İnternet çağı, teknoloji çağı, bilgi çağı… Yaşadığımız çağı ifade etmeye çalışırken en çok kullandığımız kelime öbeklerinden birkaçı. Tabii ki her çağın kendine has özellikleri olduğunu kabul ediyor olsak da, özellikle sanayileşmenin başladığı zamanlardan bu yana durumun ‘insanlar’ için hayra gittiğini pek söyleyemeyiz. Tabii salt kalıplaşmış şekilde teknoloji çok kötü, en iyisi eski zamanlar, gibi cümleler kuracak değilim; ancak çağın götürdüklerini hesaplayıp insanların bu durumlara karşı nasıl tavır aldıklarını/almadıklarını eleştirebilirim. Sadece insanların değil, aynı zamanda devletlerin, sistemin, kapitalizmin, adına her ne dersek. Bu eleştirilecek özelliklerin en başta gelenlerinden biri şeffaflık arzusu. Şeffaf olma arzusu. Kendini gösterme uğraşı, hatta giderek büyüyen bir narsisizm. İnternet ve sonrasında da sosyal medyanın bu kadar büyümesiyle daha da artan bu istek, yaş farkı göstermeden herkesin üzerine çökmüş durumda. Yaptığımız en basit işten en komplike işlere kadar kendimizi tamamen şeffaflaştırıp, üzerimizdekileri soyup meydana çıkmadan ‘var olduğumuzu’ sanki kanıtlayamıyoruz artık. Cep telefonu kullanmayan insanlara, sosyal medyalarda görünmeyenlere birer meczup gözüyle bakılıyor. Bir telaş var ortada, kendimizi göstermek, şeffaf olmak telaşı. Tabii ki bunu sadece kişiler bazında ele almak meseleyi tamamen derinleştirmeye yaramaz. Çünkü kimse kendi kendine bu duruma gelmedi. Ortada, kabul edilsin veya edilmesin bir sistem var ve insanları gerek algısal olarak manipüle ederek, gerekse sosyal açıdan zorlayarak buraya kadar itti. Direnenlerin sayısı çok az. Fakat onlar da nereye kadar direnecek ya da görünmemenin bir nimet olduğunu bakalım ne zamana kadar koruyabilecek?
Güney Koreli yazar ve kültür kuramcısı Byulg-Chun Han’ın Şeffaflık Toplumu kitabı tam da yukarıdaki girişe uygun bir kitap. Metis Yayınları’ndan Mayıs 2017’de neşredilen eser, incecik, fakat buna mukabil ağır bir kitap. Sondaki notlarla birlikte 78 sayfadan oluşan Şeffaflık Toplumu, önsöz hariç dokuz bölüm içeriyor: Olumluluk Toplumu, Teşhircilik Toplumu, Apaçıklık Toplumu, Porno Toplumu, İvme Toplumu, Teklifsizlik Toplumu, Enformasyon Toplumu, İfşa Toplumu, Kontrol Toplumu. Bölümlerin hepsi birbiriyle bir yönden bağlantılı olsa da tek tek okunduklarında da bir sorun teşkil etmiyor. Hatta bölümler kendi içlerinde bir anlama sahip olmasına rağmen paragraf paragraf okunduğunda dahi okur birçok şey anlayabilir. Bir bütün içinde fakat tek tek de anlamı olan aforizmalar şeklinde yazılmış diyebiliriz eser için. Ancak kesinlikle tek bir okunmayı değil birçok kez okunmayı hak eden ve belki de başucumuzda durması gereken eserlerden Şeffaflık Toplumu.
Şeffaflık kelimesinin ne anlama geldiğinden bunun birçok kavram ve olguyla ilişkisine değinen yazar, Korece baskıya yazdığı önsözde şeffaflığın toplum nezdinde hangi yanlış anlamlara geldiğine, şeffaflığın olumsuz anlamda neler getirebileceğine, şeffaflık-enformasyon-verimlilik arasındaki ilişkiye değiniyor ve okuru şeffaflığın şiddetini açılayarak kitaba adeta itiyor: “Şeffaflık insanı camlaştırır. Şiddeti de buradadır. Sınırsız özgürlük ve iletişim topyekûn kontrol ve gözetime dönüşüyor. Sosyal medya da giderek toplumsallığı disiplin altına alan ve sömüren dijital panoptikonlara1 benziyor daha çok.”
Bu şekilde yazılmış kitapların özellikle ilk bölümlerine her zaman dikkat ederim. Çünkü yazarın düşüncelerini, ne anlatmak istediğini bu bölümlerde çözebiliriz. Bu kitap özelinde de baktığımızda, kitabın en ilgi çekici bölümünün bu ilk bölüm olan “Olumluluk Toplumu” olduğunu söyleyebilirim. Olumluluk, kelime itibariyle insanların aklına güzel şeyler getiren bir kavram. Olumlu düşün deriz bir şey olduğunda, ya da hayata ne kadar olumlu bakıyor dediğimiz insanlar vardır. Fakat Han, bu kavramı insanların çoğunun düşündüğünün aksine bir yerden ele alıyor ve tam tersi bir anlatımla, “olumluluğun” şeffaflıkla ilgisine değiniyor. Olumsuzluğa karşı olumlu olma halinin üzerimize deyim yerindeyse karabasan gibi çöktüğünü savunan Han, olumlu olmaya zorlanma halimizi şeffaflık ve enformasyon ile birlikte ele alıyor. Şeffaflık toplumumun kendini öncelikle bir olumluluk toplumu olarak gösterdiğine değinen yazar, kitabın genelinde de ele aldığı gibi bu kavramı totaliter bir durumda olduğu için eleştiriyor.
Kitabında genel anlamda “herkesi aynı olmaya zorlama” ile özdeş tuttuğu şeffaflığı geniş bir açıdan ele alan yazar, şeffaflık-hız ilişkisini, şeffaflığın totaliter bir unsur olduğunu, şeffaflığın şiddet içeren bir şey olduğunu her bölümde inceliyor. Kapitalist sistemin bizi getirdiği yerde görünme ve şeffaf olma halini yer yer psikolojik bir anlatımla da destekleyen Han, kitabında birçok sosyolog, psikolog veya başka yazarlardan da dayanak getirmiş yazılarına. Bu açıdan okura geniş bir okuma imkânı sunuyor.
Ruh, yalnızlık ister. İnzivaya çekilmeye benzer bir yalnızlığa sık sık ihtiyaç duyar insan ruhu. Modern hayatın dayattığı her zaman aktif olma hâli, hayata olumlu bakma hâli, paraya endeksli bir yaşam, güç gösterileri, her zaman her şeyi bilmeye çalışmak, kibir, insan ruhunu tüketir. Özellikle şehrin içinde ruhumuzu kaçıracak yer bulamazsak tükeniriz. Şeffaflık iyidir, diye düşünebilir birçok kişi. Görünür olma hâli, belki de unutulmayacağımızı hissettirir. Sosyal medyada veya hayatın herhangi bir anında her an şeffaf olmaya çalışmak insanın insan olma hâliyle ilgili değildir. Han, uzak doğulu bir yazar. Alman vatandaşı olmasına rağmen bu kitabında bir Avrupa insanından ziyade bir Asya insanı gibi yazmış yazılarını. Özellikle Avrupai bir hayatın özelliklerini sunduğu kitabına bir uzak doğulu bakışıyla bakabilmek önemli. Belki de bir Avrupa insanının ömrü boyunca düşünmeyeceği şeyler söylüyor. Biz de şu an Han’ın kitabında bahsettiği durumda olsak da bir Avrupalı gibi olmadığımızı düşünüyorum bu konularda. En azından bazen, ruhumuzun yorulduğunu hissediyor olmamız gerekir: “İnsan ruhu, görüldüğü kadarıyla, ötekinin bakışından uzak, kendi başına kalabileceği alanlara ihtiyaç duyar. Geçirgenlikten yoksun olma gibi bir özelliği vardır. Bütünüyle ışıklandırılması yanmasına ve ruhsal tükenişe (burnout) yol açacaktır. Sadece makineler şeffaftır. Hayatı hayat yapan kendiliğindenlik, olay doluluk ve özgürlük şeffaflığa izin vermez.”
Han, kitabında sadece durum tespitinde bulunmuyor, aynı zamanda önerilerini de söylüyor fakat her yerde değil. Örneğin mesafe kavramı önerisi bunlardan biri. Ayrıca bütün kitabında şeffaflığı anlatırken bunu bir paradoksa bağlaması da ilginç. Hiçbir zaman tamamen şeffaf olunamayacağını savunan Koreli yazar, şeffaflığa ne kadar zorlanılırsa o kadar bundan uzaklaşılacağını savunuyor. Aslında bu ifadenin anlattıklarıyla bir çelişki oluşturduğu düşünülse de detaylı okunduğunda bunun böyle olmadığı görülüyor. Ancak Han, her halükarda sistemin kendi işini gördüğünü, işini hallettiğini de ekliyor.
Modern insan, bilgi sağanağı altında yaşıyor. Enformasyon kirliliği her yere sıçradı, ne kadar bilgiye sahipsek o kadar bilgin sayıyoruz kendimizi. İçselleştirilmemiş bilgilerin hamallığını yapıyoruz. Sanki okumadığımız kitapları sırtımızda taşır gibi. O kitapları taşıyınca nasıl bilgin olamıyorsak, bilgi sahibi olmakla da bilgin olunmuyor, hakikate giden yol açılmıyor. Han, şeffaflık-hakikat ilişkisinde anlamın eksikliğine dikkat çekiyor ve kitabının ilk bölümünde bahsettiği olumluluk ilkesinin bilgileri sadece bir yığın haline getirdiğini belirtiyor: “Şeffaflık ile hakikat özdeş değildir. Hakikat, diğer her şeyi yanlış ilan ederek kendini ortaya koyar ve kabul ettirir. Daha fazla enformasyon ya da enformasyon yığınından ortaya hakikat çıkmaz. Bunlarda yön, yani anlam eksiktir. Tam da hakiki olanın barındırdığı olumsuzluğun eksikliğinden ötürü olumlunun urlaşması, yığınlaşması söz konusudur. Aşırı-enformasyon ve aşırı-iletişim hakikat eksikliğinin, dahası varlık eksikliğinin belirtisidir. Daha fazla enformasyon, daha fazla iletişim bütünün temel belirsizliğini ortadan kaldırmaz. Hatta daha da artırır."
Kitabın sonraki bölümlerinde yine şeffaflığa temas eden noktaları değerlendirmeye çalışan yazar, ‘Teşhircilik Toplumu’ bölümünde ‘görünme’ ve ‘sergilenme’ durumunu inceliyor. Sergilenme ve insan siması üzerinden bir bağ kuran Han, fotoğrafçılık üzerinden fikirlerini genişletiyor. Kapitalist düzenin bir şiddeti görüyor yazar, teşhircilik ve reklamcılığı.
Kitapta, kavramlar çok önemli. Yazar, kitabının başında kullandığı bir kavramı yeri geliyor sonuna kadar kullanmaya devam ediyor. Bu yüzden okurun yüksek dikkatini istiyor kitap kendini okutmak için. Olumluluk, olumsuzluk, boşluk, kesintisizlik gibi kavramların yazar nezdinde ne şekilde kullanıldığını bilmek kitabı okumayı kolaylaştıracaktır.
Kitabın son bölümü ‘Kontrol Toplumu’ adına sahip. Yazar burada şeffaflık ve güven arasındaki bağı inceliyor fakat bu bölümün son paragrafı bütün kitabın özeti niteliğinde. Dünyanın, insanların, toplumların gittiği, daha doğrusu sürüklendiği yer açısından nerelere yol aldığını kısaca özetliyor Han ve kitabına noktayı koyuyor. İnsanların kayıtsızlığı ve dijital dünyanın geldiği noktada gözetlenme durumunu şöyle savunuyor: “Günümüzde yerkürenin bütünü bir panoptikon durumuna doğru gelişme gösteriyor. Panoptikonun dışı diye bir şey mevcut değil. Bir topyekûnlük söz konusu. İçerisini dışarıdan ayıran bir duvar yok. Kendilerini özgürlük alanları olarak sunan Google ve sosyal ağlar panoptik biçimlere bürünüyorlar. Bugün gözetleme, genelde sanıldığı şekliyle özgürlüğe saldırı şeklinde gerçekleşmiyor. İnsanlar kendilerini daha ziyade gönüllü olarak teslim ediyor panoptik bakışa. Kendilerini soyarak ve teşhir ederek dijital panoptikonun oluşuna bilerek katkıda bulunuyorlar. Dijital panoptikondaki mahkûm aynı zamanda hem kurban hem faildir. Özgürlüğün diyalektiği işte budur. Özgürlüğün kontrol olduğu ortaya çıkıyor.”
Sorgulayıcı bir kitap Şeffaflık Toplumu. Bu dünyadan rahatsız olan herkes içinde kendine yakın birçok fikir bulacak ve bir bakış açısına sahip olacaktır. Bilinen felsefe kitapları gibi dili ağır olsa da başka filozof veya psikologlardan yapılan alıntılarla ağır dilini sadeleştirmiş Han. Her bölüm aynı zorlukta okunmasa da bazı bölümleri anlamak ciddi çaba gerektirebiliyor. Han, bu çağın panoptik açıdan bir özetini sunuyor okura. Gerisi okurun sorgulamasına kalmış.
*Panoptikon: İngiliz filozof ve toplum kuramcısı Jeremy Bentham'ın 1785 yılında tasarlamış olduğu hapishane inşa modelidir. Tasarımın konsepti gözetlemeye izin verir. Şöyle ki; bütünü (pan-) gözlemlemek (-opticon) anlamına gelen bu tasarım birkaç katlık tek odalı hücrelerden oluşan bir halka üzerine kuruluydu.
Mehmet Âkif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif10
Çok etkileyici bir yazı olmuş. Kaleminize sağlık.Umarım (azınlık olan) bilinçli toplum özgürlüğe giderken, kendini fail ve kurban olarak bulmayanlardan olur. Sosyoloji öğrencilerin müfredata katması gereken bir kitap daha :)
YanıtlaSil