"Kâbe et kalbini kim puthâne sansınlar seni
Beyt-i akla girme kim divâne sansınlar seni."
- Mehmed Nasûhî
Ömer Fuâdî'nin Nefs Eğitimi ve yine kendisinin Şâbân-ı Velî'ye dair derlemiş olduğu menkıbeleri (Menâkıb-ı Şeyh Şa‘bân-ı Velî) ele alan kitapları daha evvel incelemiştik. Bu kez yine Halvetî-Şâbânî ekolünün bir temsilcisi olan, bilhassa şiirleriyle nice gönlü tevhid nuruna daldıran Üsküdarlı Mehmed Nasûhî'nin bir kitabına temas edeceğiz. Öncesinde hazretin hayatından bahsetmeliyiz.
Mehmed Nasûhî, 1648'de Üsküdar'ın Toygar Tepe'sindeki Bulgurlu Mescidi civarında dünyaya gelmiş. Babası Seyyid Nasûhî bin İhtiyâreddin Bey, bir Osmanlı sipahisi. Annesi Afîfe Hanım, hazret henüz altı yaşlarındayken vefat etmiş. Nasûhî Efendi, medrese tahsilinden bir süre sonra gönlüne Hakk aşkı düşünce tasavvufa meyletmiş. Nihayet Atîk Vâlide Tekkesi'nde irşad hizmetinde olan zamanın büyük velîlerinden, Karabaş Velî'ye intisab etmiş. Niyâzî-i Mısrî'nin çağdaşı olan bu büyük zât da tıpkı onunu gibi Limni'ye sürgüne gönderilmiş. Asıl adı Ali olmasına rağmen halk arasında manevî hâllerinin yüceliğinden Alâeddin, boyunun uzun oluşu sebebiyle Atvel lakaplarıyla bilinirmiş. Şâbâniyye ekolünün siyah mürşid tâc-ı şerifiyle dolaştığı için bir diğer lakabı da Karabaş. Kendisi Şâbâniyye erkânı içinde yaptığı yeniliklerden ötürü Pîr-i Sânî olarak tanınmıştır.
Nasûhî Efendi, hazrete bağlandıktan hemen sonra manevî hayatında büyük kabiliyetler gösterip seyr u sülûkunu on iki sene hizmetin sonrasında tamamlamış ve henüz otuz yaşına varmadan hilafet alarak Mudurnu'daki Sun‘ullah Efendi Zâviyesi gönderilmiş. Burada halkı irşad ve tekke şeyhliği görevini sürdürürken Karabaş Velî'nin Limni'ye sürgüne gönderilmesiyle ona hizmet için ardından gitmiş. Bazı kaynaklara göre, o yıllarda Limni'de sürgünde olan bir başka büyük velî Niyâzî-i Mısrî'ye de hizmet etmiş ve onun duasını almış. Limni'den dönüşünde tekrar Mudurnu'daki zaviyede ikamet eden Nasûhî Efendi, Karabaş Velî'nin 1686'da hac dönüşü Kahire'de vefatı üzerine zaviyeye Abdullah Rüşdî'yi halife bırakarak, Üsküdar Doğancılar'da kendisi adına yaptırdığı tekkede irşad makamına geçmiş. Yine kaynaklardan öğrendiğimize göre 1705 senesinde III. Ahmed tarafından Eyüp Sultan Camii kürsü şeyhliğine tayin edilmiş. Otuz küsur sene irşâd postunda kalarak nice dervişler yetiştiren Nasûhî Efendi, 14 Ağustos 1718'de vefat etmiş, dergâhın hazîresine defnedilmiş. Sonradan buraya bir türbe inşa edilmiş. Türbenin niyaz penceresinde sonradan Ümmî Sinan Dergâhı şeyhliği yapacak olan şair Zekâî'nin şu beyit yazar: "Makām-ı evliyâdır menba-ı feyz ü fütûhîdir / Edeble dâhil ol sûfî bu dergâh-ı Nasûhî’dir."
Gençliğinde zahirî ilimler üzerine tahsil görmesi ve akabinde derinleşerek Kur'an-ı Kerim'den birçok sûrenin tefsirini yapması, Nasûhî Efendi'yi pek çok kitabın müellifi hâline getirmiştir. Mü'min, Nûr, Furkân, Şuarâ, Nahl, Kasâs, Ankebut, Yâsîn, Saffât, Sâd ve Zümer surelerini tefsir etmiş olan hazret, Şerh-i Kasîde-i Mevlanâ ve Şerh-i Kasîde-i Niyâzî ile birlikte pek çok risâle de kaleme almıştır. Bu yazıda bahse konu olan kitabı ise Risâle-i Fahriyye adıyla bilinen, hazretin seyr u sülûk esaslarını ele aldığı, Beşiktaş'ta medfun bulunan halifesi Fahreddin Efendi'nin sorularına verdiği cevaplardan oluşan er-Risâletu'r-Ruşdiyye Fî't-Tarîkati'l-Ahmediyye'dir. H Yayınları'nın Tasavvuf Eğitiminde Nefs / Tevhîd / Zât ismiyle neşrettiği eseri Mustafa Tatcı ve Musa Yıldız hazırlamıştır. Eser; mukaddime, üç fasıl ve hâtimeden oluşur.
Nasûhî Efendi eserinin mukaddime bölümünde bir insanın kamil mürşide olan ihtiyacını vurgular. Bir mürşide bağlanmayı telakkun-telkîn kavramlarıyla yorumlayan hazret; telkin yoluyla kalpten Allah'ın dışındaki her şeyin sökülüp atılabileceğini, "meyvesi acı bir ağacı kesmeden yerine meyvesi tatlı bir ağaç dikilmez" sözüyle açıklar. Sık sık Hazreti Mevlânâ'ya atıflar yapan hazret, Allah ile sâlik arasında bir münasebet kurulacaksa bunun ancak insan-ı kamil vasıtasıyla olabileceğini söyler. Diğer yandan, her zamanda sahte ve yalancı şeyhler olabileceğinden, halifesini mühim nasihatleriyle uyarır. Sonrasında hazret, bağlı bulunduğu silsilenin erkanı üzerine beş mühim tavsiye yapar: Zikir, halvet, sükût, oruç ve uykuyu terk. Zikir nurdur, kalbi istila ederse kişiyi de nurlandırır. Halvet, duyu organlarını dışarıya kapatmayı ve kalbin kapılarını ardına kadar açmayı sağlar. Sükût boş sözlerden ve içinde Allah'a aşk olmayan muhabbetten kişiyi korur, böylece gaflete duvar örülür. Oruç, kalbi hırstan uzaklaştırır ve talibi Allah ile buluşmaya yakınlaştırır. Uykuyu terk için evvela yemeği -özellikle yağları ve etleri- azaltmak lâzımdır, akabinde devamlı abdestli olunmalı ve doğru söz, doğru davranış üzere yaşanmalıdır. Nihayet uyku yerine ibadeti ve tefekkürü seçen derviş; ilme’l-yakîn, ayne'l-yakîn ve Hakka’l-yakîn ile hakiki bilgiye, kesinlik açısından en doğru bilgiye vasıl olur. Mühim olan en önemli şey, dervişin neyi istediğidir. Nasûhî Efendi burada bir hadis nakleder:
"İki adam eşit derecede ibadet ediyorlardı. Cennete girdiklerinde onlardan birisi yüksek bir makama getirildi. Diğeri sordu: 'Allah'ım onu benden üstün bir makama niye getirdin? O, dünyada benden daha çok ibadet etmemişti...' Allah o adama: 'O, benden yüksek makamlar istiyordu. Sen ise ateşten kurtulmak istiyordun. Ben de herkese istediğini verdim' buyurdu."
Mevlânâ Hazretleri, "Bir kuyudan her gün toprak kazarsan, sonunda temiz suya ulaşırsın" der. Bu nasihat, dervişin gayret kemerine sarılması gerektiğini gösterir. Nasûhî Efendi, halifesi Fahreddin Efendi'ye daima bunu hatırlatır. Derviş gerekirse tecritten bile kaçınmamalıdır. Allah'ın emrine daima teslim olmalı, mürşidlere daima saygı göstermeli ve onları sevmelidir. Ne kadar şey öğrenirse ve lezzetine erişirse erişsin, dilini bağlamalıdır: "Bilgi iddiasının karanlığı, kalbin nurunu söndürür."
Eserin devamında nefsi bilme, tevhidin bilinmesi ve ilâhi nesebin (zât) bilinmesi gibi son derece hassas konular yer alıyor. Nasûhî Efendi bu bölümleri az ama öz söyleyerek izah ediyor. Fazlasının okumayla değil zevk edinerek öğrenilebileceğini ve bunun da anlatılmasının güç yahut gereksiz olduğunu söylüyor. Fakir, bir paragraf var ki kitabın özeti olduğunu düşünüyorum. Elbette sadece kitabın değil; iyi bir kul, sağlam bir derviş ve Allah adamı olmanın da formülü sanki. Aşk ile buyurun:
"Halil İbrahim yatağında bir saat istirahat ettiğinden, ona 'kalk ve oğlunu kurban et' denildi. Yakûb, Yûsuf ile bir saat buluşmasına sevindiği için kırk sene hüzün evine hapis oldu. Yûsuf, bir gün güzelliğine bakarak 'şayet bir köle olsaydım değerim acaba ne olurdu?' dediğinden çok az bir değere satıldı ve yıllarca zindanlarda kaldı. Musâ kendisini zamanın en iyi bileni zannettiğinden, ilmi ve faziletiyle gururlandığından Hızır ile imtihan edildi. Hâsılı, kim Allah'tan başkasından uzaklaşır ve Allah'a yönelirse Allah'ın lütfuna ve şefkatine nail olur."
Eserin hâtime (sonuç) bölümünde çok ciddi uyarılarda bulunuyor hazret. Her insana ve her şeye kemâl nazarıyla; nefsine küçümseyerek, eksik olduğunu bilerek ve hor görerek bak diyor. Dünyaya meyledenin dünya ile gururlanacağını, dolayısıyla da Allah katında hakir ve zelil olacağını söylüyor. Cömert olmayı nasihat ediyor. Doğrunun peşinden gidenin iyiliğe (birr) kavuşacağını hatırlatıyor. Yol kesiciler konusunda ikaz ediyor. Postnişîn olmanın on beş adabını sıralıyor ki bugün kendine mürşid arayan herkesin bu bölüme dikkat etmesi gerekiyor. Hakiki velîlerin Allah'ın en büyük ayetleri ve en mükemmel delilleri olduğunu söylüyor.
Kendine mahsus güller yetiştiren (Nasûhî gülü) ve daima muhabbeti nasihat eden bir mürşid imiş Mehmed Nasûhî Efendi: Allah'a muhabbet, velilere muhabbet, insana muhabbet...
Mevlâmızdan tüm taliplerin manevî derecelerini yükseltmesini, böyle güzide eserleri yalnız okumayı değil zevk etmeyi de nasip etmesini niyaz ederim. Amin.
Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf