Şimdi arkanıza yaslanın ve beni iyi dinleyin size harika bir roman hakkında berbat cümleler kuracağım.
“
Malina, ya da Günlük Cinayetlerin Romanı” tanımı ile başlıyor kitap.
Malina,
Bachmann'ın '
Ölüm Türleri' ana başlığı altında yazmayı düşündüğü bir dizi romanın da tamamlanabilmiş ilk ve tek bölümüdür. 1971 yılında yayınlanmıştır. Romanın yayınlanmasından 2 yıl sonra Roma’daki evinde çıkan yangında ağır yaralanarak hayatını kaybeder. Tamamlanmamış kitaplar, düşler içinde yitip gitmiş hayatlar beni her zaman derinden etkiler, üzer, tıpkı
Oğuz Atay’ın
Türkiye’nin Ruhu’nu yarım bırakıp gitmesi gibi.
Yazıldığı dönemde büyük ses getirir edebiyat dünyasına. Ve edebiyat çevrelerinde uzunca bir süre tartışılır. Ben, bu roman ile neden bu kadar geç tanıştım bilmiyorum. Sanırım o da benim eksikliğim.
Kitabın ilk bölümü '
İvan'la mutluluk', ikinci bölümü '
Üçüncü adam', üçüncü bölüm '
Son şeyler üzerine' başlığını taşıyor. Kitapta bir olay örgüsü yoktur, baştan sonra bilinç akışı tekniği ile yazılmış bir romandır. Okurken , “
gerçekten Malina var mıdır, yok mudur, bir hâyâl ürünü müdür, yoksa yazarın aklında yaşattığı bir ideal karakter midir, yani başka bir deyişle bir alter-ego durumu mu vardır” diye düşündürür. Ama bununla fazlaca oyalanmaya vakit bırakmaz, kelimelerin içinde kaybolup gidersiniz.
"Yaşayacak bir niçin'i bulunan, hemen her nasıla dayanabilir."
"Tarih öğretir, ama öğrencileri yoktur."
"Çevremdeki bu koşuşturmanın ortasında kendimi herhangi bir işle oyalamam kesinlikle olanaksız, eminim siz de görüyorsunuzdur dünyadaki bu delice koşuşturmayı ve ondan kaynaklanan cehennem, gürültüyü duyuyorsunuzdur. Yapabilseydim eğer işlerle uğraşılmasını yasaklardım, ama onları yalnız kendime yasaklayabilirdim."
Romanda “
ben” konuşur ve “
ben” bir kadındır. Birinci tekil kişinin ağzından dinleriz her şeyi. Kederlerine bir isim koyma çabasına gitmeden tüm acılarını, ciddi çırpınışlarını, tutkularını, en realist hâli anlatır “
ben” ve hiçbir kaygı gütmeden. Özgür ve acı çeken insanı.
Ben faşizmi en güzel onun kaleminden okudum, "
Faşizm, atılan ilk bombalarla başlamaz, her gazetede üzerine bir şeyler yazılabilecek olan terörle de başlamaz. Faşizm, insanlar arasındaki ilişkilerde başlar, iki insan arasındaki ilişkide başlar… ve ben anlatmak istedim ki, savaş ve barış yoktur, hep savaş vardır."
Kitap, ne kadar bireysel bir roman gibi görünse de, bütününe bakıldığında tamamen toplumsal gerçekçilik ile yazılmıştır.
"Ben, mutlak nitelikteki ilk israfın simgesiyim, kendimi esrikliğe kaptırmışım, dünyadan akıllı bir biçimde yararlanabilme yeteneğim yok, ve adına toplum denen maskeli baloda boy gösterebilirim, ama gelmeyebilirim de; engeli çıkmış biri gibi, ya da kendine maske yapmayı unutmuş, ihmali yüzünden kostümünü artık bulamayan ve bundan ötürü de günün birinde artık davet edilmeyen biri gibi. Belki de birisiyle sözleşmiş olduğum için, Viyana'da, bana henüz yabancı olmayan bir ev kapısı önünde durduğumda, aklıma son anda kapıda yanılmış ya da günü ve saati şaşırmış olabileceğim geliyor; o zaman dönüyorum ve çok çabuk yorulmuş, içim çok fazla kuşkuyla dolu olarak, Macar Sokağı'na koşuyorum."
“İvan'ı düşünüyorum. Aşkı düşünüyorum. Damardan verilen gerçeği ve bunun etkisinin ne kadar kısa sürdüğünü. Bir sonraki, daha yüksek dozu.”
Beceriksiz, başarısız sevgiliyi de şöyle anlatır; “
Erkek için kadınları az düşünmek kolaydır, çünkü hastalıklı sistemi, hiç aksamayan bir sistemdir; erkek kendi kendini yineler, yinelemiştir, yineleyecektir. Kadınların ayaklarını öpmekten hoşlanıyorsa eğer, daha belki de elli kadının ayaklarını öpecektir, o halde o anda ayaklarını öptürmekten hoşlanan bir yaratığı düşünmesine, onun yüzünden düşüncelere dalmasına gerek yoktur, o erkek böyle düşünecektir. Oysa, bir kadın şimdi sıranın kendi ayaklarına geldiği gerçeğiyle hesaplaşmak zorundadır (...) Birini gerçek anlamda bir mutsuzluğa sürüklediysen eğer, o zaman o da seni düşünecektir. Genelde ise erkeklerin çoğu kadınları mutsuz kılar ve bunda bir karşılıklılık yoktur, çünkü başımıza gelen doğal bir yıkımdır, erkeklerin hastalığından kaynaklanan, engellenmesi olanaksız doğal bir yıkım.”
Bachmann’a göre İkinci Dünya Savaşı’nı izlemiş olan “
savaş sonrası” dönemi artık cephelerde, dış dünyada değil, insanların iç dünyasındadır. Yıkım ve cinayetler, artık tarihin belli dönemlerinde değil, günlük yaşamımızda yer alır. Bu yüzden roman “
bir cinayet romanı“ tanımlamasını alır. Sevginin ve diğer güzel şeylerin en önemlisi kadının ve ilişkilerin cinayeti. Diğer 2 bölüm de tamamlansaydı neler anlatacaktı kim bilir?
Romanda '
Bir gün gelecek' diye bir ütopyadan da bahsedilir; “
Bir gün gelecek, insanlar savanları ve bozkırları yeniden keşfedecekler, uçsuz bucaksıza açılıp köleliklerine bir son verecekler, hayvanlar yükseklerdeki güneşin altında insanlara, artık özgür olan insanlara yaklaşacaklar ve dev kaplumbağalar, filler, bizonlar birlik içersinde yaşayacaklar, ormanların ve çöllerin kralları, özgürlüklerine kavuşmuş insanlarla birleşecekler, aynı kaynaktan su içecekler, arınmış havayı soluyacaklar, birbirlerini parçalamayacaklar, bu, başlangıç olacak; bütün bir yaşamın başlangıcı.”. Ancak daha sonra o günün de '
aslında gelmeyeceği'ni ilan eder. Çünkü Bachmann kendisiyle yapılan bir söyleşide 'Gelmeyecek ama yine de inanıyorum. Çünkü inanmazsam eğer, artık yazmam da olanaksızlaşır' der.
Gerçekten iki insanın birbirini sevmesi mümkün müdür? Dengesizlikler ve çırpınışlar, dibe vuruşlar nereden sonra başlar? Kadın iki kişilik ilişkilerde ne kadar kadın? Aslında sadece bir cinayet mi ilişkiler, hem kendimizi hem onu mu öldürüyoruz her gün, her an?
Tutarsızlıklar, umursamazlıklar, dengesizlikler, iç çatışmalar, kör inançlar, düğümler, kördüğümler, hiç çözülemeyecekler. İlişkiler, ilişkiler…
“Aslında kötü bir alışkanlıktır okumak, öteki bütün kötü alışkanlıkların yerini tutabilecek ya da onların yerine herkesi daha bir yoğun biçimde yaşamaya itebilecek bir alışkanlıktır, delicesine bir yaşam biçimidir, insanı yiyip bitiren bir tutkudur. Hayır, uyuşturucu kullanmıyorum, kitapları kullanıyorum…”
İyi bir roman hakkında iyi cümleler kurmak çok zor. “
Ne söylense hakkını bulur, ne desem yerine oturur?” diye düşünmekten alıkoyamaz kendini insan. Ben okurken bitmesini istemedim kitabın, kitapseverler nadir yakalar bu duyguyu.
Diyeceğim şudur ki; okumadan ölmeyin. Belki de Malina,
Olric’in çift yumurta ikiz kardeşidir.
Esin Bozdemir
twitter.com/karakarabatak