Tarih Kimlik Hanefilik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tarih Kimlik Hanefilik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Aralık 2017 Çarşamba

Kimlik neyimiz olur?

Kimlik, insanın ontolojik varlığının epistemolojik açılımıdır. Bu bağlamda insanın varlığı kadar niteliklerini de belirler. Kimlik insanı geçmişten geleceğe bağlayan özelliklerin sıkıştırılarak kodlanmış ve gerektiğinde açılarak kullanılacak şekilde oluşmuş hâlidir. Kısaca kimlik insanın özetidir. Elbette bu sadece insana has değildir lakin dünya üzerindeki etkisi açısından düşünüldüğünde -ki diğer ne varsa onları kimliklendirerek bir anlam dünyası kazandıran da insan olduğundan- insana dairdir. Kimlik insana kim olduğunun yanında kendisiyle ilgili her şeyin nedenini ve nasılını ortaya koyarken geleceğe de ışık tutar.

Bazı kitaplar vardır. Okuyucu onları keşfedinceye dek öylece köşesinde durur. Avangard Yayınları’ndan Murat Küçükçifci imzasıyla çıkmış olan Tarih Kimlik Hanefilik adlı yüz yetmiş altı sayfalık kitap da benim için onlardan oldu. Kitap teorik olarak kimliğin oluşumu ile ilgili olmasa da pratikte (Türkiye’de) var olan kimliğin niteliklerini konu ediniyor. Yazarın ana düşüncesini, “İslamcılık özelinde Türk düşüncesini yeniden okumak, ret ve kabulleri göstermek bazen de önemine binaen bilineni göstermek” olarak açıkladığı kitap temel olarak iki bölümden oluşuyor. Daha önce Fayrap dergisinde yayınlanmış olan yazılar bu kitapta bir araya getirilmiş. Kitabın genel çerçevesini çizen konunun ötesinde başkaca düşüncelere kapı aralayan yazılar oldukça zengin bir içeriğe sahip.

Yazar, “birikime dayandığını” ve “geliştirilmeyi beklediğini” söylediği İtikadi Popülizm adlı ilk bölümde “halkçılık, Ehl-i Sünnet, Hanefilik, devlet ve buna benzer pek çok çağrışımı olan kavram, yeni bir tarih yorumu ve bugüne dair söylenmesi gereken bir sözü gözettiğini” belirtiyor. Bu bölümde Osmanlı’nın son dönemleri ve Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde din alanında çalışmada bulunmuş kişilere değindiğini görüyoruz. Bu kişileri iki gruba ayırmak mümkün. Toplumun büyük kısmının tanıdığı ilk grup din ve devlet konularında daha katı bir yol izlerken ikinci grup toplum tarafından pek bilinmese de dini alanlarda ihtisas yapmış, bu alana kafa yormuş ve en önemlisi toplumsal anlamda din ile devlet ilişkilerinde daha dengeli bir yöntem benimsemiştir. Burada sözü edilen ikinci grubun Müslümanların İslami anlayış ve sorunlarına dair derinlemesine araştırmalar yaparak önemli sonuçlar çıkardığını ve fakat toplumun büyük çoğunluğunun bu çabaya yabancı kaldığını söyleyebiliriz. Yazarın bu bölümde ele aldığı isimlere Said Halim Paşa, Mehmet Akif Ersoy, İsmail Hakkı İzmirli, Ahmet Hamdi Akseki, Yusuf Ziya Yörükan ve Erol Göngör’ü sayabiliriz. Bu bölümde Türkiye’deki İslami hareketlerin tarihsel seyrine değinen yazar, “tercüme Müslümanlığı” dediği 1960’lı yıllar bağlamında Malik Bin Nebi’yi değerlendirerek Malik Bin Nebi seçiminin bilinçli bir tercih oluşunu nedenleriyle birlikte açıklıyor.

İlk bölümdeki yazıların tamamında belirleyici olan Hanefilik, Maturidilik, Ehl-i Sünnet, Türklük ve -bir yazıya da konu edilen Celaleddin Rumi ayrı tutularak- tasavvuf ön plana çıkıyor. Yoğun olarak İslamcılık ve modern İslami yorumların eleştirilerini içeren yazılar başta Türklerin müntesibi olduğu Sünni mezhepler çerçevesinde tasavvufi eğilimlerin, gelenekçiliğin ve muhafazakârlığın savunusuna dönüşüyor. Bu bağlamda yazarın yöntemine baktığımızda, kitaba şeklini veren çerçeveleyicilikten bağımsız olarak İslam’ın öngördüğü kuşatıcılık ve evrensellik konuları arka plana düşüyor diyebiliriz.

Siyasal İslam’dan Seküler Ahlaka adlı ikinci bölüm yazarın deyişiyle “güncele yoğunlaşıyor”. Giderek seküler bir anlayışın hâkim olduğu toplumu siyaset, kültür, din, dil, etnisite, muhafazakârlık, evrensellik, diyanet ve medeniyet kavramları etrafında sosyolojik bir okumaya tabi tutan yazar çıkarımlarını yakın tarihe ait olaylarla ilişkilendirilerek mevcudu ve geleceği yorumlamaya çalışıyor. Bu bağlamda sorunların çözülmesi noktasında tıkanıklığın kaynağı haline gelen yozlaşmış siyasi anlayışın önemi sorgulanıyor. Yazar yine ilk bölümde yaptığı gibi buradaki görüşlerinde de geleneğe vurgu yapıp ilk bölümde altını çizdiği ‘kimlik’ üzerinden bir anlam dünyası oluşturarak sonuca ulaşmaya çalışıyor.

Kitabın çerçevesini çizen ve yazarın şahsını bağlayan vurguların dışında oldukça geniş bir araştırma alanına sahip olan yazıların farklı bağlamlarda tekrar tekrar açımlanmaya ve yorumlanmaya muhtaç olduğunu düşünüyorum.

Mevlüt Altıntop
twitter.com/mvlt_ltntp