New York'tan buraya kalpazanın birinin peşinden geldik. Birçok takma ismimden en aktifi şu an için Matt Bomer, Fransa'da da en çok bu isimle bilinirim zaten. Neyse, az önce Peter'in beni bıraktığı dükkandan bir şekilde sıvıştım, üzerime de bir palto buldum bu sıcakta. Takip kelepçemi de söktüm. Beni kaçmaya teşvik eden Gökdemir İhsan(3) adlı bir yazarın İngilizceye çevrilmiş bir romanıydı(2): Exercices de Fiction.(5) 33 farklı kurgu. Güzeldi. Oulipo'yu sevmiştim.
Aslında yazarın(3) beklediğinden daha büyük etki bırakmıştı bu kitap halk üzerinde. Ülkesi dışında da sevilmişti. Hemen hemen herkeste fötr şapka olmasını ondan sonra anlamlandırmıştım. Bildiğiniz üzere benim ayırt edici özelliklerimden biri de fötr şapkamdır. Kahramanı kendimle özdeşleştirdim bu yüzden. Bu arada elimdeki romanla(2) yürümeye devam ediyorum elbette.
Paris'te elinde kitapla yürüyen biri daha az dikkat çekiyor. Kitabı kapattıktan sonra aklıma gelen ilk şey ægroto dum anima est, spes est(4) olmuştu. Madem ki ölmedim kaçmalıyım dedim. Peter'la dostluğumuz iyiydi ama özgürlük dostluklardan daha güzeldi. Ya da ayağımdaki kelepçeden bilemiyorum. Şimdi alarma geçmişlerdir herhalde.
Ezberlediğim s hattı durağını elimle koymuş gibi buldum öğlen sıcağında. Gerçekten de kalabalıktı. Umarım Peter'ın kitaptan haberi yoktur diye geçirdim içimden. Benim şapkamdaki kurdelanın yerine sicim bağlanmıştı. Bulabildiğim tek model buydu. Atladım otobüse.
Akıntı o kadar güçlüydü ki burnumu tutamadım. (Pardon bu başka bir hikayeydi.) Arkaya ilerlemek durumunda kaldım. Herkes bana bakıyor. Bir hırsız için, hem de az yakalananlarından olan benim için kötü bir his bu. Terlemeye başlıyorum. Aksi gibi arkamdaki meczup da üzerime abanıyor. Lanet olası elini cebime atıyor. Bak sen! Hırsızı soyan hırsız, inanılmaz. ama ne kendimi ne onu açık edebilirdim. Kendi türünü koruma refleksiydi bu. "İhtiyar üzerime abanmaktan vazgeç, sırtım yara bere içinde!" diye feryat ettim. İhtiyar gülümsedi ve elini ben bir şey yapmadım manasında iki yana açtı.
İnsanlar biraz da iğrenmeyle bakıyorlar şimdi. Hemen boşalan bir yere oturdum. Ayaklarımın altı acıyor. Bana bakmaktan vazgeçtiler. İndim. İhtiyar da inmişti. Aptal herif neyin peşindesin hala diye sessizce kendi kendime söylenerek adımlarımı hızlandırdım. Karmaşık bir rota izliyordum, öyle ki ben bile nereye gittiğimi unutmuştum. Vakit geçiyordu ve palto yüzünden iyice terlemeye başlamıştım. En sonunda kendimi saint lazarre garında buldum. Lanet olası yer.
Peter ortalarda yoktu ama bana yöneltilen onlarca silahtan bir şeyler döndüğünü anlayabiliyordum. Arkamdan şebek gülümsemesiyle giren ihtiyara bakıyordum ki hemen arkasında polisin silahının sırtına dayanmasıyla gülümsemesi silindi. Onun da haberi yoktu demek ki.
- Peter Burke, sanırım sizin adamı yakaladık.
- Geliyorum.
On dakika kadar sonra Peter geldi. İnterpoldeki meslektaşlarına teşekkür ettikten sonra yanıma doğru seğirtti.
- Ee Neal, kaçıyordun neredeyse...
- Neredeyse kaçılmaz. Sahi nasıl buldunuz beni, ben bile nereye gittiğimi bilmiyordum.
- Şansımıza askıda duran şu paltoyu aldın da, düğmesinin hemen altındaki vericiden (düğmenin olması gereken yere bastırarak) seni takip edebildik. Kalpazanın adamlarının seni takip ettiğini gördük. Sonrasında bu pezevenk de bindi otobüse, sonra sizi takip ettik, durumdan tamamen habersizdiniz.
- Hasiktir, diye söylendim.
Gar birbirine girmeden interpol oradan ayrıldı. Belki de romandaki(2) bulmacanın tamamını çözmem gerekliydi. "Gökdemir İhsan(3) dedim, seni bir daha okuyacağım.". Saint Lazarre'a küfrettim ekip otosuna binerken.
(1) Gökdemir ihsan bir romancı değildir.
(2) Kurmaca alıştırmaları bir roman değildir.
(3) X eşittir Gökdemir İhsan ise.
(4) Lat. Hasta nefes aldıkça ümit vardır.
(5) Kurmaca alıştırmalarının havalı söylenişi.
Ali Berkay Bircan
twitter.com/AliBerkayBircan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder