Türk edebiyatında öykü, roman ve deneme kitaplarıyla sıklıkla karşılaşmak mümkün lâkin söyleşi kitapları konusunda aynı durumdan söz etmek pek de mümkün görünmüyor. Yazarların yarattıkları kahramanlardan, kurguladıkları dünyalardan daha çok kendi öz benliklerine dair yolculuğa çıkmak isteyen okur için söyleşinin yeri hep ayrı olmuştur. İş Bankası Kültür Yayınları’nın seri hâlinde yayımladığı söyleşi kitapları okurun ilgisini çekmişti. Attila İlhan, İlhan Berk, Muazzez İlmiye Çığ başta olmak üzere birçok tanınmış simayı bilinmeyen yönleriyle de tanıma fırsatı buldu okuyucu. Onur Ünlü ile yapılan söyleşi de Sel Yayıncılık’tan yakın bir zamanda çıktı. Sabahattin Ali’yi, Yaşar Kemal’i, Ahmet Arif’i de yine kendileriyle yapılmış söyleşi kitapları aracılığıyla daha iyi tanıdık ancak belirli bir konuda birçok farklı ismi bir araya toplayan derli toplu söyleşi kitaplarımızın sayısı bir elin beş parmağını geçmez. Bu alandaki en doyurucu kitap Sema Aslan’ın Benim Kitaplarım adıyla Doğan Kitap’tan çıkmış ve otuz beş ünlü ismin kütüphanesini evlerimize kadar getirmişti. Şimdi de elimizde Nedim Gürsel’in Söz Uçar adlı çalışması bulunuyor. Söylenen hiçbir sözün uçmayarak yazıya geçirilip raflardaki yerini almış olması da okur için ayrıca büyük bir sevinç…
Daha önce Yüzyılın Sonu adıyla okuduğumuz kitap, genişletilmiş baskısıyla geçtiğimiz ay Doğan Kitap’tan çıktı. Söz Uçar adıyla yayımlanan kitapta daha önceki baskılarda olduğu gibi Jorge Semprun, Juan Goytisolo, Nathalie Sarraute, Etiemble, Alain Bosquet, Lawrence Ferlinghetti, Yaşar Kemal, Mahmut Derviş ve Abidin Dino ile Gürsel’in çeşitli zamanlarda yaptığı söyleşiler yer alıyor. Ayrıca bu yeni basımda, iki büyük sürpriz daha bekliyor okuyucuyu. Bunlardan ilki Gürsel’in Paris’te ünlü halkbilimcimiz Pertev Naili Boratav ile yapmış olduğu söyleşi. Bu röportajda Boratav’ın halk edebiyatı ile ilgili görüşlerini okurken Köroğlu ve Karacaoğlan üslûbu hakkında daha da çok bilgi sahibi oluyoruz. Gürsel, sorularını sorarken okuyucuyu bilgilendirdiği kadar karşısındaki ünlü isimlerin de daha çok bilgi vermelerini teşvik ediyor. Boratav’a ezberden şiir okutuyor meselâ. Boratav; tüm yaşamını halk kültürünü, halk geleneklerini araştırmaya adamış bir insandı. Aydın denilen zümrenin; içerisinde yaşadığı halkın yaşantısını bilmiyor olmasının büyük bir eksiklik olduğunu şu sözleriyle dile getirmektedir: “Nasıl aydınımız, sanatçımız batı edebiyatını bilmekle kendi yaratıcılıklarını artırabilirlerse; aynı şekilde bizim halk geleneğimizi öğrenmek, bilmek suretiyle de kendi kültür güçlerini de arttırabilirler, yani Türk masallarını okumak, Türk türkülerini dinlemek, Türk destanlarını okumak Victor Hugo’yu okumak gibi bir şey.”
Nazım Hikmet ve Yaşar Kemal’in halk geleneğini, kalemlerine çok iyi bir şekilde yansıttığını söyleyen Boratav, geleneklerin ve inançların yazar tarafından bilinmesi gerektiğini ancak halk kültürünün idealize edilmesinin de yanlış bir tutum olduğunu aktarıyor. Halka inmek ve halk dilinden konuşmak ile halkı kimi zaman halka rağmen savunup yükseltmek bu bağlamda değerlendirilebilir.
Kitaba eklenen bir diğer yeni söyleşi ise Berlin’de Alman yazar Peter Schneider’le yapılmış. Berlin ile hesaplaşan bir yazarın duvarları yıkmak adına kaleme aldığı eserleri, söyleşinin odak noktasını oluşturuyor. Berlin Duvarı’nın yıkılmasına rağmen hayatlarımızdaki duvarların yıkılmadığını belirten Schneider’i, Gürsel’in soruları eşliğinde okumak ayrı bir haz veriyor.
Söyleşi yapma amacının ortak duygu ve düşüncelerin buluşmasını sağlamak olarak açıklayan Gürsel, çalışmasıyla ilgili olarak: “Bu söyleşilerin ayrıntılara yönelen, yazın-toplum-siyaset-kültür arasındaki ilişkileri irdelerken dünyamızın sorunlarına da açılan niteliği, sanıyorum günümüzde de geçerliliğini koruyor. Konuştuğum kişilere yalnızca soru sormakla yetinmediğimi, yapıtlarını çözümleyici bir yaklaşımla ele alarak onları okurların gözünde daha anlaşılır ve görünür kılmaya çabaladığımı özellikle belirtmek isterim.” demektedir.
Kitapta birbirinden farklı kültür coğrafyalarından gelen yazar ve sanatçıların görüşlerini; yaşamlarını anlamlandıran olayları okurken bu sanatçıların renkli yaşamlarına da yeni bir kapı açmış oluyoruz.
Nedim Gürsel’in İspanyol yazar Juan Goytisolo ile yaptığı söyleşide yazara olan hayranlığını görebiliyoruz. Gürsel zaten bir konuşmasında Goytisolo için şunları söylüyor: “Kendisiyle Saraybosna bombalar altındayken de birlikteydim. O yolculuk dönüşü hem milliyetçiliği eleştiren hem de benim gibi ülkesinin dışında ama anadilinde yaşayan bir yazar için çok anlamlı şu cümleyi söylemişti: ‘Uzun yıllar İspanyolca konuşmadım. Bu, İspanyolca yazmamı kolaylaştırdı. İspanyolcaya daha yoğun bir ilgi duymama yol açtı. Anadilimin konuşulmadığı ülkelerde yaşayıp İspanyolca yazdığım için kendi dilimi, kendi üslubumu bulabildim.’ Juan Goytisolo’nun bu sözleri benim yazarlık serüvenimi de özetliyor bir bakıma. Kendisinden çok şey öğrendim. Bu nedenle onu dostluk ve sevgiyle anıyorum.”
İstanbul’da, Menekşe’de Yaşar Kemal ile yapılan söyleşi ise kitabın en çok ön plana çıkan söyleşisi diyebiliriz. Yaşar Kemal’in romanlarını yazarken esinlendiği efsaneler, destanlar ve halk hikâyeleri hangileridir, gelenekleri ne derece romanlarına sirâyet ettirmektedir gibi sorulara verdiği samimi yanıtlar, sizi ünlü yazarla karşılıklı konuşur gibi hissettirecektir. Alageyik efsanesinden, motiflere, düşlerden, mitolojiye değin Yaşar Kemal ile yapılmış en derin söyleşi olarak kabul edebiliriz bunu. Öyle ki Yaşar Kemal, Ölmez Otu’ndaki Medimik’in mitinden söz ederken; ne ölçüde gerçek dünyada yaşıyoruz, ne ölçüde yarattığımız mit içinde yaşıyoruz, diye sormayı da ihmâl etmiyor. Hatta sınırın belli olmadığı ve iç içe girmiş olan düş ile gerçeğin birbirinden ayırt edilmesinin imkânsızlığına da vurgu yapıyor ve şunları da ekliyor konuşmasına: “İnsanların ikinci bir dünya yaratmadan yaşadıkları daha görülmemiş yeryüzünde. Doğum ve ölüm oldukça, insanoğlu bir karanlıktan başka bir karanlığa gittikçe sürecek, bu.”
Gürsel’in; Hippi akımının öncülerinden şair Lawrence Ferlinghetti ile San Francisco’da, ünlü İspanyol yazar Jorge Semprum ile Madrid’de, Filistinli şair Mahmut Derviş’le Paris’te yaptığı söyleşiler de okurun bir hayli ilgisini çekecek. Gürsel, röportajları sayesinde okuyucunun söz konusu şairlerin ve yazarların eserlerini de çözümlemesine imkân sağlıyor. Yüzyılın önemli yazarlarının, okurun gözünde daha çok görünür olmasını isteyen Gürsel, yazarlarla edebiyat ve siyasete dair birçok önemli meseleyi söyleştiği çalışması sayesinde; söz uçar; yazı kalır, bu yüzden bu söyleşilerin de geleceğe kalmasını ümit ettiğini, belirtiyor.
Kitabı okurken kirlenen dünyamıza bir kez daha bakıp XX. yüzyılın yazarlarının hayata bakış açılarıyla içerisinde bulunduğumuz XXI. yüzyılı yeniden kurmanın mümkün olup olmadığını sorguluyoruz. Kitabın satır aralarından çıkaracağımız yanıtlar ise sadece günümüzü değil önümüzdeki gelecek günleri de aydınlatacak güce sahip…
Ömer Ünal
omerunalturkce87@gmail.com