"Benim öylesine düz, öylesine durgun zavallı yaşamımda her tümce bir serüvendir."
- Gustave Flaubert, Üç Öykü
Son yıllarda hem yayınevleri bünyesinde hem de belediyelerin kültür faaliyetleri kapsamında en çok tanıtımı yapılan etkinlik; yaratıcı yazarlık. Kitabı olan ya da olmayan, kendini yazma eylemine dair yetkin bulan bulmayan öyle veya böyle birileri çıkıyor ve katılımcılara (elbette para karşılığında) yazarlığın sırlarını, gizemlerini, formüllerini anlatıyor. Genellikle iki saat süren bu etkinlikler yine genellikle iki günle sınırlı kalıyor. Bu etkinliklerden çıkan iyi bir yazarla şimdilik karşılaşmadık, kendini geliştirenler vardır muhakkak. Zaten bu etkinlikleri en çok bu açıdan önemli buluyorum: İnsanda yazma eylemine dair doğuştan gelen bir içgüdü varsa, onu tetiklemek ve geliştirmek. Yazma eyleminin sonradan ve sıfırdan 'gelebileceğine' asla inanmıyorum. Vardır ya da yoktur. Resim yapmak gibi, enstrüman kullanmak gibi. Çok mu uzattım? Olsun, bahsedeceğim kitap kısa. Biz uzatalım, çünkü kitabın konusu yazmadan daha önemli 'olması gereken' bir eylem: okuma.
Çevremizdeki insanlara neden okuyorsun diye sorduğumuzda en önce şu cevaplarla karşılaşırız: vakit geçirmek için, uyumadan önce hafiflemek için, yemeğime eşlik etmesi için, genel(?) kültürümü geliştirmek için. Şu cevaplarıysa ne yazık ki nadir duyarız: hayata ve kendime anlam katabilmek için, kendime ve etrafıma farklı bir anlayışla bakabilmek için, sorgulama ve merak etme güdülerimi geliştirmek için, kendimi daha iyi ifade edebilmek için, iyi ve güzel yazabilmek için, kelimelerin şifasından faydalanabilmek için. Okumanın herkes için farklı bir anlam ifade etmesi elbette doğal. Ancak fani ömür içinde 'maksimum fayda' sağlayabilmek adına kitap bizler için serinletici bir ırmak, ısıtıcı bir alev, gölge sunan bir ağaç, şaşırtıp meraklandıran bir yaprak, daima muhtaç olduğumuz bir toprak. Bunları bilmeliyiz.
Marcel Proust'un Palto Yayınevi tarafından Şubat 2016'da neşredilmiş anlatı kitabı Yaratıcı Okurluk, bizlere okuma eylemini ve yaşattığı iklimi 90 sayfa boyunca öykü tadında sunuyor. Uzun cümleler, bitmeyen paragraflar eşliğinde Proust şiir gibi konuşuyor aslında bu kitapta bizlerle. Bir yandan insanla kitap arasında psikolojik bir irtibat kuruyor, diğer taraftan insanla okuma arasında antropolojik bir kazıma yapıyor. Salt bir düşünce kitabından çok okumanın bir yanıyla ne kadar ciddiyet gerektirdiğini, diğer yanıyla da ne kadar doğal bir sürece sahip olduğunu yazıyor Proust. Ailesinin okumaya bakışından, dönemin sanat ikliminde okumanın yerinden misaller veriyor. Ama en önce çocukluktan başlıyor: "Çocukluğumuzda, o kayıp giden vakitleri her ne kadar yaşamaktan saymasak da, okumak için yanıp tutuştuğumuz bir kitap ile geçirdiklerimiz kadar kıymetlisi yoktur sanıyorum... Benim gibi hatırlayan yok mudur tatil zamanlarında yapılan şu okumaları; insan günün her bir saatine peşi sıra huzur dolu ve dokunulmaz bir sığınak sağlar."
Zaten her şey çocukluktan başlar. Okuma aşkı da hiç şüphesiz çocuklukta başlar. Üstelik bu ilginç bir başlangıçtır. Mesela hiç okumadan; kitapları seyrederek, dokunarak, bir kenarda koruyup saklamakla da başlayabilir bu aşk. Önce göz teması, dokunmak ve koklamak. Bir süre sonra ise tam teslimiyet. Her zaman, her yerde ve sürekli okumak, okur olmak.
Proust'un okumaya yaklaşımı arayıp bulmak, keşfetmek ve duygu odaklı. Dolayısıyla anlatımında okurken yaşadığı duygularını da zaman zaman anlatıyor: "Ben yalnızca, içindeki tüm şeylerin, benimkinden taban tabana zıt olan bir yaşamın ve yine benimkinden çok uzak bir beğeni algısının yansımalarını bulduğum, sanki farklı bir dil ve farklı bir yaratımın hüküm sürdüğü bu odada, bilincimin ürününden eser bulamadığım bir odada yaşar ve düşünür bulurum kendimi, hayalgücüm ise kendini, ben olmayanın derinliklerine dalmış olduğunu tahayyül ederek coşar."
Descartes'ın o meşhur sözü hani, ki doğrudur: İyi kitaplar, o yüzyıllarda yaşamış saygın insanlarla yapılan bir sohbeti sunar bizlere. Proust her ne kadar bu fikri yavan bulsa da iletişim kurmayı önemsiz bulmaz. Zaten kitaplara da ya insanlarla ya da başka şeylerle (eşya, rüya, film, müzik, resim) irtibat kurarak ulaşırız. Buna rağmen bir kitap ile bir dost arasında önemli farklılıklar vardır onun nazarında: "Okuma, insanların en bilgesiyle bile olsa, bir konuşmaya indirgenemez; bir kitap ile bir dost arasındaki esas fark, bilgeliklerinin büyüklüklerindeki farklılık değil, onlarla iletişim kurma biçiminde saklıdır; okuma, konuşmanın aksine, yalnızlığımızı sürdürür iken, yani yalnızken sahip olunan ve konuşunca çabucak dağılan entelektüel güçten yararlanmağa devam ederek, esinlere kendini açmaya ve zekanın kendi kendisi üzerindeki çalışmasını bütünüyle verimli kılmaya devam etmesidir."
Bu kısa anlatı, okumaya dair, bilinçli bir okumaya dair ince ince ilham veriyor. Yakalayan her okuyucu, dünyasını genişletecek ifadeler ve ögeler bulacaktır hiç şüphesiz.
Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf