"Ezan sesi duyulmuyor
Haç dikilmiş minbere
Kâfir Yunan bayrak asmış
Camilere, her yere
Öyle ise gel kardeşim
Hep verelim elele
Patlatalım bombaları
Çanlar sussun her yerde."
- İsmet Özel, Amentü
Kemal Tahir, yakın tarihimizi konu alan romanlarıyla hem övgü hem yergi almış -bence- Türk Edebiyatı’nın (Türkçe edebiyatın değil!) en önemli ve en büyük romancısıdır. Gerek cumhuriyetin kuruluş aşamasını ve çok partili hayata geçme çabalarını konu ettiği Esir Şehir Üçlemesi, gerek İzmir suikastını anlattığı Kurt Kanunu, gerekse 1. Dünya Savaşı’ndan sonra milli mücadeleye uzanan yolun kurgulandığı Yorgun Savaşçı bu kitaplardan bazılarıdır. Özellikle Yorgun Savaşçı, Kemal Tahir’in en önemli eserlerinden biri olarak gösterilir. Benim için de Devlet Ana’yla birlikte yeri ayrıdır. (Ayrıca Halit Refiğ tarafından filme de uyarlanan Yorgun Savaşçı’nın bütün kayıtları resmi tarihi yansıtmıyor gerekçesiyle Kenan Evren yönetimindeki askeri cunta tarafından yok edilmiştir.)
Romanın başkahramanı, Tahir’in Yol Ayrımı romanındaki yan karakterlerden biri olan Yüzbaşı Cemil, nam-ı diğer Cehennem Topçu Cemil’dir. Üç ana bölümden oluşan kitap Von Kres Paşa’nın Dürbünü adlı bölümle başlar. Von Kres Paşa, 1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusunda görev yapmış bir Alman subayıdır. 8. Ordu Komutanlığı’nda görev yapmış ve Kanal harekâtlarını planlamıştır. Dürbünü, Filistin cephesinde beraber savaşırken Yüzbaşı Cemil’e kendisi hediye etmiştir.
Roman, İttihatçı, eski Diyarbakır valisi Çerkez Reşit Bey’in polis tarafından sıkıştırıldığında, Yüzbaşı Cemil’in evinin yakınlarında kendini vurmasıyla başlar. Devir, deyim yerindeyse 'ittihatçı avı’ devridir ve 1. Dünya Savaşı’ndaki mağlubiyetin faturası İttihatçılara kesilmiştir. Yüzbaşı Cemil de İttihatçıdır ve sokak ortasında kendini vuran Reşit Bey’i evinde saklamak üzere beklediği sırada bu olay gerçekleşir.
İlk bölümde hikâye, saklanan İttihatçılar üzerinden gider. İstanbul’un işgali konu edilir. Doktor Münir Bey’in evinde uzunca bir süre saklanan İttihatçıların kendi aralarında konuşmalarını, bir özeleştiri yapmalarını görmek mümkündür. Bu evde saklananlardan biri de Halil Kut Paşa’dır. Kemal Tahir, Paşa’nın ağzından İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin nerelerde hata yaptığını ve Sultan Abdülhamit’le olan problemlerini söyletir:
“Halil Paşa biraz düşünüp başını salladı:
‘Aslına bakarsan, iktidara geçinceye kadar ‘kadro’ diye bir şeyin gerekliliğinden değil, dünyada var olduğundan bile haberimiz yoktu bizim… Anayasa geri getirilirse bütün Osmanlılar memleketin kalkınması için el ele verecekler, her şey birden düzelecek sanmıştık. Otuz iki yıl süren despotluğa bu süre içinde kimler başkaldırdıysa hepsini kendimizden sayıyorduk. Bunlar bizce, memleketin en namuslu, en vicdanlı, en işe yarar insanlarıydı. Var güçleriyle işe sarılacaklar, vatanı bir yıla kalmadan cennete çevireceklerdi. Hele Avrupa’da bunca yıl Abdülhamit despotluğuyla boğuşanların hepsi her zorluğun altından akılla kalkacak kadar derin bilgili adamlardı. Meğer kiminin hiç bilgisi yokmuş, kiminin tecrübesi… Kimi iyi niyetle saçma yollar gösterdi, işler büsbütün karıştırdı, kimi kendi çıkarı için büsbütün yokuşa sürmeye kalktı bizi… Altı aya varmadan anladık içine düştüğümüz çıkmazı… Bu anlayış, avanak olmadığımızı gösterir. İyi niyetimizin ispatı da, anayasayı kurtarır kurtarmaz, hemen hükümeti kurup birer koltuğa yerleşmeyişimiz… Eski gidişin soygunundan pay almayı düşünmediğimizi de sen herkesten iyi bilirsin. … Kadronun gerekli olduğuna kısa zamanda inandık ama yetiştirmeye vakit bulamadık. Ben bu kadro meselesini de çok düşündüm doktor! İnkılapların ilk kadroları, inkılaptan çok önce hazırlanıyor. Biz bunu yapamadık. Belki inkılaptan sonra da hazırlanır, ama biz buna da vakit bulamadık.”
Karanlığın Dibi adını verdiği ikinci bölümde Tahir bize, hem Anadolu’nun ahvalinden hem de Anadolu’daki insanların savaş karşısındaki yılgınlıkları sebebiyle gerçekten de tam bir dip karanlıktan bahseder. Şöyle der Yüzbaşı Selahattin Cehennem Topçu’ya:
“Genel durum şu: Millet savaştan yılgın… ‘Vuruşalım’, demiyor musun, anasına sövmüşsün gibi sırtarıyor! Yedek subaylardan yarısı evlerine kapanmış, yarısı ekmek parası derdine düşmüş… Bizimkilerin çoğu hasta, sakat… Sağlamları daha yenilginin şaşkınlığından kurtulamadı. Kala kala… Bir avuç senin gibi, ‘Bizim aklımız ermezi’ diyen subayla gözünü budaktan sakınmaz deli aydın kaldı. Gerisi asker kaçağı, çapulcu, kısacası eşkıya dediğimiz rezil sürüsü…”
Bu bölümde Yüzbaşı Cemil’in İstanbul’dan Anadolu’ya, Balıkesir üzerinden Akhisar’a geçişi ve bu bölgedeki olaylar konu edilir. Olumsuz bir hava vardır bu bölümde. Okur, hem karamsar bir havaya kapılır hem de direnişe yanaşmayan halka iyi bir gözle bakmaz. Hatta ‘Yunan bize bir şey yapmayacakmış, İttihatçılar gâvur’ bakışı hâkimdir halkta. Zaman zaman, Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a geçiş durumları da konu kapsamına alınır. (Oktay Akbal, Yorgun Savaşçı romanını Mustafa Kemal’i hak ettiği şekilde göstermediği gerekçesiyle eleştirir fakat roman 1967 yılında Yunus Nadi Roman Ödülü’nü kazanır.)
Bu bölümde anlatılan, vatanın düşüşü karşısında kendini ortaya atan İttihatçılara halkın kötü bir gözle hatta düşman gibi bakması, romandaki toplumsal bir durumdur. Bir yandan İttihatçı olduğunu gizlemeye çalışan Yüzbaşı Cemil diğer yandan vatan savunmasını gerçekleştirmek için halkı örgütlemeye çalışır. Fakat istenmeyen adam ilan edilir arkadaşlarıyla birlikte, hatta canları bile tehlikeye girer. Romanın bu kısmındaki satırları okurken aklıma Ahmet Hamdi Tanpınar’ın "Türkiye, evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânını vermiyor" sözü aklıma geldi. Bu bölümü özetleyen bir söz olarak bakabiliriz buna. Vaziyet ise şu şekildedir Ege’de:
“İttihatçılar?
Haa… O başka… İttihatçıların dönemeyenleri bu yenilgiden sorumlu sayıyorlar kendilerini… Onlar elde bir… Buraya gelir gelmez sen de, biz de neden Çerkez Reşit Bey’i aradık? İster istemez, bizdendir diye… Ama bunun bir çürük yönü var, milletin önüne İttihatçı olarak çıkamıyorsun! Senin anlayacağın, bu sıra cambazlık sırası… Biraz kaypak olacaksın, biraz gözbağcı, biraz da kıyıcı… Çünkü bir işe sıvanabileceksen hergele takımıyla sıvanacaksın, hiç değil şimdilik…”
Romanın ve bölümlerinin ismi Kemal Tahir’in özel önem verdiği bir şeydir. Son bölüm "Dönemeç" de bunlardan biridir. Burada bir dönüm noktası anlatılır: Düzensiz birliklerin, çetelerin düzenli bir hâle geliş süreci. İkinci bölümdeki karanlık aydınlığa dönmeye başlamıştır. Mustafa Kemal’le irtibat sağlanır. İş birliği çerçevesinde önemli kazanımlar elde eder Türkler. Fakat bir yere kadar Kemal Tahir, ordunun içindeki vahimliği ve bölünmüşlüğü aktarmaya devam eder. Milli mücadeleye karşı çıkanlar da vardır ve ironik bir şekilde şöyle resmedilir bu durum:
“Cemil kâğıdı alışık bir hareketle ağır ağır yırttı. Evet, gülle gibi döne döne akıl almaz bir karışıklığın tam ortasına gidiyorlardı. Bir kolorduya komuta eden bir kurmay albayı yola getirmek için bir soyguncuyu kullanmak zorunda kaldıklarına göre, içinde debelendikleri karışıklığı oturup enine boyuna yeni baştan incelemek lazım geliyordu.”
İlahi/Tanrısal bakış açısıyla anlatılır Yorgun Savaşçı. Okur her şeye hâkimdir, olayların öncesini ve sonrasını bilir. Fakat kitabın bazı karakterlerinin sonraki akıbetini öğrenemez. Çünkü romanda bir yere kadar getirilip hikâyesi tamamlanmayan yan karakterler de mevcuttur. 1919-1920 yıllarında geçen romanda mekân olarak en çok İstanbul ve Akhisar’ı görüyoruz.
Roman hakkında sonuç olarak ve kısaca şunu diyebiliriz: Yüzbaşı Cemil üzerinden kurgulanan ve milli mücadeleye nasıl gidildiği, mücadelenin nasıl başladığı anlatılan bir kitaptır Yorgun Savaşçı. İttihat ve Terakki Cemiyeti üyeleri de bolca konu edilir. Zaten baş kahraman da bir İttihatçıdır daha önce değindiğim gibi. Fakat olumlu veya olumsuz bir yargıyla değil, objektif değerlendirmeye çalışır yazar bu kişileri. Ayrıca söylemek gerekir ki kronolojisi sağlam kitaplardan biridir bu eser. Kurgu açısından da Kemal Tahir’in en iyi kitaplarından biridir. Tahir’in en sevilen eserlerinden olmasını bu iki sebebe bağlıyorum.
Deyim yerindeyse ilmek ilmek işlenmiş bir romandır Yorgun Savaşçı.
Mehmet Âkif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif10