Sebastião Salgado dünyanın önde gelen fotoğrafçılarından. Kırk yıllık fotoğraf yolculuğunda dünyanın birçok ülkesine uğramış, binlerce insanın hayatına dokunmuş ve hikâyesini anlatmış. Birçok prestijli ödülün sahibi, bu ünlü fotoğrafçının ‘hikâyelerini anlattığı’, Toprağımdan Yeryüzüne adını taşıyan kitap Everest Yayınları'ndan çıktı. Onun başarı hikâyesinin arkasına, bir değil iki kişilik bir emek var aslında. Salgado ve henüz 17 yaşında iken onunla birlikte Brezilya’yı terk eden Lelia Deliuz Wanick Salgado’nun hikâyesi: Toprağımdan Yeryüzüne…
Salgado’ya kitabın hazırlanışında gazeteci Isabelle Francq yardımcı olmuş. Francq önsözde şunları söylüyor: “Bir Sebastião Salgado fotoğrafına bakmak insan onurunu tecrübe etmek, bir kadın, bir erkek, bir çocuk olmanın ne anlama geldiğini kavramak demektir. Salgado, fotoğrafını çektiği insanlara kesinlikle derin bir şefkat besler. Öyle olmasa onları nasıl bu kadar yakın, canlı ve güven dolu hissedebilirdik ki? Onlara bakarken hissettiğimiz kardeşlik duygusunu nasıl açıklayabilirdik?”
Kitapta, tecrübelerini içten bir dille paylaşan Salgado, “karar anı” kadar, “sabrın” da iyi bir fotoğraf için ne kadar önemli olduğunu vurguluyor. Bu bağlamda, hem profesyoneller hem de fotoğrafa kayıtsız kalamayan amatörler için yol gösterici bir kaynak Toprağımdan Yeryüzüne…
Salgado, hikâyesine “Eğer beklemeyi sevmiyorsanız, fotoğrafçı olamazsınız.” diye başlıyor. Fotoğrafları çekerken vur-kaç yapmıyor, gözetleyici durumuna düşmüyor; topluma dahil oluyor, muhatabını anlıyor, güvenini kazanıyor. Galapagos adalarına adını veren dev kaplumbağanın fotoğrafını nasıl çektiğini anlatıyor mesela: “… İnsanları fotoğrafladığımda asla yabancı bir grup arasına gizlice dalmıyorum, her zaman birileri tarafından tanıştırılıyorum. …Benzer şekilde bir kaplumbağayı fotoğraflamanın tek yolunun da onu tanımak, onun dalga boyuna girmek olduğunu fark ettim.”
Tek bir kare kaplumbağa fotoğrafı çekmek, böylece bir tam gününü alıyor. Buradan anlıyoruz ki, bir canlının alanına saygı duymadan iyi fotoğraflar çekmek pek mümkün değil.
“Fotoğrafçı bir görüntü avcısı mıdır?” sorusunu da sorduruyor bize Salgado. Cevabı ise şöyle veriyor: “Doğru, uzun süre avının ininden çıkmasını bekleyen avcılar gibiyiz. Fotoğraf çekmek de aynı şeydir; sabırlı olmalı ve bir şeyler olmasını beklemelisiniz. Çünkü er ya da geç bir şeyler olacaktır. Bu yüzden sabretmekten keyif almayı öğrenmelisiniz.”
Ülkesinde ekonomi eğitimi alan Salgado, siyasi nedenlerle geldiği Fransa’da fotoğrafçılık kariyerine başlar. Kendi ifadesiyle deklanşöre bir kere basmak yeterli olur. Hayatı siyah-beyaz kayda geçer. Acı çeken dünyanın görüntülerini bizlere aktarır. Yolu sık sık da Afrika’ya düşer. Brezilya kökenli olmanın avantajıyla Afrikalılarla daha kolay iletişim kurar.
Henri Cartier-Bresson gibi isimlerin çalıştığı Magnum için dünyanın farklı yerlerine gider Salgado. Bu dönemde kariyerinin farklı bir yere gitmesine neden olan bir gelişme olur. 1981 yılında dönemin ABD Başkanı Reagan’a yönelik Washington’da gündüz saatlerinde düzenlenen suikast girişimine şahit olur. Reagan, arabasından seken bir kurşunla yaralanırken Salgado, o anda deklanşöre basmıştır. Magnum’un mali sıkıntı yaşadığı dönemde bu kareler bütün dünyaya satılır. Salgado, günün ilerleyen saatlerinde Beyaz Saray girişinde Kennedy suikastında olay yerinde bulunan bir fotoğrafçıyla tanışır. Adamın kartvizitinde bu ifade yazılıdır. Salgado, kendisini bekleyen tehlikeyi sezmiştir. “Yıllardır Afrika’yı fotoğraflıyordum, o esnada Latin Amerika üzerine derinlemesine çalışıyordum ama Reagan’a yapılan suikast girişiminin fotoğrafçısı olarak sınıflandırılma riskiyle karşı karşıyaydım.” der. Eşiyle birlikte bir karar alır ve bu fotoğrafların yayınlanmasına bir daha izin vermez.
Dünyanın pek çok yerinde göç etmek zorunda olanları, ağır koşullarda çalışanları fotoğraflayan Salgado, “Acı anlarında ahlak nedir, etik nedir?” sorusuna, “Ölmek üzere olan biriyle karşılaştığında deklanşöre basıp basmamaya karar verdiğim andır.” diye cevap veriyor.
Fotoğrafçılık, kazandırdıkları kadar insandan bir şeyler götüren de bir meslek/ merak. Salgado, “Göçler” kitabını hazırlarken, gördükleri karşısında “İnsan bu kadar acımasız olamaz.” diye düşünür ve bir süre sonra depresyona girer. Ülkesi Brezilya’da eşi Leila ile birlikte başlattıkları bir proje bu durumdan çıkmasına yardımcı olur. Kazandıklarını projeye aktarır. İlk 6 ayda 2.5 milyon ağaç dikilir. Bölge yeniden eski görünümüne kazanınca, birçok hayvan geri döner, ormandaki yiyecek zincirinin en büyük hayvanı jaguarlar bile. O zaman başarılı olduklarına inanır.
Sürekli yeni fotoğraflar çekme arzusuyla yollara düşen 73 yaşındaki Salgado, “Fotoğraf benim için bir aktivizm türü değil, bir uzmanlık bile değil. Fotoğraf benim hayatım.” diyor. Toprağımdan Yeryüzüne, işte bu hayatın izleri…
Kitapta Salgado’nun dijitale geçerken yaşadıkları, Saba Kraliçesi’nin ayak izleri, unutulmazlar arasında giren Serra Pelada altın madeninde çalışan işçileri gösteren fotoğrafların çekim hikâyeleri de yer alıyor.
Merve Koçak Kurt
twitter.com/mervekocakkurt