9 Ekim 2012 Salı

Ölüm Evi Güzellik Salonu'na hiç de hoş gelmediniz

Mario Bellatin, sadece 43 sayfada bir hastalığı vücudunuza olmasa da beyninize yerleştirebiliyor.

Kısa romanlar bazen uzun romanlardan çok daha zahmetli bir şekilde kurgulanmış oluyor. “Güzellik Salonu”ndaki öykü de aynen böyle.

Mario Bellatin, Perulu bir ailenin oğlu olarak 1960’ta dünyaya gelmiş. İlk kitabı Mujeres de sal 1986 yılında yayımlanmış. Güzellik Salonu ise Bellatin’in Türkçedeki ilk kitabı (2011), İspanyolcadan çeviren de Şevin Aksoy. Bellatin, doğuştan bir nedenle sağ kolunu kullanamıyor. Biraz da dikkat çekmek amacıyla sağ koluna takılı olan protezin kafasına gemi korsanı kancası geçiriyor.

Güzellik Salonu’nu tek cümleyle özetle dese birisi aynen şöyle derim: “Yalnız bir adamın dramı!”.

Kadın kıyafetleri giyerek geceleri eğlenmeye çıkan anlatıcımız, aynı zamanda Güzellik Salonu’nun sahibidir de. Henüz on altı yaşına varmadan evden kaçmış. Aldığı duyumlara göre ülkenin kuzeyinde iyi para varmış. Anlatıcımız bu noktada diyor ki, gördüğüm muamele her ne olursa olsun, yirmi iki yaşımdayken güzellik salonunu açacak kadar çok param olmuştu.

Erkeklerle beraber olan anlatıcımız gayet sıkı bir dille Homokatilleri Çetesi’nden korunmanın yollarından tutun da, güzellik salonunu hastalık kapmış ve kaptığı hastalık çok ilerlemiş olan AIDS’li erkekleri bünyesinde barındıran bir “Ölüm Evi”nin nasıl oluştuğuna kadar anlatıyor.

Güzellik salonunun giriş kapısında kadın erkek herkese hizmet yazsa da , salonun amacı doğrultusunda hizmet verdiği süre boyunca çok az erkek giriyor içeriye. Ancak anlatıcımız salonunu bir güzellik salonu olmaktan çıkarıp, hastanelerin bile kabul etmediği hastaların ölüm gününü bekleyen bir ölüm evine dönüştürdüğünde ise bu sefer sadece erkerk hastalar içeri alınıyor.

Kitabın tanıtımında Albert Camus’nün Veba romanını çağrıştırdığı NY Times reklamı olsa da ben bu fikre katılmıyorum. Olsa olsa bu roman da salgın bir hastalığı metafor olarak kullandığı içindir. Anlatım olarak Bellatin’in Camus’yle pek alâkası olmadığını söylemeliyim.

Sonuç olarak, salonu dahil neredeyse her şeyini belli bir amaç uğruna feda etmesine rağmen, öldüğü zaman kimsenin kendisi için bir damla gözyaşı akıtmayacak olması, bir adamı yalnız bir adam yapar. Anlatıcımız da yalnızlığını paylaşmak için yazmış bu kitabı. Okunmalı.

Tuna Bahar
twitter.com/tuna_bahar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder