“Cenneti her zaman bir çeşit kütüphane gibi hayal etmişimdir.”
- Jorge Luis Borges (1899-1986)
“Okumak geliştirilen bir zanaattır.”
- Friedrich Nietzsche (1844-1900)
“Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti” diye başlar Orhan Pamuk, Yeni Hayat adlı romanına. Tek bir kitap insanın hayatını ne kadar etkiler ya da değiştirebilir bilemiyorum ama bazı insanların hayatı ömürleri boyunca birden fazla kitap aracılığıyla değişime ve gelişime uğramıştır. Daha önce üzerine yazmış oluğum Giovanni Papini’nin (1881-1956) Bitik Adam’ı bunun hoş bir örneğidir. Benzer bir sürece Ümit Aktaş’a ait Okuma Serüveni’nde de tanık oluruz. Bu iki yazar hayatlarının belirli bir sürecindeki yaptıkları okumaların düşünsel ilerleyişlerine yaptığı etkiyi ele alır. Eserlerde konu edilen dönemin edebi, sosyo-kültürel, siyasi ve ekonomik verilerine ulaşmak mümkündür. Ümit Aktaş’ın eseri hem bu coğrafya ait olması hem de tarihsel olarak yakın bir dönemi ele alması nedeniyle daha bizdendir, çok daha kolay hazmedilir. Bu canlı örnekler gösteriyor ki, okuma uğraşı insanın hayatını gerçek anlamda değiştiren bir eylemdir. Okuma ve hayatı eşsüremli ele alan birçok örnek verilebilir belki ama en tipik olanları sanırım Marcel Proust (1871-1922) ve Alberto Manguel’dir. Zira bu duruma dair hatırı sayılır eserler ortaya koymuşlardır.
Okuma ve okurluk üzerine yazılan metinleri farklı açılardan değerlendirmek mümkün. Kimi, yukarıdaki örneklerde olduğu gibi yazarın hayatı üzerinden değerlendirilirken kimi meseleyi bilimsel bir alana taşıyarak kuramsal eleştiri içerir. İlgilisi ve alan için önemli olan spesifik ve akademik olanları bir yana Fethi Naci’nin (1927-2008) eserlerini bu açıdan oldukça önemli bulduğumu söyleyebilirim. Konuya dair bazı metinler ise edebi açıdan biraz sönüktür ve salt tanıtım/reklam yazısı olmaktan öteye geçemez. Ulusal bir gazetenin kitap ekinde yayınlanan yazıların toplandığı Taha Akyol’un 101 Kitap’ı onlardandır. Yavan, yüzeysel ve oldubitti havasındadır. Bu bağlamda çok daha zengin içeriğe sahip çalışmaların hak ettiği yerde olmaması üzücü bir gerçek. Onlardan biri diyebileceğim sevgili Yağız Gönüler’in “kırk kitaba anlattırdığı” Yolda Olmak’ını başka bir açıdan farklı bir yere koyuyorum. Kırk rakamı tasavvufi ıstılahta nefsi terbiye ve tezkiye için çekilen sürece (çile) işaret eder. İyi ya da kötü bir şeyi üst üste kırk gün aynı ‘ciddiyetle’ yapmak o şeyi fıtrattan kılar. Buna istinaden (tasavvufa dair rezervlerimi bir kenara bırakarak) kitaba ilk başladığımda kırk gün her bir değerlendirmeyi okumayı düşünmüştüm. Ardışık kırk günde okuma kararıma uyamasam da kitabı her ele alışımda bir değerlendirmeyi devirerek kırk günde (ya da seferde) okumayı başardım diyebilirim. Umutla bağını koparan fakir için avuntu da ekmektir.
Okurluk, okuma ve kitap üzerine örnekleri çoğaltmak mümkün elbette lakin bu konu üzerine yazılan metinlerde benim en çok dikkatimi çekenler popüler kültürle yoğurularak amacının dışına çıkarılanlarla entelektüelliğin sınırlarını zorlayarak okura seviye atlatan analiz ve/veya tenkit eserledir. Mikita Brottman’a ait Okuma İlleti adlı eser ilk gruptan. Popüler kültür değinileri içeren kitabı sosyo-kültürel açıdan okumak ve okuyucu profiliyle örtüştürerek değerlendirmek için ideal bir eser. Hilmi Yavuz’un Okuma Notları ise ikinci gruba girerek entelektüel çabanın önemli bir örnekliğini teşkil ediyor. Okuma Notları neredeyse ele alınan eserleri okuyormuş gibi özenli olmayı gerektirir. Bir de bu iki alan arasında gidip geldiğini düşündüğüm eserler var. Örneğin Tim Parks’ın Ben Buradan Okuyorum’u onlardan. Yine onlardan olduğunu düşündüğüm bir başka eser Okuma Sanatı. Damon Young imzalı iki yüz yirmi sayfalık eser kısa süre önce Maya Kitap tarafından yayınlandı. Sekiz bölümden oluşan kitap özgürlük, merak, sabır, cesaret, ölçülülük, adalet, ahlak, hakikat, dürüstlük, onur gibi temel kavramlar etrafında yer yer felsefi yorumlamalarla ele alınıyor. Esra Doğu’nun Türkçeleştirdiği Okuma Sanatı’nda “yazarlığın gölgesinde kaldığı” iddia edilen okurluğun ön plana çıkarılmaya çalışıldığı vurgulanıyor. Yazarın bu konuda başarılı olduğunu söylemek mümkün zira farklı türlere ait kitaplar arayış içindeki ‘aç’ bir okur edasıyla değerlendiriliyor. Süreci çocukluğu ve çocuk kitapları üzerinden değerlendirmeye başlıyor Young. Fantezi, masal, fabl, roman, anı, felsefe, teoloji, çizgi roman türü kitapları kurgu-gerçeklik üzerinden değerlendiren yazar, “yazının okurla buluştuğu anda asıl değerini kazandığını” belirtiyor. Ona göre sözcüklerin hak ettiği anlamı bulması kitabın ulaşması gereken yere gelmesini sağlayacaktır. Bu gerçekleşme okur aracılığıyla mümkün olacaktır. Bu açıdan okurun önemli bir güce sahip olduğunu fakat bu gücün her okuduğuna inanmak yerine şüpheyle bakmaya yönlendirilmesinin okuyucunun faydasına olduğunu belirtiyor yazar. Bir yandan farklı düşünür ve yazarların özellikle okuma ve kitap üzerine düşüncelerinden örneklerin verildiği metin diğer yandan ele alınan düşünür ve yazarların dönemlerinden kesitler sunuyor. Kendi çocukluğu açısından nostaljik bir anlatımda bulunan Young, tarihi şahsiyetler üzerinden de geçmişin sosyo-kültürel bir görüntüsünü ortaya koyuyor.
Damon Young hatalarını ve eksik gördüğü yönlerini açık yüreklilikle söylemekten çekinmeyerek okuma eyleminin nasıl daha nitelikli yapılabileceğini kendi deneyimleri üzerinden anlatmaya çalışıyor. Ona göre kişi, özerk bir alan gerektiren okuma eylemiyle ne kadar erken tanışırsa o kadar faydasını görecektir. Yeniden okumak, (yeni) okumaya tercih edilebilir çünkü yeniden okunan bir şeyin detaylarına hâkim olmak mümkündür. Duyuları hisse dönüştüren okuma yazarın ve okurun özgürlüğünün birleşimidir. Bir teslimiyet gerektiren okuma aktif bir keşif sürecidir. Okurun yaptığı sadece metnin değil yazarın da keşfidir. Bu bağlamda gösterilen emek hakikatin peşinden giden insanın çabasına denk gelmektedir. Mesajı almak veya almamanın yazardan ziyade okurun sorunu olması okumanın niteliği gibi kastını da önemli kılmaktadır. Okumanın kastı okuma erdemini ortaya çıkarır ve fakat okuma erdemi şizofren bir teslimiyet hâline de getirilmemelidir. Okuma genel anlamda bir denge işidir.
Okur olmanın okuryazar olmakla başladığını belirten yazar yaptığı bir alıntıda “ilahi bir müdahale ile okuryazar olmayız, olayı fevkalade hâle getiren kültürel bir müdahale ve bir seçilim sayesinde okuryazar oluruz” diyor. Ona göre okumayı psikolojik açıdan zengin kılan şey çoğu zaman kişiye hastır. Fakat bunun dışında özellikle meselenin yazar kısmında gelişen boyutu bulunmaktadır. Örneğin önemli oranda ısmarlama metin piyasayı vardır. Okurluk ise kurslar, çalıştaylar, merkezler, festivaller aracılığıyla popüler edebiyat endüstrisine dönüştürülmektedir. Bu çalışmalar eşliğinde teknik uzmanlık adı altında ‘satın alma’ dersleri verilmektedir. Young bu durumu “basma kalıp metin ve sabun köpüğü edebiyatı” olarak nitelendiriyor.
“Okumak öğrenmeye çevrilebilen bir aşktır” diyen yazar, entelektüelliği merak ve keyfin iç içe geçmesi olarak tanımlıyor. Entelektüel bir okurun yaptığı, metnin ihtimalleri içinde bir ihtimali seçerek yazarın seçimlerinin keyfini çıkarmaktır. Burada okurun farkında olması gereken şey, ihtimallerin birçoğunun gerçekte var olmayacağının muhtemel oluşudur. Geçen her gün daha fazla okunacak şeyin var olduğunu düşünen okur ümit ettiği okuma listesini hiçbir zaman yetiştiremeyeceğini korkusunu yaşayarak sabrı öğrenir. Okur okunacaklar bitmeden ölmeyi istemese de zaman aşılması mümkün olmayan bir engeldir. Bunun yanında herhangi bir kitabın son sayfalarına ulaşmış olmak sadece sabırla ilgili de değildir. Edebiyatın insanı yumuşatan, incelten, keskinleştiren, acı veren yönleri de vardır. Yazar bu durumu “bazen acı çekeriz çünkü yazar başarısızdır, bazen de acı çekmemizin sebebi yazarın başarmış olmasıdır; sözleriyle bam telimize basıp ıstırap ve öfkeye neden olmuştur” şeklinde açıklıyor. Aslında bu sonuç acıdan ziyade okur adına hem edebi kazanım hem de harcadığı zamanın tazminidir.
Eser boyunca Batı felsefesinin kökenlerine ve gelişimine dair alıntı ve atıflar yapılıyor. Özelikle Yunan felsefesi ve erdem kavramıyla ilişkilendirmelerin hacmi hayli büyük. Benzer atıflar Hıristiyan teolojisi ve teologları üzerinden de gerçekleşiyor. Yapılan alıntı ve atıfların filozof ve yazarlara dair eleştiri içermesi metne ayrı bir zenginlik katıyor. Okur için keşfe açık olsa da eserin en eksik bulduğum yönü buradaki Batı merkezli anlatım diyebilirim. Metni dair aşkın bir okuma gerçekleştirmek gerekirse; sadece bu kitapla sınırlı olmayan bu durumu hayatımızın her alanında derinlemesine yaşıyor olduğumuzu görmemiz gerekiyor. Tarihten bilime, edebiyattan teknolojiye, eğitimden ekonomiye kadar yaşantımızın her alanı Batı merkezli bir düzlemde gerçekleşiyor. Elbette bu çıkış -bir türlü gerçekleştiremediğimiz- esaslı bir özeleştiri yapmayı mecbur kılıyor.
Metni okurken Damon Young’un doğallığı, yer yer esprili tavrı ve bir yazar olmaktan çok şahsına münhasır okur psikolojisi de eşlik ediyor. Sık sık özeleştiri yapabilmesi, insanın her ne kadar mükemmeliyeti arayan bir varlık olsa da hatalardan münezzeh olmadığını kabulü, eleştirmekten gözünü sakınmaması okuma açısından önemli detaylar diye düşünüyorum. Eserin birçok yerinde polemiklere yer veren Young bu polemiklerin bir kısmını kendi yaparken bir kısmını da yazarlar arasında yaşananlardan seçiyor. Özellikle James Joyce (1882-1941) ve Virginia Woolf (1882-1941) arasında geçenler ilgi çekici. Young, Okuma Sanatı’nda başta edebiyat olmak üzere siyasetten sosyolojiye, dinden tarihe, felsefeden popüler kültüre kadar oldukça geniş bir alanda kalem oynatıyor. Genel olarak anlamak adına metinlere nasıl yaklaşılması gerektiğine dair ipuçlarını vermeye çalışıyor. Kitap her ne kadar yazarın öznel yaklaşımını ortaya koysa da belirli bir düşünsel zeminin izleri gösteriyor. Oldukça fazla detayın olması okur için satır aralarının keşfe açık hâle getiriyor. Bibliyografya kısmı bilindikten biraz farklı ele alınarak metnin bir parçası hâline getirilmiş. Bu açıdan okuması keyifli bir referans olarak değerlendirilebilir. Okuma Sanatı okumayı boş zaman uğraşısı olarak görmeyen ‘okur’a faydalı bir okuma vaat ediyor diyebiliriz.
Mevlüt Altıntop
twitter.com/mvlt_ltntp
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder