Onlar Daha Çocuktu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Onlar Daha Çocuktu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Ekim 2019 Çarşamba

Kendi çocuklarını yiyen devrimler ve acı deneyimler

Şiddetin, kaba gücün, otoritenin kutsandığı bir toplumsal yapımız var. Eleştirinin,sorgulamanın olmadığı ve bunların hoş karşılanmadığı bir yapı… Ezberlerle yaşayan ve ezberlerinin bozulmasından korkan kurumsal yapılar ve kitleler… Demokrasi, insan hakları, çoğulculuk, çocuk hakları, hukuk herkesin ağzında sakız ama o herkes eline geçirdiği ilk fırsatta insanlığın bu değerlerini darmadağın ediyor. Sivil toplum kuruluşları, sendikalar, dernekler, legal veya illegal farketmiyor her yapının değiştirilemez amentüler mevcut. İnsan elinden çıkma kurumlar, örgütler, oluşumlar dinsel bir havaya bürünerek üyelerini, bağlılarını âdeta bir kul olarak görüyor. Sonuna kadar, sorunsuz itaat…

Çocukların çocuk, gençlerin genç, yaşlıların yaşlı olamadığı bir hayatın içindeyiz. Çocuklarımız birden bire büyüyebiliyor… yaşamaktan, yaşatmaktan daha çok ölümü kutsuyoruz. Hiç yaşayamamış insanların ölümlerinden tuhaf bir haz alıyoruz. Yaşamak ne kadar anlamsızlaşıyorsa ölüm de o denli anlamsızlaşıyor. Sert, asık suratlı mesleki ve bürokratik anlayış toplumun bütün hücrelerine sirayet ediyor. Düzene, sisteme muhalif olarak ortaya çıkan hareketler yapılar bu sertliği asık suratlılığı ortadan kaldırmıyor. İnsanlara bu mevcuttan başka paradigmaların olduğunu ve olabileceğini göstermiyor. Devletin sertliğini, tahammülsüzlüğünü, kıyıcılığını eleştiren, buna savaş açan örgütler ne yazık ki daha kıyıcı ve acımasız olabiliyor. Muhalefetin sonsuzca var olanı doğurduğu bir ortamda statüko daha çok güçleniyor, alternatifsiz hale geliyor.

Son zamanlarda okuduğum Aytekin Yılmaz’a ait Onlar Daha Çocuktu kitabı yukarıdaki düşüncelerimi daha da pekiştirdi. Sayfas sayısı az boyutu küçük bir kitap âdeta 40-50 yılın özeti gibi. Kitabı okumaya başladığımda sarsıldım. İsmet Özel diyor ya: “İnsan hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır.”. Kitabı okuduğumda kulak kesildiğimiz, içinde kaybolup gittiğimiz dünyanın dışında çok acı, kırık dökük nice hikâyelerin olduğu dünyayı gördüm. Aşırı sol örgütler örgütler tarafından çocuk yaşta savaşmaya mecbur bırakılan, dağda yada hapishanede örgüt yetkililerinin infaz kararlarıyla kurban edilmiş çocukların hikâyesi… Devrim, özgürlük, sosyalizm hayalleriyle örgütlerin devşirdiği, ellerine silah tutuşturup ön saflara sürdüğü, büyük adam muamelesi yaparak hırslarına, öfkelerine kurban verdikleri çocukların yürek burkan, gönül dağlayan hayatları. Ya da hayatsızlığa mahkum çocuklar…

Ulucanlar Hapishanesinde örgüt tarafından infaz edilen Ulaş Şahintürk, Adana’dan gelip PKK’ya katılan Dilşa, dağda hamile kalınca infaz edilen Perinaz, örgüt tarafından itirafçı oldu diye hapishane ranzasına kafası vurula vurula öldürülen Baran, Bayrampaşa Cezaevi'nde Çetin ile Metin, Barış… Bu çocukların çok acı bir talihleri ve sonları var. Dağlarda büyüklerin bile dayanamadığı zor şartlarda üşüyen, evini özleyen, hayal kuramayan çocuklar… Örgüt hücrelerinde nefretle doldurulan çocuklar… Hapishanelerde örgütün geleceğine kurban verilen ve hain diye yaftalanan çocuklar… 12-13-14-15 yaşındakiler…

Yaşam Hikâyem Bana Fazla Büyük” adlı yazıda Metin Şavaş‘ın trajedisine tanık oluyoruz. Sürekli okuyan, tartışan, sorgulayan ve hapiste örgüt abilerini sorduğu sorularla rahatsız eden Metin… hapishanede yoldaşları tarafından korkunç bir yalnızlığa mahkum edilir. Kimse konuşmaz, kimseyle konuşamaz. Psikolojisi alt üst olur. hapishanede herkesin rol yaptığını görür. O gerçeği görür ama diğerleri ona kafayı yemiş gözüyle bakar. İdareden aldığı çarşafı yırtarak ip örmeye başlar Metin. En sonunda da kendi ördüğü iple intihar eder. örgüt büyükleri her şeyin farkındadır aslında. onlar zaten Onun ölmesini isterler.

Kendisi de uzun yıllar hapis yatan Aytekin Yılmaz bu çocukların hikâyelerine uzun uğraşlar sonucu ulaşır. Bir çoğunu da içeride tanımıştır zaten. Evet DHKP-C’si PKK’sı ve benzeri aşırı örgütlerin propagandalarıyla örgütler katılan bu çocuklar yakalandıklarında emniyette yada jandarmada yapılan muamelelere dayanamayarak konuşurlar. Zor şartlar altındaki ifadelerinde olan biteni anlatırlar. Nihayetinde çocuk hepsi. Bunlar hapishaneler gönderildiklerinde mensubu bulundukları örgüt üyelerinin koğuşlarına verilirler. Burada bu çocuklar asıl gerçeklerle karşılaşırlar. Devrim, özgürlük hayalleri örgütlerin hapishane kurallarının sert duvarına çarpar. İtirafçı olarak örgütler bunları kendi içinde yargılarlar. Ranza hapsi, yalıtılma, kimseyle konuşturulmama ve infaz… Örgütler bunlara çocuk gözüyle bakmaz. Bunların emniyette çözülmesi örgütün itibarını zedeler. Onun için bu itirafçılar infaz edilir. Hapishanelerde örgüt mahkemeleri kurulur. Kiminin başına poşet geçirilerek boğulur kimi bir kaşık suda… Yani devletin zulmünü bahane ederek örgüt kuran, halkını özgürleştireceğini vadeden bu yapılar kendi çocuklarına acımadan kıyar. Hem de hiçbir eleştir ve yorum kabul etmeden. Hatta örgütlerde çözülmelerin yoğun olduğu dönemlerde örgüt içi infazlar artıyor.

Onlar Daha Çocuktu, hapishane ortamını görmüş yazarın gerçeklerde yola çıkarak hazırladığı bir kitap. Kurgu ya da abartı yok. Gerçekler dizilerde, sinemalarda izlediğimiz gibi değil. Hatta örgüte sempati duyan bu çocuklar okudukları kitapların, izledikleri filmlerin etkisiyle örgütlere katılıyorlar ama gerçeklerle dağda ve hapishanelerde karşılaşıyorlar. Bizzat gerçekle. Özgürlük romantizmini bizzat örgütlerin yok ettiği gerçeklik… Munzur kod adlı Barış I. Hapishanede sürekli “Şu dağlarda bir yalan olsaydım” diyerek bu trajediyi anlatmış aslında.

Kitaptaki “Che Guevara ve devrimci şiddet” meselesi yazısı da özellikle okunmalı. İnsanların romantik devrimci olarak idolleştirdiği Che alıştığımız formatın dışında değerlendiriliyor. “Eğer “devrimci şiddet” ve “gerilla savaş”larına dokunmak istiyorsanız bunun sembol olmuş ismi Che Guevara’ya da dokunmak zorundasınız. Dünyada ve Türkiye’de solun tabusu olmaya devam ediyor.”

Kitapta bahsini ettiğimiz yaralayıcı hayatların yanında yazarın kitabın sonlarında yazdığı makaleler de ayrıca önemli. Değerlendirilmesi gerek. “Her Devrim Kendi Çocuklarını Yer”, “Çocukları Üşüten O Soğuk Dağ” makaleleri silahlı mücadeleyle ilgili farklı bir perspektif ortaya koyuyor. Düzene muhalif olarak ortaya çıkan ama daha acımasız olan, sürekli hain yaratan, kendi gibi düşünmeyenleri acımasızca susturan, soğuk savaş döneminden kalmış örgütçülük mantalitesinin değişmesini istiyor. Dünya genelinde stratejilerini değiştiren örgütler gibi Türkiye’deki muhalif örgütlerin kendini sorgulaması gerektiğine işaret ediyor. Yılmaz, tarih boyunca kendi çocuklarını yiyen kanlı devrimlerin ve acı deneyimleri aşılarak kendi çocuklarını yemeyen şiddetsiz/kansız devrimlerin umudunu taşıyor.

Muaz Ergü