İbn Arabî’ye göre ilahi sevgi, Allah’ın bizi, hem Kendisi hem de bizim için sevmesidir. O, bunu açıklarken Maide suresinin 54. ayetine işaret eder: “Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler.”. Allah yaratılmışlarda, Kendinden başkasını sevmez. Demek ki her âşığın, sevenin gözü içinde, her sevgide, her sevgilide O zahir olmaktadır. Bu da varoluş içinde tek bir seven olduğu sonucunu çıkarır; âlem hem sevendir, hem de sevilen.
Allah’ın bizim hiçbir amelimize, ibadetimize ihtiyacı yoktur. Bizi Kendisi için, bilinmek istediği için yaratmıştır. Bu da bize bilmeden sevmeye doğru giden bir yol olduğunu gösterir. İnsan bilerek, bilmeye çalışarak aynı zamanda muhabbetini, sevgisini artırır. Kitaplar ve sohbetler de bu anlamda önemlidir. İbn Arabî, özellikle “
mürşid kitapların” ve Hakk dostlarının sohbetlerindeki nazarın, saliklerin nezdindeki önemine işaret eder.
İbn Arabî, Nûr suresinin 41. Ayetinde ise ilahi sevginin başka bir yönüne işaret eder. “
Göklerde ve yeryüzünde bulunan kimselerle, saf saf uçan kuşların Allah’ı tespih ettiğini görmez misin? Her biri duasını ve tesbihini kesin olarak bilmektedir.” Burada “
görmez misin?” sorusuna kadar olan bölüm tüm mahlukat için geçerlidir ancak “
görmez misin?” sorusu doğrudan Hz. Peygamber’edir. O görmüştür. Biz ise bu bilgiye iman etmişizdir. Bu bilgiye iman edişimiz bizi bir sevgiye götürmekte ve çekmektedir.
İlahi sevgi bağlamında İbn Arabî, Hakk’ın bize pek çok kanıtlar sunduğunu gösteriyor. Rızıklar, nimetler, kazalar, belalar ve Kur’an-ı Kerim’de dünya ile ahiret için bize yarar sağlayan bilgiler vardır. Her birinde Hakk’ın sevgisi aşikardır. Allah bize daima kendisini hatırlatmaktadır. İnsanoğlunun aklı, Hakk’a şükretmekten ve yaşadıklarına sabretmekten aciz kalırken, Hakk daima sabredenlerle ve şükredenlerle beraber olduğunu söylemiştir. Bu durum mutasavvıfların “
Görenedir görene, köre nedir köre ne?” sualini aklımıza getirir. Hayattaki bazı işaretleri ve bize sunulan bilgileri bir araya getirdiğimizde, “
Hakk’tan ayan bir nesne yok, gözsüzlere pinhan imiş” gerçeğiyle karşılaşmamız çok doğaldır.
İbn Arabî, “
Bilinmeyi istedim” buyruğunun her an tecelli ettiğini belirtiyor. Sevgi her an işliyor. Ona göre Kur’an bize uyarı mahiyetinde buyrulan ayetlerin sonunda ya da başında Hakk’ın Rahman ve Rahim olduğunun hatırlatılması dahi sevginin bir ispatı, işareti anlamına geliyor. “
Allah bizim için neyi sakladığını göstermektedir” diyor İbn Arabî. O saklanan ise O’nun sonsuz rahmeti, merhameti.
“
Allah bütün acıları var edendir ve bütün acıları ortadan kaldırandır” diyor İbn Arabî. Acıların verilmesinin de acıların ortadan kaldırılması da, derdin ve dermanın sahibi olan Allah’ın sevgisinin bir tecellisi. Burada kullardan beklenen şikayet etmemek, sabretmek. İsyan etmemek, şükretmek. İbn Arabî, arınmış bir nefsin Rabbini razı edecek işlerin peşinde koşması gerektiğini hatırlatır. Zira Allah’tan başka bir ilah yoktur ve bu gayretle beraber kişiyle hakikat arasındaki perdeler yırtılır, hakikat giderek ışıldar.
Bizim Hakk’ı sevmemizin ilkesi görmek değil, duymaktır. İbn Arabî burada “
Kün” emrine işaret eder. Biz önce o sesi duymuşuzdur ve bu dünyada da o sesi aramaktayız. İbn Arabî’nin “
Âlem Hakk’ın nefesinden meydana gelmiştir. Biz Hakk’ın tükenmeyen kelimeleriyiz” sözünden de bu anlaşılmaktadır. Kün tecellisi her an yaşanmaktadır, dolayısıyla O’nun bilinmeyi, yani sevilmeyi ve dolayısıyla insanın sevmesi de her an çalışmakta, işlemektedir.
İbn Arabî’ye göre ilahi sevginin son basamağı, bu sevginin mahiyetini öğrenmektir. O da sürekli kavuşmak arzusuyla sevenin Sevilene doğru çekilmesidir. Burada çekim denilense muhabbetin şiddetli hâli olan aşktır. Gaye, bu şiddetli muhabbettir. Aşk, vuslat yolunda bir vesiledir. Vuslatta ise artık sen-ben yoktur. Vuslat, ilahi aşkta sevenin, Sevilende yok olmasıdır. Buradaki yokluk, kaybolma veya bitme manasında değildir. Fani olanın Baki olanla kavuşması, dolayısıyla sonsuzluğa ulaşmasıdır.
İbn Arabî, “
Arzun sahih olsaydı sana çareler gösterilirdi” diyerek ilahi aşk yolcularını uyarır. Bu sevginin en önemli özelliği nefsani değil ruhani olmasıdır. Bir haz ya da geçici zevkler değil, daimi bir şevk ve iştiyak bu sevginin niteliğidir. İbn Arabî burada ilk dönemin büyük sufilerinden
Zünnûn el-Mısrî’nin anlatımına atıfta bulunur: “
Allah’ın kalplerini muhabbetinin saflığıyla doldurduğu kulları vardır. Onların ruhlarını Kendisini görmenin özlemiyle açmıştır. İlahi! Sen onlara Kendinden anlamanın tadını tattırdın. Bu, onların hayatlarındaki en güzel tattır. Onların kalplerine melekutunda dolaşma imkânı, hatta sevenlerin muhabbetinin unutturduğu şeyleri verdin. Özlem duyanların özlemi Sana bağlandı. Kalpleri yalnız Sana döndü. Sadıklar Seninle ünsiyet buldu. Korkanların korkusu Sana yöneldi. Rahatlık, onların bıkmasından umudunu kesti. Yorgunluk ve uykusuzluktan bıkmadılar.”
İbn Arabî, ilahi aşka sahip insanların vasıflarını da açıklar: Hüzün, şevk ve özlem onların temel özelliğidir. Sık sık kendilerinden geçip vecd halini yaşarlar. Sık sık dünyadan uzaklaşma isteğiyle yalnız kalmak, uzlete çekilmek isterler. Ciddi kara sevdayla bazen neşe bazen kederle akıllarını devre dışı bırakır, sekr halini yaşarlar. Zaman zaman ağlayıp sızlayarak, of çekerek, inleyerek yanıp kavrulurlar. Tüm bu hallerin özünde ise Hz. Peygamber sevgisi ve O’nun sünnetine riayet vardır. Bu şekilde ilahi sevgileri daha da şiddetlenir. İbn Arabî ilahi aşka sahip insanların özelliklerini açıklarken daha da detaylandırır: “
Onlar, üzerlerine hüzün bulutları yağanlardır. Korku ve üzüntüyü her an taşıyanlardır. Hakikat (ölüm ve yakîn) kadehlerinden içenlerdir. Bollukta, darlıkta, açıklıkta, gizlilikte, uykuda, uyanıklıkta daima Allah’la olanlardır. Tefekkürden ayrılmayanlardır. Eşyanın hakikatini kavrayıp onlardan ibret alanlardır. Gecenin bir bölümünü uyanık geçirip gözlerinden yaşlar akıtanlardır. Zayıf, nazik bedenleriyle, çatlamış dudaklarıyla, kurumuş gözyaşlarıyla, öldürücü derin iç çekişleriyle, Kur’an’ın gerçek dostlarıdır onlar. Hakk’ın özlemini duyanlar için gayelerin gayesidir Kur’an.”
İbn Arabî, Kur’an’da Allah’ın hangi kulları sevdiğini özellikle vurgular. Bu aynı zamanda ilahi aşka talip kullar için rehber niteliğindedir. Bu özelliklerden birkaçı şöyledir: Allah, tövbe edenlere özel bir sevgi duyar. Allah et-Tevvab’dır. Kendi ismini ve niteliğini çok sever. Kulunda bunu gördüğünde sevgisi daha da artar. Burada İbn Arabî, “
Hakk, kendisini O’ndan uzaklaştıran bütün hallerinde kuluna döner. Kul tövbe ederse ‘Her nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir’ hakikati tecelli eder.” hatırlatmasını yapar. Yine burada mutasavvıfların kötülüğe iyilikle mukabele tavsiyesi de önemli bir çizgidir. Nefsi terbiye eden en önemli eylem, kötü bir davranışa maruz kalındığında tam tersi yönde hareket edilmesidir. Tüm bunlar, ilahi sevgi dairesinde işlenen hakikatlerdir.
İlahi aşk, yani Hakk’ın sevgisini, sevmesini kuvvetlendiren her nitelik ancak Hz. Peygamber’e uymakla mümkündür. Emirlere ve yasaklara dikkat etmek, güzel ahlak sahibi olmak, sünneti yaşatmak ve tüm bunları bir hayat nizamı haline getirmek, ilahi aşkın kaidelerindendir. Bu konuda son sözü yine Şeyhü’l-Ekber İbn Arabî’nin kendisine bırakmayı uygun buluyoruz: “
Bil ki, sevgi makamı çok şerefli bir makâmdır. Gene bil ki, sevgi varoluşun aslıdır.”
Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf