Bir yazarı ilk defa okuduğunuzda, okunulan metni severseniz, yazarın sonraki her kitabını sevmeye yönelik –yanlış- bir tutum içine girebilirsiniz. En azından bu durum -bazı yazarlar- için bende bu yönde seyretti. Okuduğum ilk kitabını sevdiğim, beğendiğim yazarların sonraki kitaplarını da hep sevmeye zorladım kendimi. Fakat aynı yazarın beğenmediğim bir kitabı olduysa, içten içe bunu bilsem bile hep sevecek bir şeyler aradım. Murat Menteş’in Ruhi Mücerret romanında olduğu gibi.
İlk olarak -yazarın da ilk romanı olan- Dublörün Dilemması kitabıyla tanıdığım Murat Menteş’in tarzı, anlatım gücü, kelime oyunu becerisi, kitabın konusunun değişikliği gibi özellikleri beni etkilemişti. Daha önce bu tür bir roman okumamıştım. Yazarı biraz araştırdığımda bir romanı daha olduğunu öğrendim: Korkma Ben Varım. Üstelik aynı yazarın hiçbir yerde bulunmayan Kaosa Mütevazı Bir Katkı ve Aynalı Barikatlar adlı iki deneme kitabı ve bir de Garanti Karantina adlı şiir kitabı vardı. Elbette ulaşabildiklerimi hemen edindim. Şiirlerinde rastladığım dil, Dublörün Dilemması’ndan çok da farklı değildi ve hâlâ ilgi çekiciydi. Korkma Ben Varım adlı romanı ise yine severek, merak ederek okudum fakat yazarın aynı anlatım tarzını ikinci defa kullanmasının sebebini çok anlayamadım.
Hakkındaki olumsuz fikirlerimin o zamanlarda çok az miktarda olduğu yazarın, Ruhi Mücerret adlı kitabını ise her gün kitapçının yolunu aşındırarak bekledim. Hatta diyebilirim ki hiçbir kitabı bu kadar beklemedim. Çünkü diğer iki romanın anlatımı ve içeriği beni öyle sarmıştı ki farklı bir şeyler okuyor havasına girmiştim. Fakat Ruhi Mücerret’ten beklediğim birçok şeyi alamadım. Sanırım yazarın üslûbu beni yormuştu. Konuyu işleme şekli ise yeni bir şey vaat etmiyordu. Üstelik İletişim Yayınları’ndan April Yayınları’na geçtiği için mi olacak, yazar, kitap kapaklarında da köklü bir değişikliğe gitmişti. Dublörün Dilemması’nın nefis kapağından (İletişim Yayınları) ve Korkma Ben Varım’ın fena sayılmayacak kapağından sonra afili, yanarlı dönerli, ekranlı, bol görsel içeren, belki de bir çizgi roman kapağını andıran kapakla karşımıza çıkması da benim için ilk kırılma noktası oldu. Burada, kapağın önemli olmadığını da savunan birçok kişi olabilir. Fakat görselliğe bu kadar önem veren bir yazardan, daha başarılı bir kitap kapağı beklemek, hatta daha kaliteli bir kitap baskısı beklemek hakkımızdır diye düşünüyorum. Çünkü bunun Murat Menteş’le alakalı olduğu kanaatindeyim. Aynı yayınevi Alper Canıgüz’ün kitaplarını çok daha iyi basıyor bence. Dikkat çekici kapak tasarlamakla özensiz bir kapak tasarımı oluşturma arasında, Menteş, maalesef ikinci tarafa daha çok kaymıştı. Dikkat çekmeye çalışırken gözünü kanatmıştı okurun.
Gelelim günümüze… Murat Menteş’in yeni kitabını yayınevine gönderdiğini twitterdan açıklaması, bende yine yeni yeniden bir heyecan uyandırdı. Aslında ne ile karşılaşacağımı az çok tahmin ediyordum ama bir kere, hakkını vereyim ismi ilgi çekiciydi: Antika Titanik. Titanik zaten başlı başına ilgi çekici unsurken onu romanla birleştirip nasıl bir konu oluşturduğunu merak ettim. Ancak çıktığında gördüm ki kapak yine çok kötüydü. Bir kere artık her romanında yazan Dublörün Dilemması’nın yazarından ibaresi bu romanda da var. Murat Menteş hâlâ Dublörün Dilemması’nın ekmeğini yiyorsa orada bir sorun var demektir. Ucuz bir tanıtımdır bu. Bunu sadece tek kitabı başarılı olmuş yazarlar yapar (Acaba Menteş de mi öyledir?). Murat Menteş’in bu tür bir ibareyi kitabına eklemesine ihtiyacı olmadığını düşünüyorum. (Sadece Murat Menteş’in değil, hiçbir yazarın ihtiyacı olmadığını-olmaması gerektiğini düşünüyorum.) Yine yanarlı dönerli bir kapak ve yine hareketli bir ekranla karşımızda yeni kitap. Murat Menteş’e bu fikri kim veriyorsa bence bir an önce bundan vazgeçmeli. Eğer ki bu fikir Murat Menteş’e aitse, o zaman durum daha vahim. Kitabın kapağında Murat Menteş yazmasa, ben bu kitabı almazdım ve hatta bu kitabı marketlerde görsem hiç yadırgamazdım (Belki de satılıyordur, bana denk gelmedi). Bir kitap, önce ön kapağıyla daha sonra da arka kapak yazısıyla dikkat çeker. Can Yayınları’nın klasik tasarımını değiştirmesinin en önemli sebebi de budur. (İyi oldu kötü oldu ayrı bir tartışma) Maalesef ki Antika Titanik iki özelliğiyle de kendinden uzaklaştırdı beni ve birçok tanıdığımda olduğu gibi benim kütüphanemde de uzun sayılabilecek bir süre rafta bekledi (Ruhi Mücerret için her gün kitapçıya mekik dokumamla kıyaslarsak çok çok uzun bir süre).
Bu bir eleştiri yazısıysa, kitabın hem dışı hem de içiyle ilgili olumlu şeyleri de belirtmem gerekir. Kapak için söyleyecek olursak, ön kapağın içinde kitaptaki önemli karakterlerin birkaç kelimeyle tanıtılması hoş olmuş. Bu olmasa kitap olumsuz bir özellik daha kazanmazdı. Bunu bazı Agatha Christie romanlarında ya da bazı yayınevlerinin Rus Klasiklerinde de görüyoruz. Okuru tembelleştirdiğini düşünmüyorum bu durumun. Aksine kitabın başından itibaren daha konforlu bir okuma imkânı sunuyor.
Burada kitabın ne anlattığına uzun uzun değinmeyeceğim. Eğer değinirsem bu yazıyı okuyanlara istemeden de olsa ‘spoiler’ verebilirim. Çünkü Murat Menteş’in her kitabında olduğu gibi bu kitabında da zamansız öğrenilecek bir şey, bütün hikâyenin merak unsurunu zedeleyebilir hatta kırabilir. O yüzden bazı karakterlere, işleniş şekillerine ve yazarın anlatım tarzına değineceğim (Fakat yine de kitap hakkında bazı şeyler söylemek zorunda kalabilirim).
İsimler konusunda Murat Menteş yine tarzını korumuş ve dikkat çekici şekilde karakterlerini ve isimlerini oluşturmuş: Marco Montes, Refik Risk, Şifa Şavk, Igor Jaguar, Owen Wow, Varda Rowa bazı karakterlerden. Kitap Marco Montes, Refik Risk, Şifa Şavk ve tekrar Refik Risk’in bakış açısından anlatılıyor. Tıpkı yazarın diğer romanlarında olduğu gibi. Fakat bunlardan önce bir de birkaç başlık halinde romanın geleceği yer hakkında, gelinen yerin neresi olacağı konusunda malumat veren 10-15 sayfalık giriş diyebileceğimiz bir bölüm var. Bu bölüme de, Titanik’in dört bacasından da kan püskürüyor şeklinde enerjik bir giriş yapmaya çalışmış yazar.
Menteş, oşinografik bir hüsran, mutantan bir mutant izdihamı, kambur pompuruğun sırtından çekilen bıçak gibi kelimelerle, koridorda in cin golf oynuyor gibi, deyimlerdeki kelime değişiklikleri ve az bilinen sözcüklerle okurunu yine yoruyor. Niye böyle bir şey yaptığını çok merak ediyorum. Elbette Dublörün Dilemması’nda bu tarz, ilk olduğu için iyiydi fakat orada dahi dozu bu kadar yüksek değildi. İlk kitap olduğu için de çoğu okurun hoşuna gitmişti. Bu kitapta neredeyse her cümlesi aforizma olan paragraflar okuyoruz. Evet, kitabın enerjisi yüksek fakat benim gibi “her cümleyi anlayarak okumam gerekir” diye düşünenler için çok zorlayıcı. Akmıyor. Teoman’ın dediği gibi vakit bir türlü geçmezken yıllar hayatlar geçiyor. Yani bakıyorsunuz ilerlemişsiniz ama sanki sürülmüş bir tarlada koşmaya çalışır gibi. Bir şekilde hedefe ulaşıyor okur, yara bere içinde de olsa (Okuduğum yüzlerce kitaptaki sinir bozucu betimlemeleri bile sonuna kadar okuyan biri olarak, özellikle Refik Risk’in Şifa Şavk’a yazdığı e-maillerin okuru bayıltacak cinsten olduğunu söyleyebilirim. Hâlbuki dozunda olsaydı, bu e-maillerle romanı daha da hızlandırabilirdi yazar). Aforizmaları çıkardığımızda -abartarak söylüyorum- kitabın hacmi yarı yarıya azalabilir.
Kitabın ne anlattığına değinip, karakterleri de kısaca incelemek istiyorum. Igor Jaguar adlı zengin bir mafya lideri, 2019 yılında, orijinal Titanik’in replikasını yaptırır ve bununla yine Southampton Limanı’ndan New York’a 2.222 kişiyi götürecektir. Fakat gemi, seferine uzak doğudan başlar ve asıl limanı olan İngiltere’den çoğu yolcusunu aldıktan sonra Amerika’ya doğru açılacaktır. Hikâyenin çok büyük kısmı, gemi Southampton’a varana kadarki zamanda geçer. Aslında geminin niye inşa edildiği sonradan ortaya çıkacaktır, zaten düğüm noktası da burasıdır. Okurlar kendilerine geminin adı niye Titanik ya da niye böyle bir şey yapma gereği duydu Igor gibi sorular sorabilirler fakat Menteş bu tür soruları açıkta bırakmamış ve hepsini cevaplandırmış. Tabii ki akla yatmayan çok şey var. Zaten hikâyenin tamamı sürreal bir anlatı. Yani felsefeci Refik Risk’in yaşadıklarında nasıl gerçek bir şey bulmakta zorlanıyorsak gemide olanlar konusunda da bu durum geçerli. Fakat Murat Menteş’in yapmak istediği de bu: Okuru avucunun eline alıp sersemletmek sonra da kitabın sonuna bırakmak. Dediğim gibi bir şekilde bu gerçekleşiyor ama okur da gerek kitabın hızından gerekse anlatımından çok yorgun bir şekilde kitabın sonuna ulaşıyor. Bu benim için içerikten bağımsız bir yorgunluk olduğu için olumsuz bulduğum bir şey.
Kitaba felsefi bir polisiye özellikleri taşıyor diyenler de var. Katılmakla birlikte, bu açıdan daha iyi işlenebilirdi diye düşünüyorum. Aşk-yaşlılık-gençlik üçlüsüne bolca yoğunlaşmış Menteş, felsefeyi de kullanarak. Konusunu da bu üçgene oturtmuş zaten ancak konunun işlenmesi biraz yüzeysel kalmış. Ancak kitaptaki bazı karakterleri ise iyi seçmiş fakat yeterince işleyip kullanamamış yazar. Örneğin Varda Rowa kitabın ilginç ve romana enerji katan karakterlerinden. Menteş, keşke daha çok yer verseydi bu karaktere. Şifa Şavk’ın bir anestezi teknisyeniyken bir anda hayali bir örgütün liderine dönüşmesi ise keskin geçiş oluşturmuş. Daha yumuşak bir geçiş oluşturulmalıydı diye düşünüyorum. Hele Mısır Hükümeti-komünizm ve Şifa Şavk ilişkisinin ise çok sırıttığını düşünüyorum. Bunları birbirine bağlayıcı şeyler daha net olmalıydı. Ayrıca Marco Montes’in Titanik’e biniş şekli rastlantının zirvesi olmuş. Yok artık dedim bu ayrıntıyı öğrenince. Olağanüstünün de olağanüstüsü diyebiliriz yanlış bir söyleyişle. Fakat bu yok artık, olumlu anlamda, heyecanlandığım için değil, bu kadar da olmamalı anlamında oldu.
Kitapta politik ögeler var diyemeyiz ancak Murat Menteş’in bir tavrı olduğunu da hissediyoruz birkaç yerde. Bu benim hoşuma gitti. Dozunda tutmuş yazar bu durumu. Hatta konuya çok vakıf olmayanlar bu tavır almayı fark edemeyebilirler bile. Ancak Murat Menteş’in ilk tanındığı yıllardan bu yana geldiği noktayı bilen sadık okurlar bu durumları kaçırmayacaktır. Bu ‘mahalle’ değiştirmenin ipuçları romanda yer yer görülüyor. Orhan Gencebay üzerinden dahi fark etmek mümkün. Yazar muhtemelen, bir önceki kitabının hareketli ekranına Gencebay’ı koyduğu için pişmandır.
“Kontrollü bir kahkaha attı: ‘Çünkü bizim hem Rusya hem de Britanya’dan talimat ve lojistik destek aldığımızı düşünüyorlar. Aslında küçük bir grubuz. Seçmenleri ‘iç tehdit’ ve ‘dış mihrak’ martavallarıyla kandırmayı sürdürebilmek için bizi tümden yok etmiyorlar. Uydurdukları teranelere, zamanla kendileri de inandılar.”
Murat Menteş zeki bir yazar. Zekâsını deneme olsun, şiir olsun, roman olsun bütün kitaplarında fark etmek mümkün. Ancak özellikle yazarın son iki romanındaki düşüşü neye bağlamamız gerekir? Medyatik ve popüler olmak acaba daha zayıf romanlara mı götürüyor yazarı? Gerçi Murat Menteş Ayşe Arman’a verdiği röportajda (Menteş Arman’a röportaj verme gereğini niye duyar, anlamış değilim) bu kitap için 3000 sayfa not aldığını ve çok çalıştığını belirtmişti. Fakat her romanında biraz geriye gidiyor bu romanların kalitesi. Hadi Antika Titanik’i Ruhi Mücerret’ten bir seviye daha iyi bulalım; ancak Menteş Dublörün Dilemması gibi bir çıtayla başlayınca, sanırım bu eleştirileri yapmak hakkımızdır diye düşünüyorum (Maalesef o çıta orada kalmadı, hep aşağı indi).
Murat Menteş yine kitap yazacak, biz yine okuyacağız. Bilinen şairlerden biri, “Murat Menteş ne yazsa okunur, okuyun” tarzı bir şey söylemişti bu kitap çıkmadan evvel. Fakat o işler öyle olmuyor. Dostoyevski’nin bile her romanının aynı kalibrede olmadığı bir dünya burası. Murat Menteş konu bulmakta sorun yaşamayacaktır ama bir an önce bu anlatımını değiştirmesi gerekir kanaatimce. Yoksa sadık okurlarını da kaybedecektir. Ha, ben kazandığım paraya bakarım derse de bir şey deme lüksümüz yok. Fakat her şeye rağmen, yazardan en azından Korkma Ben Varım kalibresinde bir roman okuma isteğimiz de her zaman kenarda duracaktır.
Mehmet Akif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif10
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder