3 Ocak 2017 Salı

Şaire ne soruldu, şair ne söyledi?

“Sanıyor musun ki, sormadan bir şey öğrenebilirsin. Ve sanıyor musun ki, susup durmakla bilgisizliğin geçer. Yanılıyorsun. Durma sor.”
- Abdülkâdir Geylânî Hz.

“Sorunun konusu değil soru sorabilecek endişelere sahip olmak önemli. İnsanın insanla ilişkisinde karşısındakini nesne olmaktan kurtarması lazım. Sağlıklı, verimli bir ilişki ancak soruyla kurulur.”
- İsmet Özel

Her şeyi anlamak istiyoruz. Dünyada olup biten, ölüm sonrası olacak olan durumları, günlük siyasi olayları, bir şiiri, romanı, karşımızdaki insanı… İnsan olarak -beşer değil- her şeyi anlayıp kendi dünyamızda anlamlandırmak istiyoruz fakat bunu yapmanın birinci kuralı olan soru sorma eylemini yapmıyoruz. Korkuyoruz, bencilliğimize yeniliyoruz, kibrimizden yukarı çıkmıyoruz, sonra da ‘biliyorum’ duygusuna kapılıp bilmediğimizi katmerliyoruz. İnsan olmanın önemli vasıflarından biri olan soru sorma eylemini maalesef ülkece gerçekleştirmiyoruz. Toplum yapımızın da bununla ilgisi çok fazla. Bizde soru soran insan sevilmez. Sorarak, sorgulayarak yaşayanlara bir ‘değişik’ gözüyle bakar okumuşlarımız da okumamışlarımız da. Belli kalıplar dahilinde sorulup alınmış cevaplarla tatmin oluruz. Çünkü büyüklerimize göre daha ilerisine bizim ‘aklımız ermez’. ‘Başımızdakiler’ –her anlamda- düşünmüştür bizim yerimize her şeyi. Biz de başkaları tarafından sorulmuş sorulara verilen veya verilmeye çalışılan cevaplarla hayatımızı devam ettiririz. Modern çağ –özellikle 2000'ler- bilgiye çok kolay ulaşılabilen bir çağ. Bunun getirdiği bir kibir de soru sormamızı engelleyen etkenlerden önemli bir tanesi. Artık internete ulaşamayan kimse kalmadı gibi. Doğru da yanlış da internette. Gençlerimiz soru sormuyor; çünkü saçma sapan sitelerden öğrendikleri bilgileri ‘kutsal’ belleyip her şeyi bildiklerini sanıyorlar. Soru sormayı aşağılık bir durum addedip herkes cevap verme peşine düşüyor. Anlaşmazlıklarımızın, bilgisizliklerimizin birçoğu eksik soru sormaktan ya da hiç soru sormamaktan –BEN bilirim duygusundan- kaynaklanıyor. Okullarımız soru sormayı neredeyse yasaklayan bir eğitim veriyor. Daha ilkokul çağlarında soru sormadan sürekli enformasyona maruz kalan çocuk büyüdüğünde de bunu değiştiremiyor. Neyse ki soru soran muhabirler, gazeteler, dergiler var da bu eksiğimizi gideriyoruz. Daha doğrusu varmış. Artık bunlar da yok. Modern çağ hepsini yedi. Neyse ki bu kitap var elimizde.

Sorulunca Söylenen, İsmet Özel ile 1977-1999 yılları arasında yapılan mülakatları içeriyor. Bu zamanlar arasında önemli görülen birçok gazetenin, derginin ve buralarda çalışan önemli kişilerin İsmet Özel’e yönelttikleri sorularıyla birlikte İsmet Özel’in fikir dünyasına dahil oluyoruz. Birinci baskısını 1989 yılında yapan kitap TİYO’dan ilk olarak 2014 yılında neşredilmiş. 1999’dan 2014’e kadar yeni baskı yapılmadığını görüyoruz. Bunun cevabı İsmet Özel’de; fakat bir okur olarak her yıl baskı yapıp okunması gereken kitaplardan olduğunu düşünüyorum.

Kitapta İsmet Özel’le mülakat yapan yayınlar arasında Hürriyet, Milliyet, Cumhuriyet gibi Türkiye’de bilinen birçok gazete, İslami ya da İslami olmayan birçok dergi mevcut. İsmet Özel’le aynı fikirde olmasa bile İsmet Özel’in ne dediğiyle ilgilenen insanlar şaire birçok soru yöneltmiş ve şairden önemli cevaplar almışlar. İsmet Özel Türkiye’nin en önemli şair ve yazarlarından biri. Durum böyle olunca birçok mülakat kısa soru-cevaplardan çok uzun yazılarla dolu. Bazı sorulara İsmet Özel öyle cevaplar vermiş ki bir deneme konusu olabilecek yazılar çıkmış ortaya. Yanıtlar İsmet Özel’i tanıyanlar için hiç şaşırtıcı değil. Şair lafı eveleyip gevelemeden ne düşünüyorsa ne biliyorsa ortaya koyuyor mülakatlarda.

Mülakatların hepsi belli bir konu üzerinden devam ediyor ama tabi ki özellikle uzun mülakatlarda konu konuyu açıyor ve şairin birçok konudaki fikirlerine vakıf oluyoruz. Kitabın ilk mülakatlarında daha çok ‘şiir nedir ne değildir, gerçeklik ve şiir bağlantısı, Cumhuriyet dönemi Türk şiiri vb.’ gibi teknik konular yer alırken özellikle 1985’ten sonraki mülakatlarda işin içine siyasetin girdiğini görüyoruz. Bazı mülakatlar İsmet Özel’in o dönemde çıkardığı kitaplar üzerine (Bakanlar ve Görenler, Üç Mesele, Tavşanın Randevusu vb.) veya şiirler ve kavramlar üzerine (Of Not Being A Jew, Yahudilik) gerçekleştirilmiş. Fakat şunu görüyoruz ki mülakatların çoğunda edebiyat ve politika bir yerlerden birleşiyor, bu da bize -takribi 1960 ile 1999 arası- zamanın edebi-politik çerçevesini çiziyor. Bunların dışında Müslümanlar ile ilgili hayati tespitleri de buluyoruz bu kitapta Madımak’la ilgili düşünceleri de. Kadın ve aile hakkında çok esaslı mülakatlardan siyasal İslama, Refah Partisi'ne, şairin şiire başlama hikayesine kadar her şey var. Birbirine benzer konulardan tamamen farklı konulardaki mülakatlara kadar konu yelpazesi çok geniş olduğundan bu kitapta İsmet Özel’in hemen her konudaki görüşlerinin mevcut olduğunu düşünüyorum.

Mülakat okumak farklı bir şey. Bir kişinin düzyazısından fikirlerini anlayabiliriz ama bu fikirler hakkındaki detayları mülakatlarda yakalayabiliriz diye düşünüyorum. İsmet Özel’in birçok kitabı mevcut ama şairi hiç okumayan bir insan sadece bu kitabı okusa Özel hakkında etraflı bir fikre sahip olabilir. Bu da kitabın değerini bir kat daha artırıyor. Benim kitapla ilgili tek üzüntüm mülakatların 1999 yılıyla sınırlı kalması. Halbuki İsmet Özel 2000'li yıllarda da mülakat verdi bazı dergi ve gazetelere. Keşke onlar da yer alsaydı da daha kapsamlı bir kitap elimizin altında olsaydı. Neyse ki o mülakatlara tek tek de olsa hala ulaşabiliyoruz.

Yazımı kitaptan şairin İslam’a bağlanması, hümanizm, düşünmek vb. ile ilgili bazı alıntılarıyla bitiriyorum. Bunlar sadece küçük bir kısım. Kitabı okuyanlar bunlardan çok daha fazlasını kitabın içinde bulacaktır. Keyifli değil, fikri açıdan rahatsız edici okumalar dilerim.

İnsan iki şey peşindedir, ya özgürlüğünü arar ya güvenliğini. Aslında birini bulmadan öbürünü sağlaması mümkün değil, özgürlük büyük ölçüde dışa doğru, güvenlik içe doğru bir edimdir. Ben bugün Kur’an’a bağlanmakla varoluşsal güvenliğime kavuştuğum inancındayım. Ancak bu güvenlik noktasından sonradır ki özgürlük elde edilebilir. İslam benim için bir şifadır. Yaralı olmayan veya yarasını tanımayan bu şifadan nasibini alamaz.

Modern çalışma ve yaşama biçimi, insanı bir sene çalıştırıyor ve derhal tatil veriyor. Aslında bu dinin yerine geçmek isteyen yeni bir dinin -hümanizmanın- iddiasıdır. Kendi kutsalını yaratma çabasıdır.

Boyun eğen insanlar köleliği güçlendiriyor, iş kölede bitiyor. Bir gün köle: Hayır ayakkabılarını boyamıyorum dediği anda, fırça kullanmasını beceremeyen efendi çaresiz kalacaktır.

Türkiye’de düşünerek karar verme vakıası ortadan kaldırılmak isteniyor. Düşünerek karar verme ortadan kalkınca yerine ya şartlanarak ya da zorlanarak karar verme geçiyor. Bu ikisini birlikte yapıyorlar. Yani bugün insanlar seçmelerini ya şartlanmalar, ya da mecburiyetleri doğrultusunda kullanıyorlar.

Bir şeyi yeşile boyayınca o İslami olmaz.

..Şimdi araç deyip bazı şeyleri kamufle de edebiliriz. Yani aslında o araçların bizimle olan ilişkisi çok önemlidir. Bu yüzden mesela teknoloji meselesini ciddiye alıyoruz. Çünkü teknoloji nihayet bir amaçtır diyorsa bazıları, hiç de öyle değildir. Teknoloji sonunda insanların hizmetine girmekten ziyade insanları kendi hizmetine sokan bir özellik taşıyabilir. Yani bugün kendi evlerimize bakın, vaktimizin ne kadarı o aletlere hizmetle geçiyor. Onu bir düşünün. Yani o aletler bizim işimizi mi kolaylaştırıyorlar, yoksa biraz da hayatımızı mı belirliyorlar? Yani biz biraz da onlarsız yapamayacak hale mi geliyoruz? Onların dertleri bizim dertlerimiz mi olmaya başlıyor? Onu bir düşünmek lazım.

Mehmet Akif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif10

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder