28 Eylül 2017 Perşembe

Saç mı kesmeli, adam mı vurmalı?

Tayfun Pirselimoğlu ismine sinema alanından aşina olduktan sonra fark ettiğim “Berber” romanı, yazarın biyografisine de bakmamı gerektirdi. Senarist olarak tanıdığım Pirselimoğlu’nun yazarlık açısından da hayli verimli olduğunu gördükten sonra (beş roman, iki hikâye, bir anı) böyle bir yazarı nasıl ıskaladığım konusunda kendi kendime söylendiğimi hatırlıyorum.

Berber” yazarın son romanı. İletişim Yayınları’ndan neşredilen ve 252 sayfadan oluşan kitap, 2016 yılında ilk baskısını yaptı. Başkarakteri bir berber, aynı zamanda da birçok kişiyi gözünü kırpmadan vuran bir katil olan “Berber”in başından geçen bir dönemi kronolojik olarak kitapta bulabiliyoruz.

Önce hukuk fakültesinde bir yıl, ardından veterinerlikte bir sömestir, ilaveten edebiyat fakültesinde iki yıl okuyup sonunda hiçbirini beceremeyip baba mesleği berberliğe dönen biri olarak tanımlıyor yazar bize “Berber”i. Hayatını baba mesleğinden ziyade katillikten kazanan kahramanımız, M’den aldığı cinayet siparişlerini sorgulamadan, iyi bir para karşılığı gerçekleştiriyor. Hayatı bu rutinde akarken gelişen olaylar neticesinde kendini, başlarda çok sorgulamadığı, fakat sonrasında hiç hoşlanmadığı bir şekilde N’nin verdiği görevleri yerine getirirken buluyor ve istemediği olaylar neticesinde kendi kıyametini hazırlıyor:

Çaresiz bir halde tam bilemediğim bir menzile doğru gittiğim aşikârdı ve önünde sonunda, soruların huzursuzluğu gelip yakama yapışıyordu. Olanı biteni ayrıntısıyla düşünüp tartma konusunda her gönülsüz girişimim o karanlık odadaki zavallılığımı aklıma getirdiğinden yerini hemen derin bir yeise ve yenilmişlik duygusuna bırakıyordu. Bunlardan sıyrılmam hiç kolay değildi."

Yazar, kitabın “Berber”den sonraki en önemli karakteri olan N’nin normal bir vatandaşken nasıl siyasetin en tepelerine çıktığını, kendi görüşleri çerçevesinde “Berber”in bakış açısıyla açık şekilde anlatır. Hayatın her alanında yer alan liyakatsizliğe, adam kayırmacılığa, sorgusuz itaate değinen Pirselimoğlu, bunları roman içinde eriterek genelde sırıtmayacak bir şekilde okura aktarır. Kitabın belli bir kısmında politik dokundurmaların dozunu artıran yazar, roman havasından çıkmadan ve merak unsurunu kitabın her bölümünde hissettirecek şekilde bunu sağlamıştır:

-Seni MKY’ye koyacağım, dedi.
-Anlamadım?
Gerçekten hiçbir şey anlamamıştım. Sigarasından derin bir nefes daha aldı, sonra ağzından dumanlar salarak,
-Anlamadığını biliyorum, dedi. Önemli değil, hiç önemli değil.
-Nasıl değil?
İfademden bir mana çıkartmaya çalışır gibi beni süzmekteydi. Gözlerimi kaçırdım.
-Siyaset hem zor, hem de kolaydır, dedi.
Ancak o zaman sözünü ettiğinin partiyle, bu kongre hikâyesiyle ilgili olduğunu kavradım.
-Ben gerçekten bu parti şeylerinden… anlamıyorum, diye tekrarladım.
Bu tavrımdan sıkılmış gibi suratını ekşitti.
-Dedim ya önemli değil. Her şey ayarlandı zaten. Senin bir şey yapman gerekmiyor. Sadece yüzüğünü takmayı ihmal etme. Bu kadar. Anladın mı? Bu kadar…

Kitap iki ana olay üzerinden akıyor diyebiliriz. İlki “Berber”in kendi cinayet ve günlük hayatı, diğeri ise Meryem’le olan aşk hayatı. Meryem’le olan hayata daha az ağırlık veren yazar, diğer kısmı oldukça detaylı işlemeyi başarmış. Zaten kitabın sonunda bu iki olay birbiriyle çarpıcı bir şekilde olmasa da birleşiyor diyebiliriz.

Abartılı bir tespit olacak olsa da, distopik özellikler gösteren bir roman diyebiliriz “Berber”e. Yazar, kitapta sürekli olan kasvet halini bir de kar ve kış metaforlarıyla destekleyince zaten anlatılan atmosferi şen şakrak karşılayamıyor okur. Kafkaesk bir tarz var diyebiliriz roman için. Buna bir de karakterlerin birçoğunda olan ‘gizemli hâl’ eklenince, okur kendini sonunun nereye varacağı bilinmeyen bir macerayı takip ederken buluyor. Kitabın ilk başları daha durağanken 69. sayfadan itibaren (gerçekleşen bir olayla) merak düzeyi ve tempo, kitabın sonuna kadar sürüyor.

Roman, merkeze “Berber”i alsa da, çevresindeki birçok kişiyi de detaylı fakat gizemini kaybetmeyecek bir şekilde inceliyor. Baştan sonra kadar “Berber”in bakış açısından anlatılan romanda bazen gereksiz gizem oluşturacak ögelere de yer verilmiş (kast ajansında Meryem’in fotoğrafını görmesi gibi). Fakat bu ve bunun gibi ufak tefek olumsuzluklara rağmen (bazen uzun betimlemeler) rahat bir okuma imkânı sağlıyor yazarın üslûbu bize. Hatta bir oturuşta bitirebileceğimiz bir roman desem abartmış olmam (dili ve merak ettiriciliği sayesinde)

Polisiyeyi, siyaseti, nadiren de olsa gerçekleşen doğaüstü olayları, rüyaları, umursamazca başlayıp bir tutkuya dönüşen aşkı, insan psikolojisini ve birçok unsuru içinde barındıran kitap, olağandan kopmadan birçok şeyin göründüğü gibi olmayabileceğini de gösteriyor bize. Yazar olmakla senarist olmanın çok farklı şeyler olduğunu düşünüyorum. Pirselimoğlu’nun yazarlığın da hakkını verdiği kanaatindeyim.

Mehmet Âkif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif10

3 yorum:

  1. Muhteşem bir kitaptı:) Eğer okumadıysanız yazarın Kerr romanını da öneririm. İyi okumalar:)

    YanıtlaSil
  2. Gül Hanım merhaba, sizin de bir kitap kurdu olduğunuzu görüyoruz. Blogumuzda yazı yayınlamak isterseniz "künye" bölümünden bize ulaşabilirsiniz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim çok naziksiniz. Şimdilik kendi blogumda kitap tanıtımı yapmak yeterli oluyor. Bol kitaplı günler diliyorum.

      Sil