Yüce Zerey etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yüce Zerey etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Mayıs 2025 Çarşamba

Dijital esaretten sıyrılıp hayata katılmak

Dikkat dağınıklığı, cep telefonlarının hayatlarımızı bütünüyle ele geçirmesi, görseller dünyasında kaybolma, ekrandan ekrana atlama ve gerçeklerden kopmuş insanlar hâline gelme... Son yıllarda bu konular üzerine yapılan çalışmalar artarken, batıdan pek çok kitabın tercüme edilmesiyle de yeni cevaplar aramayı sürdürüyoruz. Bulmayı diyemiyorum çünkü her kitapta çözümler öne sürülse de biz ekrandan, elimizdeki cihazlardan ve 'beğeni kültürü'nün birer mensubu olmaktan vazgeçemiyoruz.

Okurun hakkıdır; böyle durumlarda okuduğu kitapları yetersiz bulabilir, yazarları kendi kültüründen uzak bir yerde gördüğünden yeterince doyum sağlamayabilir. Bizi bilen, bizden bir yazarın, düşünürün bu tip konuları anlatması daha sahici olmaz mıydı? Var elbette birkaç çalışma ama ayakları yere basmadığından etkili de olmadı. Nihayet pazarlama, e-ticaret ve dijital dönüşüm alanında çok ciddi bir kariyere sahip, okur-yazar tavrı herkes tarafından bilinen, meraklarını ve ilgi alanlarını daima genişleten Yüce Zerey'den bir kitap geldi: Ekranı Kapat, Hayatını Aç!

Daha yorgun gözler, daha fazla dağılmış bir zihin, daha az okunan güçlü kitaplar, bir türlü başlanamayan esaslı filmler, arkadaş sohbetlerinin verimsizliği, alınamayan kararlar, gösterilemeyen hassasiyetler... Eğer ciddi sağlık sorunu ve yaşam koşullarında olağanüstü bir gerileme yoksa, tüm bunların arka planında maalesef o çok sevdiğimiz ekranlar yatıyor. Bilgisayarlarımız, cep telefonlarımız ve muhteşem vaatleriyle, yalnızlığın büyük kurtarıcısı, mutsuzluğu filtreleyen, gecenin sonunda uykuya geçmeyi kolaylaştıran, algoritmalarıyla neyi alıp neyi satacağımıza karar veren, arkadaş ortamımızı kuran, yeni maceralarımızın rehberi, can yoldaşımız: dijital dünya, sosyal medya...

Şunu söylemek elzem: sosyal medya bugün pek çok insan için kişisel gelişimin de kaynağı oldu. Doğru veriyi yakalayabilme, kendi mizacına ve arayışına uygun konular üzerinden beslenme, çevrimiçi atölyeler, kitap okuma programları, film analizleri, müzik ve mimari üzerine söyleşiler, dersler, yabancı dil eğitimleri, gezi rehberlikleri... Doğruyu yanlışı ayırt edebilme, güzeli fark edebilme ve yaşama olan inancını diri tutma kabiliyeti yüksek insanlar elbette dijital dünyadan olabildiğince yararlanıyorlar. Ancak bunun tam tersi de var. Yüce Zerey de kitabında bunları ele alıyor ve üzerinde düşünülmesi gereken, yani hayati sorular yöneltiyor okuyucuya: Ekrandan uzaklaştığımız andan itibaren hemen bir şeyler kaçırdığımızı düşünüyoruz? Güzel bir manzarada, hoş bir sohbette aklımız hep telefonumuzda mı? Gün içinde kaç saatimiz ekran başında geçiyor? Algoritmaların nasıl çalıştığından haberdar mıyız? Susmayan bildirimler bizi türlü psikolojik rahatsızlıklara götürmüyor mu? Alışverişler, beğeniler, takipçiler arasında neye ihtiyacımız olduğunu unutmuş durumda mıyız?

Kitap, yaşadığımız çağın yüksek tansiyonunu da düşünerek hazırlanmış. Önce okuyucu hayatın ne kadar içinde olduğu konusunda düşünmeye zorlanıyor. Kontrol kaybı, dikkat hırsızları, cüzdan saldırısı, tüketim çılgınlığı, algoritmalar, aptallık ve cehaletin yükselişi gibi konu başlıklarıyla dijital çağda hayatımızı ve kararlarımızı ekranların, ekranların arkasındaki planların ne kadar yönettiği sorgulanıyor. Daha sonra insanın iç dünyasına yaklaşılıyor: kalpsizlik, "çok iyisin" illüzyonu, gösteriş çağında görgüsüzlük, yorgunluk infilakları, bireysel başarının ışıltılı albenisi, sahip olamadıklarımızda kalan aklımız. Bu bölümün son derece doyurucu olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ekranı Kapat Hayatını Aç'ın son bölümü, köprüden önceki son çıkışı temsil ediyor. Burada, kendimize mutlaka hatırlatmamız gerekenler var: geçmişle olan bitmeyen problemlerimiz, hakiki bir sohbete özlem, karşılık beklemeden iyilik yapma bilinci, her şeye rağmen yaşamak, umut etmeyi asla bırakmamak, sessizliğe kulak vermek, yalnızlığın tadını çıkarmak... 

Acı, insan hayatında her zaman olan ve daima yaşanacak bir gerçek. Fakat acıya ortak olmanın sağlıklı tarafında olmak gerekiyor. Yüce Zerey çalışmasının pek çok bölümünde pratik önerilerde bulunuyor. Mesela acıya ortak olma bahsinde evvela 'aynaya bakıp kendini gör'meye dikkat çekiyor: "Kendi ihtiyaçlarınızı, duygularınızı ve sınırlarınızı tanıyın ve onlara öncelik verin; çünkü başkalarına yardım etmeden önce kendi ruhsal ve fiziksel sağlığınızı korumalısınız. Unutmayın; önce kendinize şefkat ve özen göstermek, başkalarına da sağlıklı ve sürdürülebilir bir şekilde şefkat göstermenin temelidir. Başkalarının acılarına kapılıp kendinizi ihmal ettiğinizde hem kendinize hem de yardım etmeye çalıştığınız kişilere zarar verebilirsiniz."

Herkes için zor olan hayatta kimileri için her şey daha da zordur, her zaman zordur. Bunun altında yatan 'kurban rolü' için de bir kurtuluş teklifi var: "Kendinizi sürekli mağdur, çaresiz ve başkalarına bağımlı bir kurban gibi hissetmek yerine, sorunlarınızın çözümü için sorumluluk alın, harekete geçin ve değişime öncülük edin. Kendi hayatınızın kontrolünü, iplerini elinize alın; güçlü, bağımsız ve özgüvenli bir duruş sergileyin, kendi hikâyenizin kahramanı olun. Unutmayın, hayatınızın dümeni sizin elinizdedir."

Acıdan ve kurban rolünden sıyrılıp daima umut eden bir insan olabilmek için de Yüce Zerey'in bazı önerileri var. Bunlar, mutlaka üzerinde düşünülmesi ve uygulanması gereken önerileri. Kitap boyunca gerek tercih edilen epigraflar, gerek atıf yapılan filmler ve veriler; hayatta düşlenen şeylerin pratiğe dökülmedikçe hiçbir manasının olmadığını vurguluyor zaten. İşte, umut etmek için tavsiye edilenler arasında yer alan ve okurların en çok ilgilendiği konulardan biri olduğuna inandığım 'anlam arama' bahsinde yazılanlar: "Hayatın anlamını sorgulamak insanın doğasında vardır. Anlam arayışı; zor zamanlarda bize güç veren, motivasyonumuzu artıran ve yaşam enerjimizi besleyen bir itici güçtür. Anlam bulmak en zor koşullarda bile hayata tutunmamızı sağlar. Kendinize sizi heyecanlandıran, tutkuyla bağlandığınız ve yaşamınıza anlam katan şeylerin neler olduğunu sorun. Bu bir amaç, bir ilişki, bir yaratıcı uğraş, bir inanç veya bir değerler sistemi olabilir. Anlam arayışınızı asla bırakmayın; çünkü anlam, umudun kaynağıdır."

Ekranı Kapat, Hayatını Aç; sözlüğüyle, okuma listesiyle, hem zihin hem de ufuk açan önerileriyle; bir taraftan dijital dünyada çok zaman geçiren ama diğer taraftan hayatı() yaşama ve kendini anlama noktasında eksik kaldığını düşünenler için yol arkadaşı niteliğinde. Dijital esaretten kurtulup ekranın ardındaki hayata yüzümüzü dönmek için düşünmeye, hissetmeye ve hayata katılmaya mutlak ihtiyacımız var. Bu ihtiyacı anlayıp bir inanca dönüştürmek, artık okurun elinde.

Yağız Gönüler
x.com/ekmekvemushaf

8 Mart 2019 Cuma

Ütopya eşittir distopya mı?

İnsanlığın ‘bulduğu’ en iyi yönetim sistemi demokrasi midir? Şu, teoride muhteşem olan ama pratikte teoride durduğu gibi durmayan ve bir türlü işle(ye)meyen demokrasi. “Demokrasi en kötü yönetim sistemidir fakat daha iyisi henüz bulunamamıştır.” sözü Winston Churchill’e (1874-1965) isnat edilir. Sadece demokrasinin ya da sistemin değil insanın da özetidir bu cümle. Yönetme sorunlu ve iktidar meraklısı insanın kadim meselesidir ‘sistem’ mevzusu. Bu mesele aynı zamanda insanın bir arayış sürecidir de. En iyisini arayış. Yalnız, bu iyiliğin kime ve neye göre olduğu muallakta kalmıştır hep. Tuhaf bir bil(in)mezlik hikâyesi. İnsanın bilmek ya da bilmemek ile de sorunu olmuştur her daim. Biri çıkıp ‘cehalet (bilmemek) mutluluktur’ deyince bir diğeri çıkıp ‘insan bilmediğinden korkar’ deyivermiştir. Korkunun mutluluk vermesi tam da insana yakışan bir iddiadır. Mantıken bil(in)mezliğin korkutarak olumsuza kapı açması beklenir. Fakat malzeme insan olunca sonuç da başka oluyor. O insan ki, korkudan heyecan türetir ve düşüncelerini, duygularını fanteziye dönüştürerek ‘satar’. Mistik hikâyeler, mitik kurgular, ütopik mülahazalar filan. En iyi sistem, en kusursuz yönetme biçimi ve en mükemmel iktidar organizasyonu kurgulanır; aciliyet duyulan kurumlar tasarlanır, kurtuluş reçeteleri hazırlanır. Uygulamak ne mümkündür! Zira ütopyadır bu, olmayan yerdir, namümkündür.

Ütopik tasarımlar fıtratı yadsıyarak oluşturulur. Fıtratı yadsımak insanın özünde var olan asıl şeydir zaten. Çünkü en iyi bilen de insandır! Sadece bilmediğini bilmez. Ana kaide; ‘ideal’ sistem oluşturulurken ‘mevcut’ yadsınır. Yani, fıtrat yadsınarak bozulan, yozlaştırılan yaşam ve değerler yine fıtrat yadsınarak ikame edilmeye, düzeltilmeye çalışılır. Sonra neden olmadı diyerek distopyaya kapı aralanır. Önceki de farksızdır ama neyse, insanın olayı budur: Kiminin ütopyası kimine distopya. Kime ütopya, kime distopya? Orası biraz muallakta ama tarihin insanın iktidar oyunlarının çöplüğü olduğu açıkça ortada.

Her distopya birileri için bir ütopyadır. Mima’nın her satırı distopya. Ve kimler için bir ütopya olduğu da satır aralarında...”. Hakan Günday tanıtım yazısında Mima’yı böyle anlatmış. Kısa süre önce Doğan Kitap’tan çıktı Mima. Yüce Zerey imzalı kitap üç yüz sekiz sayfadan oluşuyor. Mima’da ne anlatılıyor? Kısaca, başta her gün biraz daha içine gömüldüğümüz ‘sanal gerçeklik’ bataklığı olmak üzere teknolojik gelişmelerin yol açtığı ‘acımasız’ yaşama biçimimizin siyasetle ilişkisi diyebiliriz. Mima’da, en baştaki flashback’i saymazsak günümüz dünyasından geleceğe doğru bir süreç ele alınmış ama bu ele alış esere fütürizm bağlamında yansımış diyemeyiz. Daha çok güncel siyasi, sosyal, ekonomik anlayış ve uygulamalara göndermeler içeriyor. İnsanlık için kurtarıcı olduğu düşünülen bir yönetim sistemi ve yaşam biçiminin uygulanabilirliği romanın ana konusunu oluşturuyor. Ana konu etrafında neoliberal politikalardan, kentsel dönüşüm icraatlarına, toplumsal savrulmadan kültürel yozlaşmaya, hukuk ihlallerinden kapitalist iktidara kadar geniş bir ‘eleştiri’ alanı mevcut.

Mima, yaşam alanı ve nüfusun kısıtlı bir bölgeyle sınırlı kaldığı dünyada insanlığın kurtuluşu için oluşturulan yönetim sisteminin uygulandığı yerdir. Sistemin nasıl ve kimler tarafından uygulanacağı ve bireylerin görevlerinin ne olduğu ile ilgili detaylar en ince ayrıntısına kadar düşünülmüştür. Mima’daki yaşam koşullarını belirleyen insanların performanslarıdır. En ideal birey yönetim tarafından belirlenmiş kurallara en uygun performansı gösteren kişidir. Performans yönetim sisteminde iktidar erkinin işleyiş süreçlerinin bilinen devlet organizasyonunun profesyonellik sınırlarının ötesinde prensiplere sahip olduğu görülüyor. Mima’daki katı hiyerarşik yapı her şeyi gözetliyor, denetliyor ve düzenliyor. Giyim-kuşamdan yeme-içme tutumlarına, davranış kurallarından düşünme biçimlerine ve hatta estetik algıya kadar ne varsa sistemin belirlediği şekilde yaşanıyor. Bu süreçte toplumundan sisteme uyumlu olması ve sorun çıkarmaması bekleniyor. Uyum sağlayamayanlar kötü şartlara sahip bölgeye sürgün ediliyor. Kurallar son derece sert ve delinmesine müsamaha gösterilmiyor. Sistem yöneticileri retorik ve propaganda üzerine kurdukları yapıyla toplumu yanıltarak iktidarlarını devam ettiriyor. Bu süreçte yönetimin en güçlü elini teknoloji oluşturuyor. Mima’da kurgulanmış elitist kültürün robotikleşmiş işleyişi söz konusu. Sistemdeki üstenci konumu kanıksayan Mima toplumu sistemin gönüllü kölesi konumunda yaşamayı seçiyor. Sisteme uyum sağlayamayanların dışında durumun farkında olup muhalefet edenler de sürgün bölgesinde tutularak tecrit ediliyor. Ortada büyük bir oyun dönüyor ve oyunu bozacak kişi ise Mima’dan, sistemin içinden çıkıyor. Peki, oyun bozuluyor mu? Cevabı, bu kasvetli atmosferde yeşeren bir aşk hikâyesinin eşliğinde Mima’da.

Yukarıda da değindiğim gibi, romanda gelecekten söz edilmesine rağmen birkaç detay dışında günümüz dünyasından izler taşıyor. Teknolojinin tetiklediği tüketim kültürüyle birleşen sosyal medya ve sanal gerçeklik olgusunun meydana getirdiği dönüşümün perde arkası ve siyasi yansımaları irdeleniyor diyebiliriz. Kısacası, modernist paradigmayı tümüyle değiştiren bu dönüşümün siyasetle ilişkisi gösterilmeye çalışılıyor. Hayatı zindana çeviren teknolojik determinizm, küreselleşmenin getirdiği saçaklı yozlaşma, bir statü meselesi hâline gelen tüketim kültürü, gelenekselden ve insani değerlerden kopmuş toplumsal yapı ve popüler aşk sorunsalına ek olarak toplumun tepesinde balyoz gibi duran siyasi erk ile bürokratik tahakküm gibi bir sürü konu dâhil edilmiş esere.

Mima’da kitap içeriği açısından alışık olmadığımız bazı ilginçlikler de yok değil. Dünyada son yaşam alanı olarak kalan Mima ve çevresinin haritası iyi düşünülmüş bir detay. Romana başlamadan önce fikir veriyor. Bunun dışında metnin paradoksu diyebileceğimiz (teknolojinin negatif anlamda eleştirildiği bir metinde teknolojinin ‘nimetlerini’ sonuna kadar kullanım paradoksu) romanı özetler nitelikteki illüstrasyonlar, mobil uygulamada kullanılmak üzere eklenmiş müzik ikonları ve içerikte kullanılan ‘uydurma’ sözcükler için oluşturulmuş sözlük diğer örnekler. Ayrıca metindeki gönderme ve atıflar için faydalanılan kitap ve filmlerin romanın sonuna liste olarak eklenmesi farklı bir kaynakça çalışması olmuş. Ütopya ve distopyayla ilgili ileri okuma yapmış okur için Mima basit kalacaktır fakat konuyla yeni ilgilenmeye başlayan okura bir şeyler katacağı muhakkak.

Mevlüt Altıntop
twitter.com/mvlt_ltntp