Hakikatle güncelin, inançla aktüelin, sabırla paniğin birbirini yediği, didik didik ettiği, har vurup harman savurduğu hepimizin malumu. Bu 'malum' zamanları açıklarken teknoloji, iktisat, siyaset gibi konularla ayrı ayrı ilgilenmek gerekebiliyor. Bu durumda antropoloji de daha sıhhatli bir yol sunuyor bizlere. Bir okumayla birçok başka okuma, bir frekansla birçok frekansı yakalama gibi imkânlar, antropoloji metinlerinin içinden göz kırpıyor. Tayfun Atay, "Batı'da Bir Nakşi Cemaati: Şeyh Nâzım Kıbrısî Örneği" kitabıyla ciddi bir antropolojik inceleme yaparken 'genişledikçe bölünen ve ayrışan' günümüz İslam dünyasını gözler önüne sermişti. "Din Hayattan Çıkar" hem bir yakın toplum tarihi hem de dinin hayatımızda değişen-dağılan yeri anlamında özel bir antropolojik denemeler kitabı.
Herkesin kolayca okuyabilmesi için kitabını kavramsal temeller üzerinden başlayarak inşa etmiş Atay. İnsanda dini ve dinde insanı görebilmek, keşfedebilmek açısından bu bölüm dikkatle okunmalı. Paganizmden cadılığa, şamanizmden rahipliğe kadar giden bu güzergâhta ritüeller ve mitler de önemli bir yer tutuyor. Burada insanın dinle olan ilişkisinin nasıl geliştiği ve neden değiştiğine dair önemli analizler var. Din ve antropoloji konusunda bir geçiş yaparken, bir anısından yararlanıyor Atay: "Teolojik perspektiften bakıldığında hayat, dinden çıkar. Yani varlıkların ve eşyanın insan-üstü bir etken tarafından yaratılmış olduğu inancı temelinde, hayat açıklanır. Bunu en çarpıcı biçimde Ramazan ayında camilerin minareleri arasına asılan mahyalarda göze çarpan "Din, hayattır!" deyişi yansıtır."
Türkiye çözümlemeleri, kitabın ikinci böümü. 1923'ten 2000'lere din, kültür, siyaset tahlilleri yapıyor Atay. Burada seçimlerden ekonomik krizlere, medyadan (ayet ve reklam) medyatikleşmeye (tesettür modası) kadar günümüzde bile üzerine ciddiyetle gidilmesi gerektiği hâlde cesaret edilmeyen konular var. Ayete reklam gözüyle bakılan devirlerden günümüze geldiğimizde değişen çok bir şey de yok aslında. Kutsal kitap, ayetler, hadisler ve özlü sözler çoğu zaman siyasetin bazen de türlü fırıldaklıkların kılıfı hâline getiriliyor hiç çekinilmeden. Tesettürün Türkiye'deki macerası da bu anlamda önemli. Tayfun Atay bölümün sonunda 2015 yılının yaz aylarında televizyon ekranlarında izlediğimiz bir reklama atıfla açıyor meseleyi. Evet, Moda Nisa'nın reklamı. "Bulunmazdı yaz ayı gelince / uzun kollu tunikler / düğün nişan abiye ararken / hep o meşhur panikler / Moda Nisa nokta komda / bulurum ben her bir şeyi / Moda Nisa Moda Nisa / giymem artık hep aynı şeyi" sözleriyle, biraz derin bakabilen ve derini görebilen her insanı gerim gerim germişti. Evvela bu şarkı Füsun Önal imzalı o meşhur "Senden Başka" şarkısının melodisiyle söyleniyordu. Peki orijinal şarkının sözleri nasıldı? "Daha mutlu olamam ömrümde / beni öpüşün var ya / aklımdan çıkmaz bütün ömrümce / o çapkın gülüşün var ya / yaktı bir ateş gibi inan ki / o kor dudakların var ya"... Her izleyenin ve dinleyenin beynindeki çağrışım mekanizması harekete geçmiş olsa gerek o yıllarda. Reklam elbette artık bir köşeye çekilmiş hassasların dikkatini çekti ve yayın hayatı çok uzun sürmedi. Eh, zaten işlevini yerine getirmişti. O zamanlar "en popüler muhafazakâr moda sitesi" sloganını benimsemiş adreste artık daha 'ciddi' hakkımızda metni mevcut. Lakin her yıl muhakkak bir şekilde gündeme geliyorlar. Çünkü moda, hortlayan bir şeydir. Unutmadan, reklamdaki şarkının "giymem artık hep aynı şeyi" sözlerinin de ne kadar İslamî hassasiyetlerle ve Muhammedî ahlakla yazıldığı da barizdir, yoruma bile gerek yoktur.
Tayfun Atay, "Türkiye'de Galile Olmak" bahsinde merhum Şerif Mardin hocayı, 'bildiği gibi' anlatıyor. Burada akademik yalnızlık, sosyalist yakınlık ve ideolojik muhafazakârlık gibi farklı pencerelerden Mardin'e bir bakış var. Merhumun Din ve İdeoloji kitabını yaklaşım biçimindeki özgünlük açısından, 'Türkiye'de dine ve onunla ilişkili kültürel, toplumsal, siyasal olgu ve sorunlara tarihsel süreklilik içinde bakan ve sonuçlar çıkararak görüşler ileri süren bir ilk çalışma' olarak değerlendiriyor Atay. Dinin hem ideolojik hem de sosyolojik anlamda epey yol kat etmesine rağmen dini anlama noktasında yaygın 'pozitivst-laisist' anlayışın hiç değişmediğinden bahsediyor. "Din ve dinsellik fersah fersah yol alırken 'bürokrasi' ve onun sivil uzantılarının dine bakışı, ne yazık ki bir arpa boyu bile ilerlemedi" diyor. Şerif Mardin'in önemi de burada ortaya çıkıyor. Atay, İsmail Beşikçi'yle birlikte Şerif Mardin'i şöyle özetliyor: "Türkiye'ye 'siyaseten' hâkim, etkili ve yetkili çevreler, bu memleketin gidişatı açısından en yararlı olacak, doğru bildiğini söyleyen bilim insanlarını Galile'nin engizisyon karşısındaki durumuna düşürmekten çekinmediler hiç."
Alan çalışmalarından oluşan üçüncü bölümde şeriat-tarikat ve gelenek-modernlik ikiliğine güncel bakışlar var. Ulemâ, saray, imam, mürit gibi birbirinden ayrı 'ses'lerden farklı 'İslâm'lar çıkabildiğini, bunun da halk nazarında neyin nereye konacağı hususunda ciddi bir polemik oluşturduğunu söylüyor Tayfun Atay. Tasavvuf ve tarikat iklimindeki gönül sesinin, kitab'a dayalı ciddi-sert sesten daha makbul olduğunu ve bunun Müslümanlar nezdinde de hâlâ kabul gördüğünü, Şeyh Nazım ve müridleri örneğinden şöyle özetliyor: "İmamlar sahip oldukları şer'i bilgiyi otoritelerinin kaynağı olarak öne sürseler de bu, müridlerin nezdinde bir anlam ifade etmez. Örneğin müridler ile aralarında çıkan tartışmalarda, onlardan birinin kendi haklılığını yirmi yıldan beri imamlık yaptığına dayandırması, diğerinin ise El Ezher'de ilim tahsil ettiğini vurgulaması pek etkileyici olamaz. Çünkü karşılarında muhatap olarak, ilkokul mezunu olmasına karşın yaklaşık yirmibeş yıldır Şeyh'le beraber olan, onu 'dinleyen' bilgiyi bu yolla edinen 'Başmürid' vardır. Kalpten kalbe aktarılan bu bilginin, imamların 'Kitap'a dayalı bilgilerinden daha muteber olduğuna inanılır. Bu, "Müftüler fetva verse de sen yine kalbine danış!" (Erol Güngür, İslam Tasavvufunun Meseleleri, 1991, sf.113) diyen geleneğin İslâm bünyesinde halen canlılığını ve dinamizmini koruduğunun bir göstergesidir."
Tayfun Atay kitabın ilerleyen sayfalarında evrimden, Darwin'den yaratılıştan, teolojiyle biyolojinin ötesine dek uzanan metinlerle okuyucuyu tabiri caizse hırpalıyor. Tarihten önemli sayfalar sunuyor, halifeliğin kaldırılmasını kazanç-kayıp perspektifinden değerlendiriyor. Akabinde İran İslâm Devrimi'nin arka planına uzanıyor ve Müslüman Kardeşler'in kökenine eğiliyor.
Din Hayattan Çıkar, geçmişten günümüze uzanarak sunduğu antropolojik denemeleriyle üzerinden yıllar geçse de okunan, okunması gereken bir İslâm düşünceleri-toplumları haritası. Kitap bu sebeple ilk baskısını 2004'te yapmasına rağmen genişletilmiş yeni ve 6. baskısına 2017'de ulaştı.
Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder