Elhamra bir saray ama tarihin başköşelerine ismini altın harflerle yazdırmış bir saray. Nereden geliyor büyüsü? Neden hiç unutulmadı? Üzerine halen daha çalışmalar yapılmasının nedeni ne? Granada, İspanya’nın Endülüs bölgesinin başlıca şehirlerinden biri ve bu şehre tepeden bakan yapının adı Elhamra Sarayı.
Öncelikle Orta Çağ’dan günümüze ulaşmış tek Müslüman sarayı Elhamra sarayıdır. İçerisinde kışla, cami, medrese, mesire alanı ve hamam gibi birçok mekânı barındıran bu saray tarih boyunca birden çok saldırıya, tahribata maruz kalsa da varlığını sürdürmüş, ihtişamını korumayı başarmıştır.
İhtişamını ve varlığını korusa da kendi gerçek tarihi (ya da hikâyesi mi demeliyiz?) bir gizem olma özelliğini taşımaktadır. Robert Irwin’in Bir Dünya Harikası Elhamra kitabı işte bu gizemin ardına düşmenin getirdiği meyvedir, sarayı perilerin ve masalların diyarı olarak gören, fantastik bir âlemde ele alan oryantalist bakış açısını eleştirmekte, hakikatin peşine düşmektedir.
James Dickie, düşüşten önce Granada’nın bir cennet olduğunu yazmıştır. Bu bazı açılardan doğru olsa da on dördüncü ve on beşinci yüzyıllarda Granada aynı zamanda bir tür cehennemdi ve bu cehennemin en karanlık odalarından bir kısmı Elhamra’da yer alıyordu. Burası cinayet, kölelik, yoksulluk ve korkunun anıtı niteliğindeydi. On dördüncü yüzyılda kölelik bazı yerlerde kalkmış olsa da İspanya’da hala devam ediyordu. Elhamra sarayları acılar ve savaş ganimetleri üzerine inşa edilmişti. Sarayların inşasında Hıristiyan esirler köle olarak çalıştırılıyordu. Elhamra’nın duvarlarına on dördüncü yüzyılda yazılan şu dizeler bu duruma bakışı göstermektedir:
“Esirleri zincire vurdun ve şafak vakti buldu onları
Kapında hizmetkârların olarak saraylarını inşa ederken.”
Bugünden bakıldığında kölelik ve savaş ganimeti kavramları veya olguları zihne ters gelse, rahatsız etse de on dördüncü yüzyılın bir gerçeği ve normaliydi. Savaş ganimeti, her topluluk için savaş hukukunun doğal bir parçasıydı. Kölelerin yapıların inşasında çalıştırılması insanların nezdinde olağan bir durumdu.
Ayrıca bir saray inşa etmek de her devletin ve o devlete mensup milletin gözünde önemli bir mevzuydu. Sarayın görkemli olması devletin görkemli olmasını temsil ediyordu. Görkemli olmayan saray, güçsüz devlet demekti. Hiçbir topluluk da güçsüz bir devletin tebaası olmak veya güçsüz görünen bir devlete mensup olmak istemiyordu.
Bir de mimari sanatla destekleniyordu. Elhamra sarayı sanatsal açıdan oldukça zengindi. Bu zenginlik o topluluğun gelişmişliğini ve devletin topluma nasıl bir hayat tarzı dayattığını gösteriyordu. Dolayısıyla olgular dönemine göre değerlendirilir ve ancak o şekilde doğru sonuca ulaşılır.
Elhamra sarayını okumak bu yüzden önemli. Dönemi ve bugüne gelinen yolları anlamak için. Irwın’in irdeleyerek ortaya koyduğu çalışma müthiş bir panorama çizmekte. Müslümanların tarihi öğrenmek boynumuzun borcu.
Yasin Taçar
x.com/yasindediler