19 Eylül 2018 Çarşamba

"Roman'tik deneme" ya da realist yüzleşme

Daha önce Bellekteki Huriler isimli kitabı Türkiye’de hidayet romancılığının serencamı başlıklı yazıda değerlendirmeye çalışmıştım. İzleri öncesine gitse de bir tarz olarak 1960’ların sonlarında belirgin bir çıkış yakalayan hidayet romancılığında dindar/muhafazakâr kesimin ‘ideal Müslüman bireyi’ üzerinden tebliğ yöntemi işlenir. İdeal bireyin söz ve eylemleri doğal olarak ideal dini anlayış ve yaşayışa işaret eder. Ortaya çıkan görüntü dinin ideolojileştirilmiş biçimlerinin militarist denebilecek ölçüde sunulmasından ibarettir. Söz konusu eserlere baktığımızda edebi açıdan son derece zayıf olduğunu görürüz. Bu zaaf hidayet romanlarının hedef kitle üzerindeki etkisini azaltmadığı gibi o kitlenin dünya algısının ve yaşam kültürünün yüzeyselliğini de yansıtır. Dönemin fikir kitaplarının zamanı algılamasındaki sorunlar ve entelektüel derinliğindeki eksiklikler bugünü etkileyen yanları dikkate alınarak değerlendirilmeli diye düşünüyorum. Zira tercüme eserler dışındaki fikir kitaplarının geneli hidayet romanlarıyla aynı seviyeyideler.

Önceki yıllara nazaran 1990’larda düşünce ağırlıklı eserlerin kat ettiği yolu edebi eserlerde göremiyoruz maalesef. Ta ki ‘üretim hatası’ ya da ‘cins kafa’ diyebileceğimiz bir kaç istisnai yazar/eser dışında. Mehmet Efe ve eseri Mızraksız İlmihal o bir kaç istisnadan. İlk baskısı 1993’te yapılan Mızraksız İlmihal, Kapı Yayınları tarafından tekrar basılarak (2016) okuyucunun istifadesine sunulmuş. 1980’lerin İslami anlayışı ve hareket yöntemini gözler önüne seren eser daha çok bir özeleştiri niteliğinde. Özeleştiri için seçilen kişilerin üniversiteli olması sembolik anlam taşıyor. Değişimin güç kullanarak veya sistemi ele geçirerek gerçekleştirileceğine ‘inanan’ anlayış yerine değişim eğitimli insanlar aracılığıyla gerçekleşecektir anlayışı kendini gösteriyor.

Mızraksız İlmihal’in en önemli özelliği sıradışı çıkışlarıyla ezber bozması diyebiliriz. Hem geleneksel din anlayışının işleyiş biçiminin hem de bu anlayışın topluma dayattığı kadın ve erkek profilinin sorunlu yapısını deşifre ediyor. Eserin isimlendirilmesinde Müslümanların hayatında önemli bir yer tutan ‘ilmihal’ kavramının özellikle seçildiği görülüyor. İlmihal, dinin özümsenerek yaşamsal bir öz formuna getirilmiş hâlidir. Çocukluğumda babamı okurken gördüğüm iki kitaptan biri Kur’an, diğeri ise Arap harfleriyle yazılı, Türkçe okunuşlu Mızraklı İlmihal idi. Mızraklı İlmihal Anadolu’da asırlardır itibar edilen dini bir metin olma özelliğine sahiptir. Anonimliği yazarının bilinmemesinden ziyade halka malolmuşluğuna karşılık gelir. Yazıldığı dönemin (muhtemelen XVI. yüzyıl) katı Sünni yorumunu dayatan ve dönemini aşamayan bir eser Mızraklı İlmihal. Dolayısıyla eksik ve/veya yetersiz ‘yorumları’ barındırıyor. Hâliyle tersinden anakronik bir anlam darlığı çıkıyor ortaya. Mehmet Efe bu özellikleriyle toplumda itibar ve ittiba edilen Mızraklı İlmihal’e atıf yaparak Müslümanların din anlayışındaki donukluğa ve yaşayışındaki şekilciliğe işaret ediyor diyebiliriz. Zaten roman kahramanları not aldıkları defterleri (Nurhan’ın İlmihali/İrfan’ın İlmihali) kendi ilmihalleri olarak değerlendiriyor. Burada (Doğu toplumlarında gerçekleşmeyen) bireyin belirginleşmesinin yanında hayatın değişkenliği karşısında dinin gösterebileceği esnekliğe dikkat çekiliyor. Mehmet Efe zamanı doğru okuması neticesinde ilmihaldeki mızrağı kaldırarak değişimin gerekliliğini vurguluyor. Mızrak kelimesinin anlam dünyası da düşünüldüğünde anlatımda muazzam bir derinlik söz konusu.

Romana gelirsek, eylemden panele, panelden açık oturuma, açık oturumdan gösteriye koşan İrfan ile yalnızca üniversite okumayı düşünen Nurhan aynı üniversitede öğrencidir. Eyleme ve okula diye gittikleri üniversitede karşılaşırlar. Tanışma sürecinden sonra duygusal bir yakınlaşma başlar. Birbirini seven bu iki insan arasındaki ilişki baskın din anlayışının tesiriyle yok olmaya yüz tutar. İrfan kendini dini savunan ve uğrunda her şeyini feda edebilecek bir savaşçı olarak görmektedir. Nurhan’a göre ise İrfan’ın savaş dediği bu şey hem anlamsız hem de sonuç alınamayacak bir uğraştır. “Savaşmak zorundayız” diyen İrfan’a “ben barış istiyorum” diyen Nurhan niyetini açıkça belirtmiştir. Aralarındaki gerilimde toplum içinde kadın ve erkeğin rollerinin etkisi büyüktür. İrfan bu durumun doğal olduğu düşüncesindedir fakat Nurhan’a göre kadınlar erkeklerin iktidar mücadelesinde bir aparattan başka bir şey değildir.

Nurhan’nın bir deftere not tuttuğunu fark eden İrfan kendisi hakkında da bir şeyler olacağı düşüncesiyle defteri gizlice alır (çalar). İrfan’ın hayali Nurhan’nın kendisiyle ilgili hislerini okumaktır fakat defterde hiç de alışılmış olmayan bir Müslüman kadın profiliyle karşılaşır. Nurhan’ın notlarındaki sıradışı ama gerçekçi çıkışlar ve çözümlemeler onu şaşkına çevirir. Bu durum İrfan’ın herşeyi yeniden songulamasına neden olacaktır. Birden Müslümanların sahip olduğu zihniyet ve uygulamalarındaki sorunları görmeye başlamıştır. Hayat artık eskisi gibi değildir, baskısı daha ağır ve yaşaması daha zordur. Diğer taraftan okudukları Nurhan’a daha fazla ilgi duymasına neden olmuştur. Bir süre sonra bu düşünce ve beklentilerindeki farklılığı öne süren Nurhan görüşmemeyi önerir. Sonraki yıl ise başka bir üniversiteye kayıt yaptırır. İrfan bu süreçte uzun uzun düşünmüş Nurhan’a tekrar açılmayı aklına koymuştur. Büyük bir hevesle yanına gider fakat beklemediği bir tepkiyle karşılaşır. Nurhan yeni üniversitesinde yeni bir hayata adım atmıştır ve kendisini geriye götürecek davranışlar içine girmeyecektir. İrfan okulun kantininde herkesi karşısına alan bir manifesto yazar ve yüksek sesle okur. İçini dökmekten başka bir faydası olmamıştır. Bunalımlı günler geçirir ve bir sabah namazından sonra camiden çıkarken hayatının sürpriziyle karşılaşır.

Eseri okurken o dönem Müslümanların topluma, devlete, siyasete ve kadına bakışını görüyorsunuz. Görülen başka bir şey de, devletin dindarlara nasıl baktığı elbette. Ayrıca medyanın malum tavrı hiç değişmemiş. Kitaba dair üzerinde durulması gereken en önemli şey Müslüman kesim açısından erkek egemen anlayışın belirleyiciliği ve derinliği olmayan katı şekilcilik diyebiliriz. Söz konusu şekilcilik gerek hareket yöntemi gerekse yaşam pratiği anlamında tek tip din anlayışını dikte etmektedir. Bu anlayış insanın varoluşsal zenginliğini ortadan kaldırarak toplumu tepkisiz durgunluğa ve atıl bir donukluğa mecbur kılmaktadır. Erkeği üstün tutan bu anlayışa göre araçsallaştırılarak pasifleştirilen kadın kendine biçilen rolün dışına çıkmaya cüret edemez.

Mızraksız İlmihal dindar/muhafazakâr toplumumuza dair o kadar çok şeyin iç yüzünü ortaya koyuyor ki yazarın o dönemi analizine şaşırıyorsunuz. Vakıf ve cemaatlerin iç yüzü, Müslümanlar arasındaki kronik iletişimsizlik, farklı olduğunu iddia eden ama birbirini tekfir ederek aynı tutumu takınan oluşumlar, dini ve ahlaki yozlaşmanın sebep olduğu toplumsal çürümüşlük, sağduyuyu yok eden reaksiyonel tavır, insani değerleri araçsallaştıran hamaset, siyasetin kokuşmuşluğu, söylem ve eylemin uyumsuzluğu, ilkesizlikliğin içselleştirilişi, sanata karşı kayıtsızlık gibi can alıcı meseleler etraflıca konu ediliyor romana.

Üslup açısından şiirsel bir dil kullanan yazar alıntı ve sembolizmden olabildiğince faydalanarak metne edebi bir vasıf kazandırmış. Sözünü sakınmayan muziplik okumayı keyifli hâle getiriyor. Yazarın, sanatının yanında düşüncelerinde döneminin ötesinde bir vizyona sahip olduğunu görüyorsunuz. Mehmet Efe, bir aşk romanı içine dindarların son sürat kaçtıkları toplumsal gerçekliklerini yerleştiriyor. Mızraksız İlmihal 1980’lerin Türkiyesi’nden bugüne anlamlı bir projeksiyon tutuyor. Okura, değer yargılarınının, tasavvurların, düşüncelerin, yaşamların dönüşümünü gösteriyor.

Mevlüt Altıntop
twitter.com/mvlt_ltntp

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder