"İnsanlar madenlerdir, sözünü hatırına getir.
Öyle maden olur ki yüz binlerce madenden daha değerlidir. Gizli kalmış lâl ve akik madeni,
yüz binlerce bakır madeninden değerlidir.
Ey Ahmed, burada malın faydası yok.
Aşkla, dertle, dumanla dolu gönül lâzım."
- Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Mesnevî
Dünyanın dört bir yanından, insanların asıllarına, kıymetlerine dair arayışları öğütleyen pek çok öğretiye tanık oluyoruz. Bu öğretilerden bazıları kadim geleneklere dayanıyor, kimisi geçmişi şimdiyle harmanlayıp 'modernize' bir çerçeve çiziyor, ismini de kendi buluyor. Ama bir şey hiç değişmiyor: Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî sürekli gözlerin önünde, başların ucunda, çantalarda, podcast ve kitap listelerinde. Kendi yolculuğunu hikâyelerle zenginleştirmek, bu hikâyelerin sunduğu hakikatle iç karanlığına bir ışık yakmak isteyenler Mesnevî'ye başvuruyor. Duygu ve düşünce dünyasını aşkla, muhabbetle ve şiirle süslemek, güçlendirmek isteyenlerse Dîvân-ı Kebîr'le zamanını zenginleştiriyor. Bu gerçeği Amerika'dan Japonya'ya, Kanada'dan Fas'a, Balkanlardan Orta Doğu'ya kadar gözlemlemek mümkün. Özellikle de bu coğrafyalarda Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin ismine, eserlerine ve kendisinden sonra oluşup serpilen Mevlevîliğe bağlı olanlar, günümüzün karanlık ortamına samimi eserler servis ediyor. Söz konusu eserler doğru yolun, hakikatin, iyiliğin ve güzelliğin ne olduğuna dair tespitleri, yorumları, farklı bakış açılarını bir araya getiriyor. Kitaplarla ve hatıralarla nakledilen Mevlevîliğin geçmişte kalan bir şey değil, günümüzde de aynı heyecanla yaşanan, yaşanması gereken bir irfan okulu olduğuna dair farkındalıklar yaratıyor.
Kabir Helminski, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin pek çok eserini çevirmiş, Mevleviyye yolundan irşad vazifesi almış, kurucusu olduğu The Threshold Society'nin direktörlüğünü sürdüren, 2009 yılında Dünyanın En Etkili 500 Müslümanı'ndan biri seçilmiş, durmak bilmeyen faaliyetlerle tasavvuf kültürünü tanıtmaya gayret eden bir isim. Dikkat çeken emeklerinden biri de The Book Foundation. Burada, 2000-2010 yılları arasında Muhammed Esed'in çalışmalarını yayımlandı ve İslami eğitim üzerine bir dizi kitap geliştirildi. Amaç yeni bir maneviyat dili geliştirmek. Böylece insanların ruhsal gelişimlerine psikolojik ve metafiziksel katkılarda bulunmak. Daha önce yapılan hataları geride bırakmak, yeni ve güzel bir yola çıkmak. İlahi Huzurda ve Bilen Kalp kitaplarını okuyanlar, bu dile aşinadır ve mutlaka anlatılanları hayatının bazı yerlerine serpiştirmiştir. Bu kez elimizde daha öğreti temalı bir kitap var: Unutma Hep Hatırla. Aslınur Akdeniz'in özenli çevirisiyle Sufi Kitap etiketiyle neşredilen çalışma otuz önemli soruyu, sorunu cevaplayıp çözmeyi amaçlıyor. İlk soru, bugün bütün insanlığın farkında olduğu ya da olmadığı belki de en acı, yani en hakikatli soru: Manevi bir yola neden ihtiyaç duyarız? Kısa bir giriş: "İnsanları çeşitli dinlere ve mistik geleneklere yönlendiren şeyin içlerinde yanan hasret olduğu hissiyatındayım. İçlerinde içsel bir itki ya da açlık şeklinde ifade bulan, tatmin olmamış bir şey var. 'İyi bir insan olmak için bir dine mensup olmak istiyorum' ya da belki de: 'Evde yalnız kalmaktansa, diğerleriyle beraber olmak istiyorum. Kutsal bir mekânda bulunmaya ihtiyacım var' gibi sözlerle kendini gösteren bir şeyden bahsetmiyorum. Yalnızca iyi ve nazik olmanın ve tüm bunların da ötesinde bir şey var. Manevi bir uygulamaya girişen insanlarda daha derin bir özlem duygusu var. Bizi çağıran başka bir şey..."
Tasavvuf vadisinde, bir mektebe varmadığı haliyle, yani insanın tek başınayken yapabilecekleri bellidir: bol bol okumak, okuduklarını kâlden hâle indirmeye çalışmak, kendi fâniliğini daima zihninde diri tutmak, gününü gecesini tevhid bilinciyle donatmak, kendine değil kainata hizmet etmek, tüm bunları yaparken beden sağlığını önemsemek. Bu kadar mı? Hatta soru farklı olmalı: Tüm bunlar nasıl olacak? Bir yakıt, hem de esaslı bir yakıt gerekmiyor mu? Gerekiyor. O yakıt Muhabbet-i Muhammediyye'dir. Sufiler, tasavvufun merkez noktasında Fahr-i Âlem sevgisi olduğunu her an dile getirir, bunu dilde bırakmayıp gecede gündüzde, evde işte, sokakta dergâhta hayata yerleştirirler. Yerleştirirler ki tevhidden en ufak bir sapma, en ufak bir uzaklaşma olmasın. Kabir Helminski de kitabında bunu olabildiğince sade bir şekilde dile getiriyor: "Tasavvufta harici bir otorite bulunmamaktadır. Papa ya da baş Sufi gibi bir lider yoktur. Bununla birlikte, Sufiler arasında içsel bir tutarlılık vardır. Tüm Sufi kollarını birleştiren en güzel bağ, Hazreti Muhammed'e (sav) duyduğumuz sevgimizdir. Ama Hazreti Muhammed'i (sav) tanımadan onu sevemeyiz."
Fahr-i Kainat Efendimizin hadislerini nasıl tatbik ve tefekkür edebiliriz, O'nun karakter tekamülü, yani şahsiyet kazanmamız için bizlere emanet ettiği sözlerini nasıl yorumlayabiliriz, Helminski bu konuda önemli misaller veriyor. Mümin kardeşini sevmek, nezaket, görgü, iyi niyet, güzel ahlak, tebessüm, dayanışma, paylaşma, yegane aradığımızın bize gözlerimizden bakan olduğunu asla unutmamayı, dini diğer insanlara zorlaştırmanın affedilmez bir hata olduğunu bilmeyi, kısacası et ve kemik yığını olmadığımızı, İlahi Huzur'dan bir an bile uzakta durmadığımızı anlamayı, hissetmeyi... Her zaman aklımızda olması gereken sorulardan biri: Biz, sevgiye nasıl mazhar oluruz, bu sevgiden nasıl tat alır ve daim kılarız? Muaz İbn Cebel'in rivayet ettiği bir hadis-i şerif: "Yüce Allah şöyle buyurmuştur: Benim sevgim ancak bende birbirlerini sevenlere, bende birlikte oturanlara, bende birbirlerini ziyaret edenlere ve bende birbirlerine cömertçe verenlere aittir."
Yolda yürümeye devam etmek zordur. Belki bundan bahsetmek, zaman olur ya kendi kalbimizi ya da başkalarının kalbini ferahlatmak için hikmetli sözler fısıldamak işin güzel taraflarıdır. Ama zordur. Bunun için güçlü bir psikolojiye sahip olmak elzemdir. Bunu özellikle vurgulamak istedim, zira tasavvuf günümüzde hala romantik heveslerin, duygusal sığınmaların girdabında. Tamam, kabul etmemiz gerekir ki insanlar asgari problemlerini, ihtiyaçlarını çözmeden yola çıkmayı düşünmezler yahut yolda olsalar bile, yeterli gayreti gösteremezler ve haklarıdır. Tevhid de bunun için vardır. Bir başkasının yükünü omuzlamak, onun derdiyle dertlenmek, hiçbir şey yapamıyorsa bir sözle gönlünü almak için. Ama basit hevesler uğruna değil, hakikatli sevdalar uğruna. Helminski'nin ifadelerini okuyalım: "Belki de yolculuğumuza başladığımızda bunun tamamen kendi psikolojik düğümlerimizi, travmalarımızı ve yaralarımızı çözmekle ilgili olduğunu düşünmüştük. Evet, bu da çalışmalarımıza dahildir. Ancak bu, bizim özel veya birincil odak noktamız olamaz. Bunlar hizmet yoluyla daha kolay iyileşecektir. Sahte benlik Hakikatin güneş ışığında buharlaşacaktır çünkü zaten gerçek değildir. Eğer onu güçlendirmeyi bırakırsak, geçip gidecek ve geriye sadece Hakikat kalacaktır. 'Ben'siz Ben-lik, tüm bunları kendi kalp alanlarımızda bilinçle, sevgiyle, Tanrı'yı anarak koruyabildiğimiz anda orada olacaktır."
Hakikat, Nur, aşk ve muhabbet şiirlerde, divanlarda, kitaplarda ve sözlerde kalmamalı. Tasavvuf öğretisi geçmişin kapalı kutusu değil, tüm zamanların ilacıdır. Zaten dün, bugün, yarın gibi zaman sınırlamaları sufinin önemsediği işler değil. Sufi, Hakk'ın hiçbir zamanın içine sığmayacağını bilir. O, ân-ı dâim şuuruyla yaşamaya çalışır, her an çalışır, daima çalışır. Sıkılmaz, bunalmaz. Yorulur mu? Elbette. Ama yorulunca dayanacağı kapıyı bilir. Bu kapıyı unutmaz, hep hatırlar. Kabir Helminski'nin kitabının adı, bu anlamda hem ilk söz, hem de son sözdür: Unutma Hep Hatırla.
Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf