Kant’ın felsefe tarihindeki yerinin önemini anlatmaya gerek yok; fakat Kant kimdir, kısaca tanıtmakta fayda var. Alman felsefesinin kurucu isimlerinden biridir Kant. O zamanlar Prusya olarak adlandırılan ülkenin Königsberg şehrinde doğmuştur ve ilginçtir ki 79 yıllık ömrünün sonuna kadar bu kasabadan dışarı çıkmamıştır.
Ansiklopedik bilgilerle devam edecek olursak; modern felsefenin gelişim seyrine uygun olarak bilgi kuramını ön plana çıkartmıştır. Kant'ın gözünde bilim, liderleri kesin olan ve yöntemleri, ancak Hume'unki gibi felsefi bir kuşkuculuk benimsendiği zaman sorgulanabilen evrensel bir disiplindir. Bilim yansızdır ve nesneldir.
O, felsefedeki ilk ve temel misyonunun bilimi temellendirmek, daha sonra da ahlâkın ve dinin rasyonelliğini savunmak olduğuna inanmıştır. Bu amacı gerçekleştirmek için, hem Descartes'ın rasyonalizminden ve hem de Hume'un empirizminden önemli gördüğü öğeleri alarak, transsendental epistemolojik idealizm diye bilinen kendi bilgi kuramını geliştirmiş, yükselen bilimin felsefi temellerini gösterdikten sonra, özgürlük ve ödev düşüncesine dayanarak Hristiyan ahlâkını savunma çabası vermiştir. O, fenomenal gerçeklikle, yani bizim duyular aracılığıyla tecrübe ettiğimiz dünya ile numenal gerçeklik, yani duyusal olmayan ve hakkında bilgi sahibi olunamayacak dünya arasında bir ayrım yapmıştır.
Kant, öğretisiyle bilimsel bilginin olanaklı olduğunu göstererek, Newton fiziğini temellendirir.
Yine İsmet Özel’in Üç Frenk Havası adlı şiirindeki “bize ne başkasının ölümünden demeyiz / çünkü başka insanların ölümü / en gizli mesleğidir hepimizin / başka ölümler çeker bizi / ve bazen başkaları / ölümü çeker bizim için” dizelerinden yola çıkarak şu anda bahsettiğim kitabın oldukça ilgi çekici olduğunu söylemeden edemeyeceğim. Bu durum Kant’ın felsefe tarihindeki öneminden ziyade, meşhur bir tarihi kişiliğin son yıllarını temel alması ve o yıllara en yakından tanıklık edilmesi açısından önemli olduğunu düşünüyorum.
Şunu söylemekte fayda var, bu kitap her ne kadar Thomas de Quincey tarafından derlenmiş olsa da Kant hakkındaki hemen her şeyi Alman Wasianski, Jachmann, Borowski ve başka kişilerin anlatılarından alındığını görüyoruz. Özellikle Wasianski’nin anlatıları ve anıları ön plana çıkıyor çünkü Kant’ın son anına kadar yanında olması sebebiyle, filozofun hemen her şeyini öğrenebiliyoruz. Thomas de Quincey’in ise Kant’ın üniversitede ders verdiği zamanlardaki öğrencisi ve aynı zamanda onun yazmanı olduğunu kitaptan öğreniyoruz.
Quincey bunun bir Kant biyografisi olmadığını söylüyor ancak kitabın başlarında filozofun kısa bir biyografisine değinmeden de edemiyor. Hem Kant’ın kısa yaşam öyküsünden hem de son yıllarını nasıl geçirdiğinden öğreniyoruz ki aslında filozof, tahmin ettiğim gibi asosyal, evinden pek çıkmayan ve tek başına yaşayan biri değil. Bunu sadece Kant’ın son yıllarının anlatıldığı kısımlardan öğrenmiyoruz; çünkü her ne kadar bu bir biyografi kitabı olmasa da bir kişinin son yıllarındaki davranışlarını/davranış değişikliklerini anlatmak için o kişinin önceki yıllarda da nasıl davrandığını okura aktarmak gerekir. Bu kitap da bu minval üzere oluşturulmuş. Derleyici ve anı sahipleri ister istemez kısa bir biyografi kitabı ortaya çıkarmışlar.
Bölümler halinde oluşturulan kitap keskin geçişler halinde ilerlemiyor. Her bölümde Kant’ın günlük hayatındaki bir kısma değinilirken ufak ufak günün kalanında neler yaptığından da bahsediliyor. Kısa bir Kant biyografisinden sonra işin magazinsel boyutu başlıyor okurlar için. Kant’ın yemek davetlerinden, bu davetlerde konuşulanlardan, kimlerin bu yemeğe davet edileceğinden bahsedilen ikinci bölümde aslında Kant’ın ne kadar eğlenceli bir karakteri olduğunu görüyoruz ve şaşırıyoruz. Hatta bu yemeklerde kendinden pek az bahseden Kant, konuyu kendi başlattığı felsefi akımlara ya da eğiticilikle ilgili konulara hiç getirmezmiş. Daha çok kafa dağıtmak etkinliği gibi görebiliriz Kant’ın yemek davetlerini: “…Onun sohbet tarzı daha çok kafa dağıtma üzerine olup eğiticilik meselelerinden uzaktı. Öyle ki hem onunla tanışma fırsatı bulmuş hem de çalışmalarını incelemiş bir yabancı, bu candan ahbaplığın Soyut Felsefe’nin kurucusu olan dâhiye ait olduğuna inanmakta güçlük çekebilirdi.” Kitabın başlarındaki bu pasajdan aslında Kant’ın birçok özelliği çıkarılabilir diye düşünüyorum.
Daha sonra Kant’ın günlük rutinleri, sabah kalkışı ve kahvaltısı, sabahki ilk okumaları, akşam uyumaları, odasının bir tasviri gibi konuların yer aldığı bölümler geliyor. Bu tür bilgiler kitabın her sayfasında okurun karşısına çıkabilir. Bu tür magazinsel bilgiler tabii ki birçok kişiyi kitaba çekecektir ama sonraki bölümler daha da ilgi çekici diyebilirim. Çünkü Kant’ın zihinsel çöküşünün başlaması, bu durumun filozofun düşüncelerine etkisi ve bu durumdan ötürü Kant’ın günlük rutinlerinin nasıl değiştiğine dair bölümler gelmeye başlıyor. Bu bölümler, hatta kitabın tamamı ölüm kavramıyla da ilgili olduğu için müthiş bir lirizmle yazılmış. Özellikle zehir gibi bir zekânın çökmeye başlaması okurun içinde bir burukluk oluşturacaktır: “Akli melekelerinin kötüleşmesinin başka bir işareti de zaman mefhumunu kaybetmeye başlamasıydı. Bazen bir dakika, hatta abartmıyorum, çok daha az süre alacak olan bir meseleyi kavraması usandırıcı bir sürece dönüşürdü.” Zamana azamî derecede önem veren ve günlük rutinlerinde beş dakikanın bile inanılmaz önemli olduğu Kant için bu çöküş, tabii ki bütün hayatını değiştirmeye başlamıştır.
Kant’ın son yıllarından bahsederken elbette onun çevresindekilerden de bahsedilmelidir. Mesela sürekli yanında bulunan hizmetçilerine de bir bölüm ayrılmış kitapta. Uşak Lampe üzerinden Kant’ın ev içi durumlarının ne halden, yaşamının son anlarında ne hâle geldiğini okumak mümkün. Ancak evin içini oldukça detaylı gördüğümüz kitapta Kant’ın kardeşi veya çocuğu hakkında hiç bilgi göremiyoruz. Hatta ben filozofu hiç evlenmemiş ve akrabası olmayan biri sandım, sadece kitabın sonlarındaki birer cümleyle yer alıyor bu kişiler. Bu açıdan kitap biraz eksik; ancak filozofun en yakınındakiler anlatılacaksa bu son derece doğru bir bakış açısı.
Ketebe Yayınları’ndan neşredilen, incecik, 68 sayfalık bu kitap hakkında aslında çok daha fazla yazabilirim ancak kitabın tüm büyüsü kaçar o zaman. Bu kitabı okumak için Kant’ın adını bir kez olsun duymak yeterli. Felsefeyle ilgilenmeye hiç gerek yok çünkü tamamen okurun merakını giderecek bir kitap Immanuel Kant’ın Son Günleri. Çok rahat okunabilen ve iyi çevrilmiş bir metin aynı zamanda. Filozofun kişiliği ve rutinleri hakkında birçok temel nokta öğreniliyor. Cömertliği, zaafları, ölüme bakışı, ilginç ritüelleri, yaşamının son zamanlarındaki rüyaları, hastalıkları… Eser adının hakkını veriyor diyebiliriz kısaca.
“Königsberg şehri daha önce, Kant’ınki gibi eşsiz ve muazzam bir cenaze törenine asla şahitlik etmemişti “ denecek kadar sevilen Kant’ı, kitabı okuyan birçok kişi sevip, eserlerine ilgi gösterecektir.
Mehmet Akif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif10