"Ey muhteşem doğa, eğer ben sana hayran olmasaydım bana bunu bir kadın öğretirdi, çünkü o varoluşun sultanıdır."
- Soren Kierkegaard, Kahkaha Benden Yana
Kadın hastalıkları ve doğum uzmanı olarak ihtisasını tamamlamış, bilinçli hipnoz eğitimi aldıktan sonra klinik psikoloji yüksek lisansını tamamlamış bir hekimin, Vedat Aydın'ın kitabı. İlk ama son olmamasını dilediğimiz bir kitap, bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Önsözde kadın hastalıkları ve doğum uzmanlığından psikolojiye, psikoterapiye nasıl yöneldiğini o kadar güzel anlatmış ki, en doğru konudan hem de: doğumdan. Varoluşun aslında başladığı değil, 'tamam' olduğu o zamandan. Bebeğin anneyle kurduğu bağ ve dolayısıyla varoluşa tutunması kitabın hem adına hem kapağına yansımış. Şöyle diyor Aydın: "Benim insanın psikolojisini öğrenmem ve ruhsal yapıyı anlamam için önce bu varoluş sahnesini tekrar tekrar yaşamam gerekiyordu. Daha önceleri bir hocamdan duyduğum gibi, gerçekten de 'Doğum bir mucize doğumhane bir ibadethane' idi."
Varoluşu felsefe, teoloji ve psikoloji yönleriyle araştıran Aydın'ı en çok sufi anlayışındaki varoluş etkilemiş. Kendisini en çok bu anlayışa yakın hissettiğinden bundan sonraki tüm gözlem ve çalışmalarını da bu anlayış üzerinden yapmış. Nihayetinde 'varlık bağı kuramı'na gelmiş. İçsel gelişimin çok sessiz ve sakin olduğunu, her insanın varoluşundaki biricikliğini ve tekliğini, yönünü kendi belirleyebilen kişilerin varoluşa daha doğal tutunabileceğini, insanın yönünün her zaman iyiye ve güzele doğru 'ayarlandığını' söyleyen bir kuram bu. Dileriz ki gelecek dönemde bu kurama dair teferruatlı bir kitap daha yayınlasın Aydın. Ne güzel yazmış: "Kötü şartlardan geçilse bile iyiye gidiş mutlaktır. Koşullar ne olursa olsun insanın hep yüzeye çıkmayı bekleyen sağlıklı bağlar kurma potansiyeli vardır. İnsan doğru rehberlik ve koşullarda daima iyiye yol alma eğilimindedir. Varoluşun temelinde hep gelişme vardır. Yeter ki insandaki öz tetiklensin."
Varoluşa Tutunmak adlı bu kitabın en şaşırtıcı yönü, Vedat Aydın'ın vakalar karşısındaki çözümlemelerini ve yöntemlerini samimi biçimde aktarması. Özellikle bir-iki vakadaki çözüm yöntemi beni o kadar çarptı ki hemen çalışma odamızın tahtasına yazıverdim muhakkak uygulamak üzere. İnsan her karşılaştığı önerinin faydalı olacağına inanmaz, gerçek bir inanç mutlaka harekete geçirir. Keza kitabın girişindeki avcı ve varoluş hikâyesi bile insanı derin derin düşündürüyor. Aydın; varoluşa tutunuş ve varlık bağları, varlık bağlarının tanımı, anksiyete ve onun yarattığı hastalıklar, cinsel kimlik ve bozuklukları, kişilik bozuklukları, klinik görüşme ve terapi teknikleri konularında açıklamalar yapıyor kitabın vakalar öncesindeki kısımlarında. Hastalıkların tanımları, belirtileri, tedavi edilmediği takdirde olası kötü gelişmeler de yer alıyor bu metinlerde. Sonrasında vakalar başlıyor. On iki vakaya nasıl yaklaştığını, hangi yöntemlerle danışanının üzerine gittiğini gözler önüne seriyor. Bu vakalar arasında şu tip sorunlar var: İçini bir yengecin kemirdiğini düşünmek, ölümcül derecede sigara içmek, uzaylarla ilgilenen bağımlı bir kişiliğe sahip olmak, aşkına ihanet etmek, sedef hastası olmak, cinsel isteksizlik yaşamak, yıllardır omuzdaki yoğun ağrının fizikî olduğunu zannetmek, babanın bıraktığı izin içinde kaybolmak, bağımlılıklarıyla ahlakî çizgiler arasında gidip gelmek, daha önceki deneyimlerinin olumsuz etkisinden çıkamamak, bir çatışmada kaybolan cinsel istek, küçük yaşta tanık olunan kusma eylemiyle kurulan olumsuz bağ.
Danışanların bazen ilk bazen de ikinci görüşmelerinde (seans) çok dikkatimi çeken bir şey oldu. Doktor çeşitli sorularla kişinin kopmuş veya sağlıksız gelişmiş bağlarını yakalamaya çalışıyor, yani kişinin bir doktora ihtiyaç duyma sebebini. Kişilerin, "neden buraya gelme ihtiyacı duydunuz?" sorusuna verdiği cevapların hiçbiri bu sebebi açıklamıyor. Sonra, daha sonra ortaya çıkıyor bu. Çeşitli tetikleyici (kaşıyıcı) sorular ve akabinde kısa ve kuvvetli bir soru. Ardından "uzun bir sessizlik ve gözyaşları..." ya da "derin bir sessizliğe gömülüp konuşmayı bıraktı..." geliyor. İşte ne çıkıyorsa ortaya bu sessizlik ve gözyaşlarından sonra çıkıyor.
Mesela şöyle bir cevap çıkıyor kopuk bağı bulmaya çok yaklaştıracak nitelikte: "Benim göğsümde bir yengeç var ve her akşam beni içimden kemiriyor. Durması için yalvarıyorum ama durmuyor. Doymuyor, bıkmıyor, kemiriyor kemiriyor, beni yiyip bitiriyor. Biliyorum, sonunda beni öldürecek."
Bazen de şöyle: "Sıkılmış sivilce gibiyim. İçerisindeki irin çıkmış ama acıyan, şiş ve kan sızdıran yara gibi."
Doğum, varoluş için atılan ilk tohum. Çocukluk ise çiçeğin ilgiyi ve alakayı doğru biçimde, doğru oranda alması gereken bir zaman. Öyle bir zaman ki mezara kadar insanı etkiliyor. Yalnız insanı değil, çevresini, işini, hayallerini, rüyalarını. Varoluşa Tutunmak, çocukluktan itibaren insanın yakasına sinsince yapışan ve o yakayı bir ömür kolay kolay bırakmayan sorunları çözme doğrultusunda bazı yollar sunuyor. Güzel ve umutlu yollar...
Yağız Gönüler
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder