Tiffany Watt Smith etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tiffany Watt Smith etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Kasım 2021 Salı

Başkasının talihsizliği bizi neden keyiflendirir?

Duygular tarihi üzerine çalışan Tiffany Watt Smith'in kitaplarının dilimize kazandırılması çok önemli bir çaba. Önce Duygular Sözlüğü adlı çalışmasıyla bizi birçok duygunun ve dolayısıyla kelimenin tarihinde yolculuğa çıkarmıştı. Hemen birkaçını hatırlatmak isterim.

Papua Yeni Gine'nin dağlarında yaşayan Baining halkı, evlerine gelen misafirlerin bir ağırlık bıraktıklarına inanırlarmış. Bunun için evin dışına bir kâse su koyarlarmış. Ağırlığın ve kötü düşüncelerin bu su sayesinde evden çekileceğini düşünürlermiş. Buna da "awumbuk" derlermiş. Yıkık dökük binalara ve terk edilmiş yerlere karşı çekim duyma hissine Almancada "ruinenlust" denirmiş. 17. yüzyılda evlerinden uzakta savaşan İsviçreli paralı askerler arasında gizemli bir hastalık yayılmış. Tıp öğrencisi Johannes Hofer, "ineklerin boyunlarındaki öanların uzaktan gelen sesleriyle tetiklenen" bu hastalığı iki kelimeyi birleştirerek tanımlamış: Yunanca nostos (eve dönüş) ve algos (acı). Yani nostalgia. İngilizcedeki "happiness" sözcüğü Eski İskandinav dilindeki "happ" (fırsat, şans veya başarı) kökünden gelirmiş. 18. yüzyıldan önce "Tanrı'nın nuru üzerine olsun" demek için kullanılırmış. Guatama Buddha için sevinç, şanslı birkaç kişiye uğrayan bir duygu değil; sınırsız bir kaynakmış. Onun için "mudita" sözcüğü başkasının iyi talihi karşısında yaşanan sevinç anlamına gelirmiş. Mudita'yı hissettiğinizde başkasının mutluluğu sizin deponuzdaki mutluluğu azaltmaz, aksine artırırmış. Rönesans hekimleri, herkesin içinde biraz kara safra olduğunu ve bunun tüm hayatı etkileyeceğini düşünürmüş. Kara safra, MÖ 5. yüzyılda Hipokrat okulu tarafından ortaya çıkarılmış, adı da şöyle: melania chole (melankoli). Sabahları huysuz uyanmanın bir duygusu var: matutolypea. Romalı şafak tanrıçası Mater Matuta ile Yunanca keyifsizlik anlamına gelen "lype" sözcüğünün birleşiminden oluşuyor ve "sabah hüznü" anlamına geliyor. Bazen olmak istediğimiz yerden sıkılıp hiç bilmediğimiz bir yerde olmayı düşleriz. Finler bu duyguya "kaukokaipuu" demişler. Kauko (uzak diyarlar) ve kaipuu (hasret) sözcüklerinden oluşuyor. Tayland'da "greng jai" diye bir duygu var. Çok tanıdık: Karşımızdaki bize yardım etmek istediğinde, ona zahmet vermemek adına bu yardımı kabul etme isteksizliği. Endişeli olmak eski İngilizcede "wyrgan" kelimesinden gelirmiş. Anlamı: öldürmek ya da boğazlamak. Aşırı endişenin insana yaptığı da bu zaten.

Smith, Kolektif Kitap tarafından yayınlanan ikinci kitabında, işte bu duygulardan birini irdeliyor. Başkasının talihsizliğinden duyulan keyif: Schadenfreude. Bir politikacının korkunç biçimde dili sürçtüğünde, hırsız elindekini düşürüp paramparça ettiğinde, rakip takımın oyuncusu -ne acımasız ki- sakatlandığında, yakın bir arkadaşımızın -sanki ekmeğimize ortakmış gibi- işsiz kaldığını öğrendiğimizde, etrafına akıl vermekle ünlü birinin yaşlandığında aklını kaybetmesiyle, komşunun şov yaptığı arabası doluya tutulup kevgire döndüğünde, yarışmacının sabıkalı olduğuna vurgu yaparak onu rezil etmeye kalkışan jüri üyesi seneler sonra cezaevine girdiğinde, cani bir mafya liderinin karanlıktan korktuğunu okuduğumuzda, nice suçsuz insanı idama götüren hakimin boğularak öldüğünü işittiğimizde hep aynı duygu belirir içimizde: biraz şaşkınlık ama ağır basan ve hatta ferahlık veren bir neşe.

Peki neden? Yazar, bu duygunun çoğu zaman utanç verici bir his olduğunu söylese de oldukça insani olduğunu belirtiyor. Verdiği örnekler ve hikayeler insanın çok boyutlu yaşamını ve ruh halini aydınlatıyor: "Schadenfreude, ahlaki katılığın aksine duygusal esneklik kapasitemizin ve birbiriyle çelişkili görülen düşünce ve hisleri aynı anda zihnimizde tutma yeteneğimizin bir delilidir. Başka birinin başına gelen talihsizlik haberini duyduğumuzda bizi neşelendiren şey, hüsranlarımızda yalnız olmadığımızın, başarısızlar topluluğunun bir parçası olduğumuzun keşfidir. Schadenfreude bir kusur olabilir, kabul. Fakat ona muhtacız."

İnsan kendi 'Schadenfreude' duygusunu terbiye edebilir mi? Belki de gözden geçirmeye başlamak bile faydalar getirebilir. Smith, bu konuda birkaç öneride bulunuyor. Evvela Schadenfreude faydalıdır: Durduk yerde kendini değersiz hisseden bir insana bir anda şanslı hissettirebilir. Yaşamın absürtlüğünü görmeyi sağlar. Küçük bir üstünlük hissiyle yaşama yeniden tutundurur. Schadenfreude insanı etiketlemez: Birini teselli etmek isterken aynı zamanda kahkaha atmak da insana mahsustur. Duygusal esneklik hayatidir zira. Schadenfreude bilmek istemediğimiz şeyleri önümüze getirebilir: Kişinin başına gelenden neden zevk aldınız? Acıma duygunuzda zedelenme mi var? Kendinizi yetersiz ya da savunmasız mı hissediyorsunuz? Buyurun, kişisel terapi süreciniz başladı. Schadenfreude bazen itiraf ettirir: Sevdiğiniz bir kimsenin yaşadığı talihsizliğe gülüyorsanız, ona güvendiğiniz kadar durumu açıklayabilir böylece karşılıklı bir yüzleşme ve insanlığın köklerini keşfetme yolculuğu başlatabilirsiniz. Bazen itiraf etmek müthiş bir iyileşme sağlayabilir, hiç değilse iyi hissettirir zira dürüstlük nefis bir şeydir. Schadenfreude iki yönlüdür: Yani siz bir kişinin kötü anına gülümserken, o da sizin kötü bir anınıza gülümseyebilir. Bu durumda ya siz onun istediği bir şeye sahipsinizdir ya da geçmişte sahip olmuşsunuzdur. Demek ki ortada daha önce farkına varılmamış bir rekabet var. Tatlı bir rekabet, yaşama sevinci verebilir. Duyguları yeniden tanımanın ve onlar üzerine düşünmenin en güzel yanı, yaşamda orta yolu tutturmanın ne kadar güzel bir şey olduğunu hatırlatmasıdır belki de.

"Zaman zaman, mükemmellik peşinde koşan bir dünyada, hatalarımızın terbiye edilmesi hatta idealde kökünün kurutulması gereken şeyler olduğu bir dünyada yaşıyormuşuz gibi hissedebiliriz. Schadenfreude'ya daha yakından bakmaksa farklı bir hikâye anlatır; başka insanların hatalarında -ve kendi hatalarımızda- bulabileceğimiz neşe ve rahatlamanın hikâyesi" diyor Smith ve şöyle devam ediyor: "Schadenfreude şeytanca görünebilir, fakat yakından baktığımızda çok daha karmaşık bir duygusal manzara ortaya çıkar. Üstünlük taslayan bir sırıtışın bir zafiyet emaresi olduğu meydana çıkar. Nefretmiş gibi görünebilen şey aslında çatışmalı bir tür sevgi ve aidiyet arzusudur. Başka birinin başına gelen talihsizlik haberini duyduğumuzda bizi neşelendiren şey, hüsranlarımızda yalnız olmadığımızın, başarısızlar topluluğunun bir parçası olduğumuzun keşfidir."

Yere kapaklanan birini gördüğümüzde, biz de kahkaha tufanına kapılabiliriz ama şunu da önemsememiz gerekiyor: yaşam yolunda her zaman dümdüz gidilemiyor. Düşe kalka yürünüyor ve bunu öğrenmek dahi huzur veriyor O hâlde schadenfreude için selamet diyebilir miyiz? Neden olmasın.

Yağız Gönüler

4 Haziran 2020 Perşembe

Duygulara dair yeni ve sıra dışı sözcükler

Şu an gözlerinizi kapamanızı istesem, acaba hangi duygular gelir içinize, ne hissedersiniz? Heyecan, merak, üzüntü, özlem… Belki de “abhiman”; yani, sevdiğiniz biri tarafından kalbiniz kırıldığında yaşanan acı ve kızgınlık. Duygunun kökeninde üzüntü ve şok var ama hızla şiddetli ve yaralanmış bir onura dönüşüyor. Belki de yıkık dökük binalara ve terk edilmiş yerlere karşı konulmaz bir çekim hissiniz var; yani, “ruinenlust.”

Tüm duygularımızın, bir grup temel duyguya indirgenebileceğine dair teoriler var. Bu temel duygular; mutluluk, üzüntü, korku, iğrenme, öfke ve şaşırma. Diğer tüm duyguların, bu duyguların temelinde oluştuğu düşünülüyor bazılarına göre. Tıpkı ana ve ara renkler gibi. Ancak bu durum, o duygulara temastan kaçınmamızı engellemiyor elbette. Dilimizde bariz bir karşılığı olmayan ancak içimizden hissedilen duygular rüyalarımızı, davranışlarımızı, düşüncelerimizi belki de karşılığı olandan daha fazla etkiliyor. Çünkü bilincimize getirebildiğimiz duygular dillendirebildiklerimiz ve ifade edebildiklerimiz, peki ya dile getiremeyip etkisini hissettiklerimiz?

Duygular Sözlüğü’nün yaratıcısı Tiffany Watt Smith, Queen Mary Üniversitesi’nde Duygular Tarihi Merkezi’nde araştırma görevlisi bir yazar. Kitabıyla bir tür duygu haritasında ilerlememizi ve duyguların antropolojik, sosyolojik, psikolojik açılımlarıyla duygulara dair yeni ve sıradışı sözcükler öğrenmemizi sağlıyor. Bu sözcükler, iç dünyamızın derinliklerine erişebilmemize destek oluyor.

Kitabın önsözünde yazar bazen duyguların bize ait değil de bizim duygulara ait olduğumuza dair bir ifade kullanıyor. Burada insan ruhsallığının duygulardan oluştuğuna yaptığı vurgu, ruhsal sağlığın duygulardan geçtiğini düşündürüyor bana. Kitapta duygulara dair birçok tarihsel anekdota da rastlıyoruz. Örneğin Antik Yunan’da bazı kişiler isyankar öfkeyi, hastalıklı bir rüzgarın getirdiğine inanıyormuş. İlk Hıristiyanlar da can sıkıntısının, kötü niyetli şeytanlar tarafından ruha yerleştirildiğini düşünüyormuş...

Duygu nedir, diye düşündüğümüzde, bunun cevabı kuşkusuz sadece psikolojik kişisel tarihimizde yatmıyor. İçinde yaşadığımız kültürle, coğrafyayla, inançlarla, sosyo-ekonomik, politik tüm diğer değişkenlerle de belirleniyor. Kitapta yer alan bir bölümde bahsedildiği gibi, 17. yüzyıl soylularından François de la Rochefoucauld, en coşkulu dürtülerimizin bile geleneğe uyum sağlama ihtiyacından ortaya çıktığını kabul ediyormuş. Ona göre, “Bazı insanlar eğer aşk hakkında konuşulduğunu duymamış olsalardı asla âşık olmazlardı.

Yazar kitabın tüm duyguları kapsama ya da iç dünyamızın derinliğine inip merkezine varma hevesinde olmadığını söylüyor. Derdi, daha çok, duygularımızın nasıl şekil değiştirdiğine ve birbirlerine nasıl karıştığına ilişkin bir rota sunmak. Ve aynı zamanda iç dünyamızın karmaşıklığını bir grup duyguya indirgemeye çalışanlara çok daha fazlasının olabileceğini göstermek.

Kitapta yaklaşık 150 duygudan bahsediliyor. Benim duygu hazneme dahil olan birkaç tanesine bu yazı vesilesiyle yer vermek isterim: “Papua Yeni Gineli Baining halkı ‘awumbuk’ dedikleri, çok sevilen bir misafir gittiğinde çöken kasvet ve durgunluk hissini içine çekmesi için gece dışarıya bir kâse su bırakıyorlarmış. Üstelik bu ritüel her seferinde işe yarıyormuş.”. Bir diğer duygu da “amae.” Japon psikanalist Takeo Doi’ye göre, “bir kişinin sevgisini çantada keklik görmek ve değerini bilmemek anlamına geliyor ve bu duygu, karşılığında şükran duyma gereği görmeden birinden destek aldığınız zaman ortaya çıkıyor. Hatta çok çalıştığımız zamanlar kendimize de biraz amae göstermemiz teşvik ediliyor.”. Bir de Hollandalıların ifade ettikleri bir duygu var ki, içinizi yumuşacık yapıyor; gezelligheid. Yani dışarısı soğuk ve kasvetliyken sizin arkadaşlarınızla sıcak ve rahat hissettiğiniz duygusu.

Duygularımızı ifade ederken sözcüklere ihtiyacımız var; ve her seferinde bu sözcükleri zenginleştirmeye... Ancak bu şekilde kendimizi ve ötekini gerçek anlamda kavrayabilmemiz mümkün olabilir. Bu bağlamda Tiffany Watt Smith’in çok kıymetli bir işe imza attığını belirtelim. Umarım devamı gelir ve bu kitap bir duygu külliyatının kurulmasını sağlar.

Tuğçe Isıyel
twitter.com/tugceisiyel