Pulbiber Mahallesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Pulbiber Mahallesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Ocak 2018 Çarşamba

Füsun şiire bir efsun doğdu

Yağmur kadar İzmirliyimdir” diye niteler kendisini, İzmir’in endemik şairi Didem Madak. Duygularını bu münbit topraklara saçar, hüznünü savurur. Tütsü gibi yakar onun şiirleri, okurun genzini sızlatır. İçtendir çünkü bize içimizi gösterir. Bunu da yüreğimize çiçekli örtüler sererek yapar. Bir omuz boşluğuna denk getirir insanı, başını yaslatır. Ama hiçbir zaman karamsar kılmaz okurunu, çiçekler açtırır gönlünde, rengârenk reçeller dizer; kalbin her odacığı bir reçel rafına denk gelir. Şiirinin özgünlüğü bir yana dursun özüne özge olan bir kadındır o.

Didem Madak şiirlerinin, Albert Camus’nün deyimiyle “içimde, kendi kendimi seyretmek gibi garip bir his uyandı” lafzına uygun bir havası vardır. Okurken, seyreder mi insan kendini? O izlettirir işte. Cemil Meriç’in “okumak, iki ruh arasında âşıkane bir mülakattır” sözü en çok onun şiirlerini okurken yakışır. Birçok kırgınlığına denk gelebiliyor insan, Madak şiirlerinde; birçok tanıdığına rastlayabiliyor hatta. Evrensel duygulara ithafen yazılmış, sade hayatına acı kıvamda şık eserler sunmuş, sızlayan ağrılarını konu edinir şair. Onun şiirleri, sanki kürdilihicazkâr tadında. Öyle füsunlu, öyle de ince makamda.

Üstüne çok da bir şey söyleyemiyor ki insan.. Değerinin anlaşılması problemine yenik düştü ve erken gitti diye geçiriyor sadece -üzerine vazife olmadan. 41 yıllık hayatına, defteri kapanmayan üç ‘ince’ eser bırakır Didem Madak. 2001 yılında kaleme aldığı Grapon Kâğıtları isimli kitabı ödüle layık görülür. Akabinde 2002 yılında Ah'lar Ağacı’nı, 2007’de ise Pulbiber Mahallesi’ni edebiyatımıza kazandırır.

Her yaşanmışlığın ve her anın bir şiiri var bu kitaplarda. Klişe aşk şiirlerine yer yok mesela. Anne var, kardeş var, samimiyet var, gün yüzü görmemiş benzetmeler var. Bu da şiire konu olur mu, denilecek birçok şey mevcut. “Şiir şiir olalı böyle şiirsizlik görmemişti” der yazdıkları için. Bunların hiçbirinde kendine yabancılaşma unsuru yok. Biyografisini okumaya gerek bile duymaz okur. O, her şeyini şiirlerinde anlatır. Candan bir üslup takınır. Daha çok yazsaydı keşke, bu şiir genetiğinden edebiyatımız daha çok faydalanabilseydi...

İkinci Yeni şiir akımının ürünü olan dizelerinde sıkça benzetmeler ve tasvirler yer alır. Her şiirin hakkı, psikolojik tahlil soluğuyla verilir. O şiire ruhunu katmaz, bilfiil ruhuna şiir armağan eder.

Acının çeşit çeşit tarifini bulabiliriz, Didem Madak esintisinde. Acıda da anlam aramaya çalışır, belki Victor Frankl gibi: Şayet yaşamda amaç varsa acı ve ölümde de amaç olmalı. İşte onun acısının kemali de şiir olarak karşımıza çıkar.

Madak’a ait birkaç acı tarifelerini şu şekilde derleyebiliriz:

Ne tuhaf acıyla hiç konuşamamak.

Hiç acımıyormuşum gibi…
Acım uzakta kendini çekiyor Efendimiz

Acı çekmeyi öğrendiğimde ismimi de öğrendim

Sözlerin arasındaki boşlukta
Acı çekmemeyi öğrendim.

Edebiyatla annesi vasıtasıyla tanıştığını ve annesizliğinin onu şair yaptığından bahseder. Didem Madak, tarzını kendi deyimiyle şöyle açıklar: “Şiirlerim ütüsüz ve buruşuk gezdirdiğim ruhumun diyeti bence. Bu yüzden hepsi benden parçalarla dolu. Bu yüzden, biraz kadınsı, durup dururken bağıran şiirler.

Bir kadın penceresinden, bir anne gözünden ve bir kız çocuğunun nazlı iç sesinden okunur tüm bu yazılanlar. Erkek figürü de vardır ama pek yer verilmez. Daha çok ölüm ve özlem temalarının işlendiği, akımın bireyselcik fikrinin daha baskın örneklerinin verildiği, ilk eseri olan Grapon Kağıtları’nda şair, çocuk yaşta kaybettiği annesiyle ilgili şu dizelere sığınır:

Bazen ölmek istiyorum
Beni yeniden doğurman için

Annem öldüğünde ay dede içimde
Yüzlük bir ampul gibi parçalandı.

Çocuklar gibi ölmeyi bilmeden öldüm.

Dünyaya bile bir dünya anne lazım.

Yaşasaydın, hayatının ortasına
Güller yığan bir adam olsun isterdim babam.
Sen bir çocuk romanı annesi ol isterdim.

Erdem Bayazıt’ın “Ölümle tanıştıktan sonra anladım / sadece bir kimlik belgesi olduğunu yaşamanın" dizesinde bahsettiği duruma benzer bir hali Didem Madak da annesinin vefatıyla yaşar. Hayatın ona sunduğu alternatif acılar kişiliğinin gelişiminde daha farklı bir şair tarzı oluşturmasına neden olur. Öğrenir bazı gerçekleri ve büyük bir olgunlukla yazar:

Bilirsin işte Füsun gidişinden bu yana
Hüzün sektöründe bilfiil yirmi üç sene görev yaptım!
(Pulbiber Mahallesi)

Kimi gün öylesine yalnızdım
Derdimi annemin fotoğrafına anlattım.
Annem
Ki beyaz bir kadındır.
Ölüsünü şiirle yıkadım.
Bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz siz bayım
Öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım. 
(Ah’lar Ağacı\ Siz Aşktan N’anlarsınız Bayım)

Leyla Erbil’in Eski Sevgili isimli kitabındaki bir pasajı okurken Didem Madak’ı hatırladım; onu ve annesini hissettim şu sözler arasında: “Yaşarken ne sıkıntılar çekiyor insan bayan! O gitti, büsbütün mutsuz oldum; aradıklarımın tümünü bulmuşum onda meğerse-aradıklarım neydi bilmiyorum ama onda vardı- özellikle beni bırakıp gitmesi onda vardı.

Annesi Füsun Hanım’ın vefatından sonra babası, ikinci evliliğini yapar ve bu durumu Madak kabullenemez. Bize dizelerin anlattığı, babasına olan tepkisi ise şu şekilde tezahür eder:

Babam…
Çıkarılmış bir adam bütün fotoğraflardan.
Kader neydi sanki o zaman,
Masada açık unutulmuş
Turuncu kulaklı bir makastan başka…

Hayatın elini beline koymuş sinirli bir üvey anne gibi bizi azarladığını ve kardeşimle el ele tutuşup hayallerden balkonumuza sığındığımızı hatırlıyorum.

Bir çaresizlik neticesinde, Didem Madak kaçış yolu olarak evlenmeyi düşünür. İzmir’de Hukuk okurken evlenir, akabinde okulu bırakır ve sonra da boşanır. Kaçışını yine dizeler şöyle anlatır:

Ardımda kırık bir ayna
Üvey anneleri hayatımın.
Batsın diye güneşe tempo tutan o kız çocuğu…
Evden kaçışımın pembe spor ayakkabıları vardı.
Hüzün neydi sanki o zaman
Artık kullanılmayan dikiş makinası annemden kalma.

Son talihsizlikten sonra iyice yalnız kalan Madak için zor günler yine kendisini gösterir. Cahit Zarifoğlu’nun da demesi gibi “ve kimsemiz olmadan oturacağız, kıyısında ayrılığın” bir liman bulmaya çalışır. Kendini gerçekleştirdiği, şiirlerini yazdığı rutubet kokulu o bodrum katına taşınır. Kendisini nitelediği bazı sözleri; “çantasında sosyal fobi taşıyan bir avukat kadar mutsuzdum.

Zavallı kendim! Tasfiye edilmiş bir merkez komite üyesi gibisin.

Ah benim nergis kokulu cehaletim…

Yıllardır kendini bulutlarda saklayan İllegal bir yağmurum.

Çok fazla Ah dediği için okurdan özür dileyen Didem Madak, Ah’lar Ağacı isimli şiir kitabında şu sözleri içimize işler:

Sesimin tonunu emanet ettiğim Ahlat Ağacına…

Yağmur, çamurlu bir elbise dikiyor şehre
Sıkılıyoruz hepimiz bu çamurlu giysinin içinde.

Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan.
Binlerce yeşil gözü olan bir zeytin ağacı gibi,
Ve çok şey geçmiş gibi başımdan,
Ah.. dedim sonra
Ah!

İç ses, diye söylendim
Ve ah dedim sonra,
Böyle ah demeyi beli bükük bir ahlat ağacından öğrendim.

Ahlat ahların ağacıydı,
Yaşlanmaya başlayanların,
İtiraf edilememiş aşkların,
Evde kalmış kızların.
Ahlat ahların ağacıydı,
Cezayir nasıl cezaların ülkesiyse,
Öyleydi işte.

Yine Ah’lar Ağacı kitabında yer alan “Siz Aşktan N’alarsınız Bayım?” bölümünde, üç yıllık bir sürecin hayatını nasıl değiştirdiğini ve inzivaya çekildiği dönemi kapsadığını anlayabiliyoruz. Geçen üç yıl boyunca kayıplara karışıp, neler öğrendiğini anlatır. Bir arayış içerisinde olup dine nasıl yöneldiğinden ve tesettüre girdiğinden bahseder. Mısraların arasında sıkça ismine rastladığımız kardeşi Işıl, ablasının o zorlu dönemden inanarak kurtulduğunu söyler.

Allah’la samimi oldum geçen üç yıl boyunca

Yüzüme nur inmedi, yüzüm nura indi bayım
Gözyaşlarım bitse tesbih tanelerim vardı
Tesbih tanelerim bitse gözyaşlarım…
Saydım, insanın doksan dokuz tane yalnızlığı vardı.
Aşk diyorsunuz ya
Ben istemenin Allahını bilirim bayım!

Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Balkona yorgun çamaşırlar asmayı
Ki uçlarından çile damlardı.
….
Bir pardösüm bile oldu içinde kaybolduğum.
İnsan kaybolmayı ister mi?
Ben işte istedim bayım.
Uzaklara gittim
Uzaklar sana gelmez, sen uzaklara gidersin
Uzaklar seni ister, bak uzaklar da aşktan anlar bayım!

Bu dizeler arasında 'uzun yola çıkmaya hüküm giyen' şair İsmet Özel'i ve şiirini anımsıyor okur, ister istemez:

Uzak nedir?
Kendisinin bile ücrasında yaşayan benim için
Gidecek yer ne kadar uzak olabilir?

Ben işte miraç gecelerinde
Bir peygamberin kanatlarında teselli aradım,
Birlikte yere inebileceğim bir dost aradım,
Uyuyan ve acılı yüzünde kardeşimin
Bir şiir aradım.

Tebdil-i mekân ferahlığını dileyerek İstanbul’a taşınır, pek sonra. Yeni bir hayat kurar, Timur Bey ile evlenir ve annesinin adını verdiği kızı Füsun doğar. “İsminden ismimle doğduğuma inanıyorum” der kızına. Bir yazısında;

“Canım kızım, cehaletimden şair oldum…
Annesizlikten.
Sen sakın şair olma!”

Kızını da kendi gibi annesiz bırakmak istemez; kim ister ki? Ama makûs talih onu da annesiyle aynı hastalığa yakalatır ve küçük Füsun üç yaşındayken annesini kaybeder. O da annesizliğini kızına miras olarak bırakır. Şairin arkadaşı Müjde Bilir, “hem şiirin başını okşarsam, sanki Didem hiçbir yere gitmeyecekti…” der büyük bir elem duyarak.

Vasiyetini de yine şiir vasıtasıyla aktarmıştır, Didem Madak.

Vasiyetimdir:
Dalgınlığınıza gelmek istiyorum
Ve kaybolmak o dalgınlıkta.

Vasiyetimdir:
En güçlülerinden seçilsin
Beni taşıyacak olanlar.
Ahtım olsun,
Yükleri ağırlaşsın diye iyice,
Tabutumun içinde tepineceğim.
Vasiyetimdir:
Bin ahımın hakkı toprağa kalsın… 
(Ah’lar Ağacı)

O kadar yerinde ve mantıklı benzetmeleri vardır ki, bunları şiirinde ustaca kullanır. Madak’ın şiirlerini süsleyen de budur. Ağdalı üsluptan uzak, günlük dille kurduğu cümleler kaç yüreği acısından nasiplendirmiştir...

Ah’lar Ağacı’ndan derlenen bazı benzetmeleri:

Kalbi kalpazanlıktan kırk sene yatmış çıkmış bir adamdı.
Heceleme beni artık Allah’ım
Bırak okunaksız kalayım

Fırtınada ters çevrilen şemsiyelere benzerdi
Duaya açılan avuçlarım
Avuçlarıma kar yağardı
Kimi zaman tipi…
Kaç kere avuçlarımda mahsur kaldım.

Ölülerin anlattığı hikâyeler
İnşirah suresi gibi insanı ayartır.
Kırmızı günleriyim ben takvimlerin
Okullar tatil oluyor ben söz konusu olduğumda

Beni tasfiye ve tavsiye arasındaki karışıklıkta
Müsait bir yerde bırak sevgilim.
Hem otuzumu geçtim azıcık
Gerisini ben yürürüm artık.

Şairin en çok metafor kullandığı şiir kitabı olan Pulbiber Mahallesi’ndeki benzetmelerden bazıları da şunlardır:

Yanlış da olsa fiiller için çekici bir kadınım

Bütün gün esneyerek pencerede oturup,
Boing bilmem kaçı ile pike yapıp duran yaşlı pilotla kesiştiğimi
Gülveren bayanlar cemiyetinden ihraç edildiğimi,
Elmasoyanlara kabul bile edilmediğimi
Hepsini, hepsini anlatacaktım.

İadeli taahhütlü erişim sistemlerini kullanıyordum
Ruhumla lavlar arasında.
Bilirdim bazı sözler var içeride.

Ağlamayan kadına teşvik fonundan kredi vermiyorlardı bile

Zincirleme cinayet tamlaması olmuştuk.
Biri olsun şiirinin kadını olamaz mıydı?
Serhat haddimiz değildir, ilk aşkımızın adıdır…
Göz görmeyince gönül katlanırdı insanlığa doğru.
Anısı olan yüzüğü
ancak şiir takabilirdi tombul dize parmaklarına
Bir tek senin şiirin bu yüzden son dizesiz kaldı.

Sen yanımda olmadığından
Teyelliyorum ruhumu hicranıma.

Teşbih ve teşhis sanatlarının kullanıldığı, daha çok kalp ve çocuklukla ilgili duygu ve görüşlerine yer verdiği Grapon Kağıtları isimli kitabından alıntılan birtakım benzetmeler de şu şekildedir:

Kalbim sanırım büyüyünce
Sokaklarda ağlayan biri olacak

Çocuk oldum sonra ağladım, yağmur bile beni ayıpladı.
Yüzüme bir daha çiçekli masa örtüleri sermeyeceğim.

Başörtülü bir anne olarak bekliyorum,
Ruhumun şark hizmetinden dönüşünü

Şiir ve şaire dair düşünceleri de kitaplarında şöyle karşımıza çıkar:

Pulbiber Mahallesi’nden alıntılar:
Bir başkası sanıp şiir yazıyordum.
Bir aydınlanma ruhu içinde felaket yalnızdık.

Didem Madak kangurular gibi şiirlerini karnında taşır
Göbek deliğime basarak kapatıyorum şiiri.

Çünkü sahibini görmediği sesleri şiir sanır insan.

Ah’lar Ağacı’ndan alıntı:

Kim bir şairi kırsa
Şair gider uzun bir dizeyi kırar mesela

Grapon Kağıtları’ndan alıntı:

Yoksa şu sızıyı
Sobası tüten evin şiirinde mi saklasam?

Kara sürmeler çekerdim gözlerime
İzinliydim nasıl olsa dezavantajı bol şiirler yazmaya

Kalple ilgili yürek burkan sözleri:
Kalbim neden isli bir şehir?
Kalbim! Neden ben?

Neden sen böyle çocukluk resmiydin kalbim?

Bana birkaç hayati meseleyi ödünç ver kalbim
Görüş günlerinde seninle konuşabilmem için.

Bir mektup falan yazsam sana…
Kalbine mektup yazamıyor insan

Aşkın kanununu tahsil etmiştim kalbimin en doğusunda
İçimde yağmur duasına çıkmış birkaç köy
Birkaç köy sular altında.

Didem Madak’ın yazdıkları bunlardan ibaret, yalnızca. Asıl acı, böyle şiir yürekli bir kadının bu kadar az ama niteliğine doyulamayan türde eserler bırakarak, aramızdan erken ayrılmasıdır. Neyse ki, Nietzsche’nin de dediği gibi “ölümün son iyiliği vardır; o da bir daha ölümü meydana getirmemesidir.”. Umarım, kızı Füsun’a da şiirinden bir genetik kod bırakmıştır. Yoksa onun yokluğunda, neye şiir diyorsak o, hep biraz eksik kalacak.

Kaç metredir benim yokluğum?
Benden daha çok var sanmıştım.
Benim yokluğumdan dünyaya
Bir elbise çıkar sanmıştım.

Yokluğundan gönlümüzün payına, bir şiir bile tam anlamıyla düşmüyor.

Betül Uludoğan
twitter.com/_naze_nin

3 Nisan 2012 Salı

Ümitvarolanlara

Didem Madak, benim ayna niyetine okuduğum şairlerden. Satır aralarında hiç zorluk çekmeden, bir tereyağının üstünde kayak yapar gibi dolaşıyor, onun kaleminden pul pul dökülen şiirleri her okuduğumda çok ayrı gezegenlere göç ediyorum. Pulbiber Mahallesi’nde 90 sayfacığa kocaman bir kızın kalbini sığdıran Madak, sanki benim için seçip dans ettiriyor tüm kelimeleri diyorum, okuyup da büyülenmemek mümkün değil..

Bu hafta bekleyişlerle, sessizlikle, uykusuzlukla geçen, kahve kokularının özlem buğularına karıştığı bir haftaydı benim için. Ruh halime yoldaş oldu Pulbiber Mahallesi.. Anlatmadan geçemezdim "Şiir şiir olalı böyle şiirsizlik görmemişti.." diye sessiz sessiz inleyen bu kadını..

Pulbiber Mahallesi’ne müptela olduğum ilk zamanlardı, kitabı otobüste bile yanımdan ayırmıyor olmam annemin dikkatini çekmişti ki, merak edip birkaç soru sordu bana bu incecik ve bir o kadar sırlı kitapta ne bulduğum hakkında. Durur muyum, hemen içinden beni derinden etkileyen bir iki şiiri anneme okudum. "Şiir ithafkarı oldum" kendi kendime.. Derin bir iç çekerek söylediği tek şey "Çok.. yoğun kelimeler bunlar kızım.."dı.

Evet, dedim. Ama varsın yoğun olsun, zaten hayatı öyle yüzeysel yaşıyoruz ki. Ne çabuk büyüdük farkında mısın? Büyü mü yaptılar bize? Eğer gerçekten, hayat bu kadar keskin bir belirsizlikle sunulmak zorundaysa huzurlarımıza, bu rüzgara karşı ancak bunları okuyarak durabiliriz, ve o huzuru ancak bu kadar derin satırlarda bulabiliriz, dedim.

Kitapla her göz göze gelişimde "İyi ki yazmışsın be Didem abla.." diye heveslenerek elime alıp birkaç sayfa çevirmemle beraber, karşıma "Bu kitap, ısrar üzerine yazılmıştır.." cümlesinin çıkıyor ve ucu yanık iç çekişler gelip oturuyor gülüşümün tüm kıvrımlarına.. Ne yani, ısrar edilmese okuyamayacak mıydım hiç, şairin Pulbiber Mahallesi’nden Füsun’a "Kelimelerin tadına bakıyorum. Zehrinden korktuğum acı kelimeler yutuyorum yanlışlıkla.." diye sitem ettiği "Büyümüş Çocuk Şiiri"ni mesela? Ya da konuşamayacak mıydım hiç Leman’la, Bay Keltoş’la, Burcu’yla, mahallenin albino kedileri Miss Marple ve Zeyna’yla..

"Bu son derece acıklı durum için ne yapabiliriz Zeyna?
Elleri Titreyen Türkan Şoray için ne yapabiliriz?
Leğende çırpınıp duran balıklar için?
Ay böyle tencere kapağı gibi yuvarlanırken sokakta
Ortalığa çeki düzen verecek bir kadın lazım
Önce acısını almak,
Şerit şerit soymak, sonra bekletmek biraz tuzlu suda..
Kara sularını akıtmak lazım.
Bunlar bizim tariflerimiz, mahallemizin
Kim koklasa hayat pişirmiş bu kızları der.
Dünyaya bir kadının eli değse Zeyna!
Şöyle ağır bir halı gibi çırpılsa
Tozlar havalansa.."

Dünyanın değişmesini umut ederken bile dünyamı değiştiren bu şiir kitabı, senin de cümlelerin o ayrı havasından fark ettiğin gibi, bildiğimiz şiir kitaplarından ‘biraz’ farklı. Her kelimenin ayrı ayrı ruhu var bu kitapta, her kelime ayrı ayrı oklarla saplanıyor yüreğinin tam onikisine. Herkesin kaldıracağı, herkesin ilk okuyuşta anlayacağı sözcükler seçmemiş Madak. İçinden hüzün yüklü trenler geçmeyen, gökyüzüne ve havalanan kuşlara uzun uzun bakamayan, kedilere ekmek kırıntıları verirken gülümseyemeyen birinin hoşuna gitmeyecektir bu kitap. Zaten ithafta da bariz bir şekilde muhatabına seslenmiş şair: "Ümitvarolanlara" diyerek. Ve mahalleye dahil etmiş acısı büyük olanları, dilinde tutuklama olup da o pası şiirle ovan tüm çocukları, yaşlıları, erkekleri, kızları..

Hilal Yıldırım
twitter.com/caydemleyelim