Yalnız Bir Avcıdır Yürek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yalnız Bir Avcıdır Yürek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Haziran 2020 Perşembe

Herkes kendini anlayan bir dosta ihtiyaç duyar

Çok etkileyici bir roman. İnsanların dinlenilme ve anlaşılma arzusunu çok güzel anlatmış.

Bizi dinleyen, anlayan, anlattıklarımızı kimseyle paylaşmayan, istediğimiz her an ulaşabilir olan. Üstelik bizi her seferinde sıcak bir gülümsemeyle karşılayan biri olsa hayatımızda nasıl olurdu? Kitabı okudukça insanın hayattaki en temel arzusunun birileri tarafından anlaşılabilmek olduğu gerçeği çıkıyor karşımıza.

Roman, ABD’nin küçük bir güney kasabasında, sağır bir kuyumcu olan Singer’ın etrafında gelişiyor. Farklı farklı hayatların Singer’ın etrafında birleşimini ve insanın trajik duygusu haline gelen anlaşılma duygusunun hayata yansımalarını görüyoruz.

Kitap dilsiz ve sağır olan iki arkadaşın hikâyesiyle başlıyor. İkisi bir arada çok mutlular. Küçük şeylerden mutlu olabilmeyi öğrenmişler. Singer elleriyle konuşuyor ve arkadaşıyla birlikteyken çoğunlukla konuşuyor. Aslında Singer çok zeki bir karakter. Okuma yazma biliyor, dudak okuyabiliyor ve elleriyle de iki farklı dili simgeleyebiliyor. Arkadaşı Antonapoulos iletişim kurmada Singer kadar maharetli değil. Çok fazla iletişime geçtiği de söylenemez. Tüm bunlara rağmen Singer arkadaşının gözlerine baktığında zeki ve onu anlayan birini görüyor. Onu anlayan biri…

Anılarının ortağı, yanında kendi olabileceği bir arkadaş Antonapoulos. Singer bu arkadaşı için çok fazla fedakârlık yapıyor. Sonra bir şekilde yolları ayrılıyor arkadaşıyla. Daha sonra bir pansiyona taşınıyor Singer. Böylelikle romanın diğer kahramanları da onun hayatına dâhil oluyorlar. Ya da şöyle söylemeliyim, bahsettiğimiz karekterler onu hayatlarına dahil ediyorlar.

Genç bir kız olan Mick, siyahi bir doktor olan Copeland, lokantacı Biff ve aykırı bir gezgin işçi olan Blount. Hepsi Singer’a anlatıyorlar kendilerini, dertlerini… Saatlerce konuşuyorlar onunla.

Singer onları yüzünde bir gülümsemeyle karşılıyor her seferinde. Dudak okuduğu için tüm dikkatiyle dinliyor onları. Kendi elleri ise hep cebinde… Ve tüm bu insanlar kendilerini anlayan tek kişinin Singer olduğunu düşünüyorlar. Singer onların dünyasında git gide daha büyük bir yer kaplamaya başlıyor.

Romanın başlarında Jake Blount, "Bir insan bilir de başkasına anlatamazsa ne yapar, ne eder?” diyor. Ve aslında bu cümle romanın kilit cümlesini oluşturuyor bence. Singer’ı insanların dünyasının merkezine oturtan da tam da bu işte. İnsanları koşulsuz kabul ediyor, yargılamıyor, dinliyor. Sadece jest ve mimikleriyle de olsa onlara anlaşılmış oldukları hissi veriyor.

"Herkes dilsizi, olmasını istediği gibi, kendisine göre tanımlıyordu.”. Kimse kendi önemli dünyasını anlatma cazibesine ara verip de onun dünyasını sormuyordu, hâlbuki. -öyle ya beni ancak benim gibi biri anlar, Singer beni anladığına göre farklı, özel biri o, benim gibi- diye düşünüyorlardı belki de. Ya da Singer’la karşılaşıncaya kadar kimse onlara varlıklarını hissettirmemişti.

Bu arada her bir karakterin kendi dünyalarında bir varoluş mücadelesi verdiğini görüyoruz.

Biff: ”Ölüm. Bazen onu oda kendisiyle hissederdi neredeyse….. Ne anlamıştı? hiçbir şey. Nereye gidiyordu? Hiçbir yere. Ne istiyordu? Bilmek. Neyi? Bir anlamı. Niçin? Bilmece.

Mick: ”… istiyorum- istiyorum- istiyorum, bütün düşünebildiği buydu…. Ama istediği şeyin gerçekte ne olduğunu bilemiyordu.

Doktor Copeland adalet istiyordu ve bunun için bir yaşam mücadelesi veriyordu. Blounth'un ise kafası karışıktı ne istediği konusunda ama özgürlüğü arzuluyordu.

Singer’ın etrafında bunlar olurken; Singer’in içinde neler oluyor, Singer tüm bu olanları nasıl algılıyor?

O da konuşmak, anlaşılmak istiyor. Onun hayatının merkezinde ise arkadaşı Antonapoulos var. Yolları ayrılmak durumunda kalsa da Singer hep onu düşünüyor, onunla yaşıyor. Ona mektuplar yazıyor. Arkadaşının okuma yazmasının olmadığını bilse de… Her yazdığı mektubu göndermiyor ama gönderdiklerini de arkadaşı Antonapoulos’a okuyup anlatabilecek bir dilsiz olduğunu umuyor.

Arkadaşına yazdığı mektuplardan birinde etrafındaki bu yeni insanlardan bahsediyor Singer.

"Hepsi çok meşgul insanlar. Gerçekten de o kadar meşgul insanlar ki, hayal edemezsin. Gece gündüz işlerinde çalışıyorlar demek istemiyorum. Kafalarında her zaman o kadar çok yapacak iş var ki, bir türlü rahat vermiyor onlara. Odama çıkarlar o kadar çok konuşurlar ki, anlayamam insanlar yorulmadan nasıl bu kadar uzun süre açıp kapayabiliyorlar ağızlarını. (Fakat New York Cafe’nin sahibi farklı onlardan, ötekilere benzemiyor o). Ötekilerin hep nefret ettikleri bir şey vardır. Yemekten, uyumaktan, şaraptan ya da dostça bir arada bulunmaktan daha çok sevdikleri olur hep. İşte bunun için bu kadar meşgul onlar.

Yaa! Özgürlük ve korsanlar. Evet, kapital ve demokratlar. İşte böyle konuşuyor. O bıyıklı, çirkin adam. Sonra kendi söylediğinin tersini söylüyor, özgürlük bütün ülkülerin en büyüğüdür diyor. Şu içimdeki müziği bir yazabilsem, bir müzisyen olabilsem. Mutlaka yapmam lazım bunu diyor genç kız. Hizmet edelim, bırakmıyorlar diyor zenci doktor. Bu, benim halkımın en yüce ihtiyacıdır. Ya! Diyor New York Cefe’nın sahibi. Düşünceli birisi o.

Yüreklerindeki bu sözler rahat bırakmıyor onları.

Ve Singer şu sözlerle bitiriyor mektubunu;

Ben sensiz olamam, beni anlayan sensiz edemem.
Sadık Dost
John Singer

Herkes bir dosta ihtiyaç duyar bu dünyada…
Kendisini anlayan bir dosta…

Kitapta insanın bencil tarafına da vurgu yapılıyor sanki. Herkes bir şekilde kendini anlatma derdinde. Bir başkasını anlama çabası ise pek göze çarpmıyor.

Kitapta bahsettiğim ana karakterler dışında birçok farklı karakterin dünyasına da değinilmiş. İnsanların Singer’ı bu kadar kendi dünyalarına dahil etmeleri gerçekten çok çarpıcı. Ana karekterlerin dışında onu tanıyan tanımayan hemen herkes ona bir şeyler anlatıyor ya da onun hakkında konuşuyor. O kadar ki; bir Türk onun Türk olduğunu, biri onun Angola Sakson olduğunu, birisi Yahudi olduğunu bir başkası ajan olduğunu söylüyor. Aslında insanlar kalabalıklar içinde yalnızlar, o kadar yalnızlar ki, yalnızlıkları nispetinde var ediyorlar Singer’ı hayatlarında. Ama işin ilginç yanı Singer da bu kalabalıklar içinde yalnız kalıyor.

Sümeyra Yılmaz
twitter.com/Smyra_ylmaz