Edward Said oryantalizm için ‘Batı’nın epistemolojik üstünlüğünü ontolojik üstünlüğe dönüştürebilme kabiliyeti’ der. Modernleşme sürecinde bilim ve teknolojide çığır açarak söz ve güç sahibi olan Batı, kendisinden olmayanları öteki olarak tanımlaması ve onların üzerinde tahakküm kurmasıdır bu kabiliyet. Diğer yandan oryantalizm her ne kadar belirli bir bölgeyi işaret etse de kurulan üstünlük bir bölgeye veya bir coğrafyaya teşmil edilemez. Bu alan kabaca Batı Avrupa ve Kuzey Amerika dışındaki her yerdir ama elbette bazı bölgeler ve toplumlar direnç eşiğine göre daha fazla maruz kalmıştır.
Batı’ya bu hakkı ya da ayrıcalığı veren en önemli şey, Batı düşüncesini yenileyen ve dolayısıyla güçlü olmasını sağlayan eleştirellik özelliğidir. Bu sayede fikir daha ileriye gidebilme imkânı bulmuştur. Yalnız bu eleştirel tutumun özeleştiri olarak değil de iç-eleştiri şeklinde yapıldığını söyleyebiliriz. Aradaki fark, özeleştiri doğru olanı yapmak için yanlış yapılanla yüzleşmeyi gerektirirken, iç-eleştiride yapılanın yanlış ya da doğru olması önemli değildir; önemli olan güçlü olmanın sağlanmasıdır. Özeleştiri, sorunlu önceki yapıyı yıkarak yenisini inşa etmeyi amaçlarken, iç-eleştiri, yapıyı aynı bırakıp sorunlu kısmı yamayarak yoluna devam eder. Özeleştiri adaleti tesis etmeye, iç-eleştiri iktidarı kurmaya veya kurulu iktidarı devam ettirmeye yöneliktir. Bu bağlamda özeleştiri yaptığını söyleyen Batılı düşünürlerin büyük çoğunluğu aslında iç-eleştiri yapmaktadır. Sistemin sorunlu yanları yama yapılıp daha fena sonuçlara yol açılır. Modernleşme tarihi vaat ve sonuçları bakımından bunun kanıtıyla doludur.
Batı’da hâl böyleyken, Batılı olmayanlar yani ‘öteki’ler konunun neresindedir, meseleye nasıl yaklaşır ve ne şekilde hareket eder? Açıkçası Batı’ya öykünen taklitçi suni kültürün içinde yaşayan biri olarak pek iyimser olduğumu söyleyemem. Fakat nadir de olsa özgün çıkışlar, büyük gayret gerektiren çabalar görülebiliyor. Mısırlı entelektüel
Abdülvehhab M. el-Messiri (
1938-2008) o isimlerden biri. İlk defa
Hamburger Medeniyeti’yle tanıdığım Messiri o eserinde keskin bir üslupla kapitalist-küresel tüketim kültürünü analiz ediyordu. Daha sonra Önyargı adlı eserinde muhteşem bir modernite eleştirisiyle karşılaşmıştım. Bakış açısı itibariyle benzer bir modernite eleştirisi henüz görmedim diyebilirim. Birkaç yıl önce farklı isimlerin makalelerinden oluşan
Çağdaş İslam Düşüncesinin Sorunları’nda filolojik ve kavramsal analizleriyle uzmanlığını konuşturuyordu.
Haccac Ali’nin karşılaştırmalı bir çalışması olan
Seküler Aklın Haritası’nda ise onun moderniteye dair özgün fikirleri görülüyordu. Ve son olarak bu yılın başında
Mahya Yayıncılık’tan çıkan
Kalemin Dansı Göstergenin Oyunu’nda ufuk açıcı tespit ve değerlendirmelerini okumanın heyecanını yaşadım. Seküler Emperyalist Epistemoloji alt başlığını taşıyan çalışma
Hatice Nuriler tarafından tercüme edilmiş. Yüz altmış sayfalık kitapta Messiri’ye ait dört makale yer alıyor. Daha kısa olan ilk üç makalenin konu başlıkları sırasıyla Emperyalist Epistemolojik Tasavvur, Kalemin Dansı Göstergenin Oyunu, Özgürlülük ve Zorunluluk Hikâyeleri: Yükselen Sekülerleşmeyi İki Farklı Edebi Eserde İzlemek şeklinde sıralanıyor. Dördüncü makale İctihad Kapısı: Epistemolojik Önyargı Araştırmasına Giriş başlığını taşıyor. Okumayı keyifli kılan boyutu ve baskı kalitesi bir yana sadece kapak görseli için bile okunmayı hak ediyor diye düşünüyorum.
Messiri makalelerde modernite ve sonuçlarını kavramsal ve teorik düzeyde ele alıyor. Modernitenin bir kriz birikimi olduğunu söyleyen yazar, kaynakları ve işleyiş şekli, moderniteyi sorunlu sonuna zorunlu kıldığını ifade ediyor. Modernitenin gelip gelebileceği yer zaten burasıdır. Messiri ilk makalesinde “
emperyalist epistemolojik tasavvur” dediği şeyin ortaya çıkış ve gelişim aşamalarını analiz ediyor. Buna göre Rönesans, Reform ve Aydınlanma süreçlerinde dini/kutsalı/metafiziği yok ederek sekülerleşmeyi amaç edinen modern düşünce emperyalist epistemolojik tasavvuru ortaya çıkarmıştır. Aydınlanma’nın katı rasyonalist eğiliminin ortaya çıkardığı pozitivist-materyalist anlayış kendisini her şeyin ölçütü olarak kabul etmiştir. Batı’nın bilim ve teknolojideki kazanımları onu güçlü kılarken iletişim imkânlarının küreselleşmesi yayılım kazanmasını sağlamış, sınır tanımayan haz ve arzu odaklı kullan-at tüketim kültürü ise insanı cezbetmiştir. Tek değerin fayda olduğu kapitalist emperyalist tasavvur kök salmıştır. Sonuç itibariye bir yaşam biçimine dönüşen bu anlayışın emperyal özelliği diğer toplumlar üzerinde etkili olmasına ve uluslararası bir boyut kazanmasına yol açmıştır. Bütün bu süreçleri destekleyen şey, epistemolojik temellendirmedir.
Kitaptaki ikinci makalede kutsaldan soyutlanan Batılı materyalist epistemolojik paradigmanın ortaya çıkışı ele alınıyor. Doğanın aşkın bir güçten, ilahi olandan arındırılıp insan dâhil fiziki varlıkla eşitlenmesi bu anlayış için önemli bir aşamadır. Bu yöntemle ilahi bir güce ve dolayısıyla kaynağı ilahi olandan alan değerler dizgesine ihtiyaç kalmamıştır. Varlığı yaratan-yaratılan düalizminden soyutlayan bu anlayış varoluşu da rastgeleliğe veya bilinçli determinizme indirgemiştir. Bu indirgemenin diğer bir yansıması de varlığı maddeyle eşitleyen panteist görüşü ortaya çıkarmasıdır. Messiri, panteist düşüncedeki doğa-insan eşitlenmesiyle sufi yorum olan Vahdet-i Vücûd ve hulûl anlayışını karşılaştırarak her iki düşüncenin mantık dışı yanlarına dikkat çekiyor. Buna göre iyi-kötü, fayda-zarar gibi olgular tekçi bir alanda birleştiğinden anlamsızlaşmaktadır. Diğer yandan doğa-insan indirgemesi doğayı ve insanı fethedilen, üzerinde tahakküm kurulan veya kontrol edilebilen bir nesne olarak algılanmasına yol açmıştır. Messiri’ye göre ilahi olanı yok etmek aşkın olanı (
metafiziği) yok etmeye sebep olduğundan, boşalan yere maddeye içkin olanı (
materyalizmi) koymak zorunluluk hâline gelmiştir. Modernleşme tarihi bu aşamaların güç kazanarak evrensel bir boyut kazandığı ‘sekülerleşme’ sürecidir. Modern Batı düşüncesi ve hayatı da bu sürecin materyalist rasyonalizm sonuçlarıyla hayata geçirilmiştir fakat süreç tamamlanmamıştır. Postmodern dönemde materyalist rasyonalizm materyalist irrasyonalizme dönüşmüştür.
Messiri materyalist epistemolojik paradigmayı besleyen bu aşamaları açıklarken doğada güçlü olanın hayatta kaldığını işaret eden
Darwin’in doğal seçilimi, Tanrı’yı ölü olarak tanımlayarak varoluşu ‘hiç’e indirgeyen
Nietzsche’nin nihilizmi ve
Freud’un insanı cinsellik üzerinden açıklayan psikanalizm teorisinin yanına
Derrida’nın söz-yazı çözümleme yöntemi olarak tanımladığı yapısökümü koyuyor. Anlam için metafizik bir sabiteye ihtiyaç vardır ve yapısöküm bu ilişkiyi ortadan kaldırmaktadır. Messiri’ye göre yapısöküm Batılı materyalist epistemolojik paradigmanın en önemli unsurlarından biridir çünkü yapısöküm yaratan-yaratılan ikiliğine işaret eden aşkınlık anlayışını (
metafiziği) atomize ederek anlamsızlaştırmaktadır. Atomize edilen yapı yeniden yapılandırılmaya açık hâle gelmektedir ve yeniden yapılandırılırken kaynak Batılı materyalist epistemolojik paradigmadır. Bu bağlamda yapısökümün neden olduğu anlam ve değer kaybı varlığı maddeye indirgemede doğrudan etki yapmaktadır. Postmodern düşüncenin temelinde de bu anlam ve değer kaybı vardır. Süreç, Tanrı’nın ölümü, insanın ölümü ve doğanın ölümü şeklinde gelişmiştir.
Messiri kitaptaki üçüncü makalede bu süreci iki farkı zaman diliminde kaleme alınan iki edebi eser üzerinden karşılaştırarak ortaya koymayı deniyor. Yazar bu makalede yaptığı kavramsal çözümlemeler sonrasında modern insanın zihin haritasını ve yaşam biçimini gösteriyor diyebiliriz.
Kitabın yarısını oluşturan dördüncü makalede önyargı konusunu epistemolojik açıdan tartışan Messiri, Batılı materyalist epistemolojik paradigmanın oluşum sürecini Batı bağlamında ele almanın yanında, bu paradigmanın Batı dışı toplumlar üzerindeki etkisini de değerlendiriyor. Önyargının tanımı, oluşumu, kaçınılmazlığı, farkındalığı, etki kontrolü gibi konular makalenin içeriğini oluşturuyor.
Messiri bu makalede birçok kültürel fark örneği veriyor ve bunların farklı önyargı türleriyle ilişkilendirerek kategorize ediyor. Onun verdiği örneklerde Batı dünyasının kendisine vehmettiği üstünlük önyargılarının yanı sıra Müslümanların aşağılık kompleksine kapılarak yaptığı veya aşağılık kompleksini kapılmasına neden olan önyargıları olduğunu görmekteyiz. Bu önyargılar sonucunda Müslüman toplumlarda genel olarak gelişme veya ilerlemek için Batı’nın taklit edilmesi gerektiği düşüncesi hâkim olmuştur. Buna neden olan şey, Müslümanların hayatın her alanında materyalist epistemolojik paradigmaya maruz kalışıdır. Makalenin en önemli yanı, Müslümanların bu süreçten nasıl etkilendikleri ve çözüm yollarının neler olabileceği üzerinde durduğu kısımlar diyebiliriz. Messiri bu noktada alternatif bir paradigma önerisinde bulunarak yapılması gerekenler için bir rota belirlemeye çalışıyor. Sonuç itibariyle İslami bir paradigmanın mümkünlüğünü tartışıyor diyebiliriz.
Messiri, kitaptaki dört makalede de materyalist epistemolojik paradigmanın, ya da bir başka deyişle seküler emperyalist epistemolojik sistemin oluşum sürecindeki dönüm noktalarının neler olabileceğini saptamaya çalışıyor. Bu anlamda modernleşme düşüncesinin neden olduğu sekülarizmi ortaya çıkaran aşamaları sıralıyor. Metafiziği yok etmek her türlü anlamı materyalizme mecbur bırakmıştır. Bu durum aynı zamanda maddenin dışa açılımı olan aşkınlığı da ortadan kaldırarak değer ve anlamı maddenin kendisinde içkin olduğu düşüncesini doğurmuştur. Her şeyin aynı olduğu bir boyut olan bu aşama nihilizme yol açmaktadır. Messiri’nin bütün bu süreçleri Siyonizm ile ilişkilendirmesi ilginç bir detay olarak karşımıza çıkıyor.
Oldukça istifade ettiğim eserde şerh düştüğüm değerlendirmeler de bulunuyor. Bunların en önemlisi olarak gördüğüm ikisini belirtmek isterim. İlki, Messiri’nin modernite karşısına konumlandırdığı Müslümanları bir gözlemci olarak tanımlası. Bu konuda onun kadar iyimser olamadığımı söylemek isterim. Makalelerin kaleme alındığı 1990’lı yıllarda böyle bir durum olduğu savunulabilir fakat bugünün küreselleşmiş dünyasında Müslümanlar boğazlarına kadar modernitenin ve dolayısıyla Batı düşünce sistemi ve hayat tarzının içine batmış durumda olduğunu kabul etmek gerekiyor. Azgın bir sele dönüşen (
post)modernitenin gelen her dalgasıyla artık bireyselleştirilmiş olan Müslüman tümüyle batıp batıp çıkmakta ve yakın gelecekte nefes alma için bile çıkacağı meçhul görünüyor.
Teknik bir durum olsa da şerh düşmem gereken ikinci konu, makalelerde laiklik kavramına yer verilmemiş olmasının doğurduğu mantıksal sorun diyebilirim. Kitapta, modernitenin izin verdiği ölçüde günlük yaşam içinde yer alan dini uygulamalar ‘kısmi sekülerlik’ olarak tanımlanıyor. Dinin tümüyle ortadan kaldırıldığı bir boyut olan sekülarizm içinde geleneksel anlamda dine bir alan açmanın oksimoron olduğunu düşünüyorum. Bu durum için literatürde var olan kısmi ve katı laiklik şeklindeki kavramsallaştırmalar kullanılabilirdi.
Kalemin Dansı Göstergenin Oyunu’nda başta Batı düşüncesi ve modernite olmak üzere Messiri’nin çalışma konularının tümünü görmek mümkün. Bunların arasında siyonizm, sekülarizm, postmodernizm, kapitalizm ve kültür ağırlıklı olarak yer alıyor. Genel anlamda çok güçlü bir paradigmal sorgulama içeren kitap sakin ve zinde bir zihinle okumayı gerektiriyor. Zira satır aralarında hem Batı’ya hem de İslam dünyasına dair can alıcı detaylar barındırıyor. Bu bağlamda Messiri’yi önemli ve söylemini değerli kılan şeyin, üzerine eğildiği meseleleri ele alırken durduğu yer diye düşünüyorum. Fikir beyan ettiği her konuya İslami bir perspektifle yaklaşmaya çalışan Messiri çok önemli bir misyonu yerine getiriyor.
Mevlüt Altıntop
twitter.com/mvlt_ltntp