Kitabü’l Acayip, Gözlerimiz Kamaşırdı Dehşetten (Foneptik Bela), Serçelerin Ölümü ve Yeryüzü Blues ile tanıdığımız Kadir Daniş, romanı insana aksettirici bir düzenek olarak kullanır. Ancak bu tanım onun roman dünyasını açıklamaz, aksine daralttığı ve kısıtladığı için onun roman dünyasını anlamaktan uzaklaştırır. Nedir Kadir Daniş romancılığı?
Kadir Daniş gerçeği ifşa ederken gösterir, gösterirken ifşa eder. Daniş’in romanında baba, salt bir baba değildir; evlat, salt bir evlat değildir; eş, salt bir eş değildir; anne, salt bir anne değildir. Hepsi hem odur hem de değildir. Kadir Daniş gerçeklik ile metaforu iç içe kullanır. Örneğin, Serçelerin Ölümü’nde Koray’ın aynaya bakarak “Kim bu cananavar” dediği sahneyi ele alalım. Koray’ın kendisini canavar olarak görmesi, sadece kendisinden iğrendiği, kendisini çirkin olarak gördüğü için değildir. Koray, perdeden sıyrılmış ve nefsini görmüştür. Bunu ise romanın sonunda anlıyoruz. Koray, Hızır ile çıktığı yolculuğun sonunda Hızır tarafından öldürülmüştür. Canavar artık ölmüş, geriye safi ruh kalmıştır. Safi ruh, özdür; Tanrısal masumiyet, Allah’ın üflediği ruh, ilahi nefes. Rasulullah’ın “Ölmeden önce ölünüz” hadisi meydana gelmiştir. Aynı şekilde Koray’ın kendisini canavar olarak gördüğü ayna da sadece ayna değildir. Evet aynadır ama aynı zamanda değildir de. Hem odur hem değildir. Ayna burada sırrı işaret eder. Kimilerince hadis olarak kabul edilen kimilerince ise atasözü olarak kabul edilen ama her halükarda manası doğru olan ve üzerine yazılar yazılmış, düşünce seansları gerçekleştirilmiş meşhur bir söz vardır: “Evlat, babanın sırrıdır.”
Sır, aynanın arkasıdır. Görülmeyen, görülmeyeni taşıyan bölümü. Aynanın karanlık kısmıdır. Ayna sır ile ışığı geri taşır ve gösterir. Evlat, babanın sırrıdır sözünü hatırlarsak (bu sözü sadece baba-oğul ekseninde düşünmek isabetli olmaz, anne-baba ve evladı ekseninde düşünmek gerekir) anne-baba, evladında kendisini görür. Her doğan bir öncekinden gelen hakikati taşır, silsile bu şekilde tamamlandığında yolun başına kadar (Hz. Adem ile Hz. Havva) gidilir ve karşımıza büyük insanlık tablosu çıkar. İnsanın var olma amacının kendini bilmek olduğunu düşünürsek (Kendini bilen Rabbini bilir) anne- baba, evladıyla bu sırrı da öğrenir, kim olduğu sırrını! Buna ek olarak sır, tasavvufi eserlerde idrak aracı olarak kullanılır. Bu sır, kalpten ortaya çıkar. Böyle düşündüğümüzde de anne-baba, evladının kalbinden görünen sır ile gerçekliğe, hakikate kavuşur.
Bu yüzden onda acı keskindir ama aynı keskinlikte şefkat da barındırır, merhamet sıcacıktır ama aynı sıcaklıkta şiddet de içerir, sevgi dupdurudur ama aynı durulukta nefret de koklaşmaktadır. Tüm ikilikle, koyun koyunadır. Gece ile gündüz birleşir ve gün olur. Daniş bize günün belirdiği andan seslenir ve gece ile gündüzü önümüze serer.
Gece ile gündüzün birleştiği yerde; zaman yoktur, an vardır. İlahi sistem an üzerinden işler. Çünkü zaman yaratılmıştır ve yaratılana çalışır. Allah ise andadır. Tanrı’nın insana ruh üflemesiyle anda olmasını tek bir bağlam üzerinden düşündüğümüzde aslında zamanın olmadığını, hepimizin ve her şeyin Tanrı’nın bir nefesinden ibaret olduğumuzu idrak ederiz. Dolayısıyla olan herkes için olmuştur, olmayan kimse için olmamıştır. Kâinat bir domino taşı mesabesindedir, kader kitabında tek bir yaprağın düşmesi kâinatı değiştirecektir. Borges’in kum metaforunu hatırlayabiliriz burada: Adam çölde bir avuç kum alır eline, kumları savurur ve “Çölü değiştirdim” der. Kadir Daniş romanlarında zamansızlığın merkezinde, tanrısal göz ile andan bakıyor kâinata. Kâinat bir çöldür, Kadir Daniş çöldeki adamdır, avucuna aldığı kumlar romanlarıdır ancak bir fark var: Değişen kâinat değil, okurudur!
Koray’ın ağzından konuşursak “Halbuki zaman tek bir andan ibarettir. Mesela hepimiz çoktan öldük… Zaman akmaz. Donuk, bitimsiz bir lahzadır o… Baş yoktur, baş da sondur, son da sondur. Yaşananlar sonundan başlar, sonuna varır. Hatta hiçbir şey yaşanmaz, alem bir noktadır, nokta da zaten nihayetin ta kendisidir. Nihayetse hiçtir. Hiç.”
Daniş gece ile gündüzün birleştiği andan seslendiği için bize, onun karakterleri lanete mi yoksa rahmete mi uğradığını bilmez. Hepsi suçludur, hepsi masumdur, hepsi acı çekmiştir, hepsi acı çektirmiştir, hepsi iyidir, hepsi kötüdür. Hepsi insandır çünkü. Bu, insanın hikâyesidir. O yüzden zulüm, merhamet, haz, hayret, hayranlık bu güzergâhta karşımıza çıkan duraklardır ve hepsi bizde var olan hissiyatı, duyguyu yeniden yeniden yeniden doğurur ve biz biliriz ki bizim doğurduğumuz çocuk Daniş’in romanlarında yer almaktadır.
Daniş, karakterlerine isim koyarken de alelade tercihte bulunmaz. İsmi seçerken de ifşa ederken gizler, gizlerken ifşa eder. Tekrar Yeryüzü Blues’a bakarsak, önümüze Meryem çıkacaktır. Meryem, iffeti temsil eder. Tecavüze uğramış, kürtaj yapmış, koruduğu iffeti sayesinde “çocuğa” asıl anneliği o gösterebilmiştir. İffetini koruyarak temiz, pak kalmış; masumiyeti temsil eden çocukla da rabıtayı esas o kurabilmiştir. Çünkü çocuğa (İsa’ya) Allah’ı o öğretmiştir. İşari tefsirleri hatırlarsak, Hz. İsa’nın Meryem’den doğması; manevi gelişimini tamamlayan nefsten, (saflığı, paklığı, iffeti ayetlerde de ön plandadır) kalp doğmuştur. Burada kalp, Hz. İsa’yı, yani Ruhullah’ı temsil etmektedir. Kalp, ancak manevi terbiyeden geçmiş, mutlak arılığa ulaşmış insanda meydana çıkar. O insanın da kalbi Allah’ın evidir. Romanda da Meryem paklığı temsil ederek (kirli dünyanın içinde paklığını korumuştur) “kalbe”, İsa’ya Allah’ı öğretmiştir. Allah’ın evi, ancak pak kalptir çünkü. Yine Hz. Zekeriya, müjdelendiği zaman Allah’tan bir delil isterken, Hz. Meryem istememiştir. Hz. Meryem, teslimiyeti göstermiştir. Romanda da Meryem önce aileye teslim olmuş, delil istememiş, sonra çocuğa teslim olmuştur. Çocuğa teslim olduğu için de çocuğun masumiyeti ile kendi koruduğu paklığını tamam etmiştir. Masumiyet tek bir hal olduğu için de çocuk “Meryem benim içimdeydi” demiştir. Bu aynı zamanda Meryem’in babasız bir şekilde isa’yı doğurması, nefsten kalbin çıkmasıdır. Çünkü “bir” olmuştur. Bakış açımızı değiştirirsek, Mevlana; insan bedenini Meryem’e, doğum sancısını da İsa’ya benzetir ve insan bedeninin içindeki İsa’yı doğurma sancısı içinde olduğunu söyler. Yeryüzü Blues da Serçelerin Ölümü de aklımıza gelsin. Hangi karakter için içindeki İsa’yı doğurma sancısı yaşamıyor diyebiliriz?
Daniş, romanlarında anlattığı tekamül sürecini (insanı anlatırken, insanın tekamülünü anlatır aslında) romancılığında da gerçekleştirmiştir bir yandan. Romancı Kadir Daniş, Kitabü’l Acayip ve Gözlerimiz Kamaşırdı Dehşetten (Foneptik Bela) romanlarında yola çıkmış, perdeleri yavaş yavaş kaldırmıştır. Serçelerin Ölümü’nde perdeler tamamen kalkmış, hayret makamına ermiştir. Anlatımı hayret makamından gerçekleşir. Yüzleşme, çarpışma, anlamlandırmaya çalışma, anlamla ve anlamsızlıkla karşılaşma yer almıştır. Ancak tekamül gerçekleşmiş, hayret makamı aşılmış ve Yeryüzü Blues çıkmıştır sahneye. Yeryüzü Blues’ta artık hayret yoktur, romancı Kadir Daniş artık hayret üstü bir konumdadır, görüntü net ve berraktır, sisli hiçbir mevhum yoktur. Anlatılmak istenen bellidir, nasıl anlatılacağı ve neyin anlatılacağı aşikardır. Olan da olacak olan da olmuş olan da barizdir. Okuyucunun önüne neyin, niçin konulduğu belirlidir. Bu yüzden karamsarlık ile umut, vicdan ile zulüm, aşk ile nefret sarmaldır. Çünkü hayret üstü makama geçildiğinde kavramların karşıtlığı kalmaz, kavramlar sadece kavramdır, kavramların ötesine geçilmiş ve içerilerinde vakıf olan töz yakalanmıştır. Daniş bu tözü okuyucularına derya halinde akıtmıştır ancak her okuyucunun kendi kütlesince damlaya sahip olabileceği unutulmamalıdır. Çünkü “Kadir hest, diger nist.”
Yasin Taçar
twitter.com/muharrirbey_