla kadar geçen süreçteki kolonizatör üstünlüğünü daha fazla devam ettirememektedir. Döngüyü kıracak olan ise bugüne kadar sömürülen toplumların sadece Batı’ya karşı değil, Batı’nın iş ortağı yerel yönetimlere karşı da demokrasi, adelet, özgürlük, eşitlik ve hukuku önceleyen bir anlayışı benimsemeleri olacaktır. Bu aşamada Bauman, Batı’nın ‘öteki’ toplumlara yönelik demokrasi savunuculuğunu da diğer icraatları gibi riyakârca bulduğunu belirtiyor. Suç kapsamındaki kirli ilişkileri ve gayriahlaki olarak olayları yönlendirmesine yönelik örnekler bunun kanıtıdır. Batı sadece kendini düşünen hırslarına yenik düşmüş bir anlayışın ürünüdür.
Bauman, güncele dair gelişmeleri, zenginlik ve yoksulluğun oluşumunu politik icraatlar açısından irdeleyerek ulaştığı sonuçları küreselleşme, yerelleşme ve küreyerelleşme bağlamında ne anlama gelebileceğini açıklıyor. Özellikle ABD’deki gelişmeleri analiz eden Bauman, siyasi iktidarın sermayenin kontrolü altına girişini ve kapitalist sistemin lehine verilen kararları gösteriyor. Bu süreçte gerçeklerden soyutlanan vatandaşın retorik ile kolayca ikna edildiğini söylüyor. Sosyal hakları elinden alınan birey çalışma dünyasında vahşi rekabete dayanamamaktadır. Toplumun neredeyse tamamı hayatını kredi ve kredi kartlarıyla idame ettirmeye alıştırılmıştır. Ev, araba, iş hayaliyle borçlandırılarak geleceği ipotek altına alınan toplum için başka türlü yaşam düşüncesi ortadan kalkmıştır. Bir zamanların “fırsatlar ülkesi” olarak anılan ABD artık o özelliğini kaybetmiştir. Dolayısıyla bir kabusa dönen Amerikan Rüyası’ndan uyanmanın vakti gelmiştir. Bauman’ın ABD ile ilgili yazdıklarını Türkiye bağlamında değerlendirdiğimizde benzerliklerin dehşet verici olduğunu söyleyebiliriz. “Küçük Amerika” söylemi Türkiye için bir dönemin hayaliydi. Bu hayale göre “her mahallede bir milyoner” peydahlanacaktı. İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD güdümüne giren Türkiye’ye yapılan ‘yardım’ görünümlü ‘yatırım’ların karşılığını fazlasıyla verdiği görülüyor. Siyasi ilişkilere, iş dünyasının işleyişine, ülke politikalarının ve ssosyo-kültürel dokunun dönüşümüne baktığımızda ABD’nin küçücük bir imitasyonuyla karşı karşıyayız. Teknik olarak hiçbir farkın olmadığı bu yapıda sadece yerel unsurların kullanılıyor olması hiçbir anlam ifade etmiyor. Zaten Bauman da küreselleşmenin korkutucu yönüne karşın küreyerelleşme denilen olgunun uygulamaya sokulduğunu söylüyor. Bu açıdan Avrupa da dâhil olmak üzere dünyanın tamamında ürkütücü bir ABD hegemonyasının işbaşında olduğunu söyleyebiliriz. Burada Bauman’ın dikkat çektiği bir noktayı söylemek gerekiyor sanıyorum. Türkiye’deki Amerika(n)laşma politikaları sağ/muhafazakâr cenaha izafe edilir. Bu politikaların konjonktürel uygulayıcısı böyle gözükse de ABD’nin Türkiye’ye girişi, sistemi değiştirme y/etkisi ve yardımların başlangıcı kendini sol diye adlandıran yapı döneminde olmuştur. Kaldı ki, Türkiye’de yönetime gelen ilk sağ/muhafazakâr parti sol partinin içinden neşet etmiştir. Burada Bauman’ın dünya geneli için söylediği “sol, sol değil” tespiti Türkiye için de uygun düşüyor. Bauman özellikle sosyal demokratların liberallerin suyuna dümen kırdığını, bunun başlangıç noktasının ise “refah devleti” söylemi olduğunu belirtiyor. Sol da tıpkı sağ gibi konfor ve paranın peşine düşmüştür. Teorik söylem pratikte uygulanamamıştır.
Oldukça istifade ettiğim kitaptaki iki konu alışık olduğum Bauman figürünün dışında kalıyor. Bunlardan ilki olan, internet ve gençliği romantik derecede olumlayan bakışı -ki bu anlaşılabilir bir durum olarak görülebilir lakin metnin yazıldığı dönem itibariyle Mısır’daki gelişmelere atfen yazılan şeyler Bauman sağduyusuyla örtüşmüyor diye düşünüyorum. Müslüman Kardeşler’in demokratik yöntemlerle iktidara gelmesini Adolf Hitler (1889-1945) iktidarıyla (Hitler seçimle yönetime gelmişti) özdeşleştirerek sadece anakronizm yapmıyor Bauman. Aynı zamanda Batı’nın pozitivist bilimciliği temele alarak doğa bilimlerinin ilkelerini sosyal bilimlere uyguladığı genellemecilik/kesinlik hatasına da düşüyor. Farklı sosyo-kültürel yapıdaki iki toplumu aynı parametrelerle değerlendirmekle kalmıyor, farklı dinamikleri sahip iki olgu arasında olmuş olaylar üzerinden gerçekleşmemiş bir durumu açıklamaya kalkışıyor.
Değerlendirmelerinde çok yönlü bakış açısını benimseyen Bauman’ın yazıları tarihten ekonomiye, kültürden sanata kadar geniş bir alana yayılıyor. Örneğin aynı yazı içerisinde hem tarihten hem de internetten bahsedebiliyor veya sporla ilgili bir konuyu doğa sevgisi görünümlü popülizm ile harmanlayabiliyor. Ama genel olarak yazılarında kapitalizmin motor gücü olan tüketim kültürünü; zengini daha da zenginleştirirken yoksulu daha da yoksullaştıran liberal-ekonomik politikaları; internet ve teknolojinin insan hayatına etkilerini; küreselleşmenin getirdiklerini; teolojik anlayışın sosyolojik yansımalarını ve sosyo-kültürel farklılıkların çatışmacı yönlerini öncelediği görülüyor. Metinlerdeki temel izleğe baktığımızda yerel halklar, mülteciler, azınlıklar, etnik gruplar, demokrasi, adalet, eşitlik, özgürlük gibi kavramların öne çıktığını söyleyebiliriz.
Mevlüt Altıntop
twitter.com/mvlt_ltntp
Sonsuza çeşitliliğe sahip kitap paylaşımlarınızı ilgiyle okuyorum,arada atladıklarım olabilir. Bloğumun bir kısmında kitapları yorumlamaktayım. Sizin ve okuyucularınızın ilgisini çekebilir.
YanıtlaSilçok merak ettim ben bu kitabı
YanıtlaSil