"O eski hâlimden eser yok şimdi."
- İbrahim Tatlıses, Yalnızım
"I'm not half the man i used to be."
- The Beatles, Yesterday
Bazı kitaplar böyle. Müziği içinden hiç eksik etmiyor. Belki de kelamının tertemizliği bundan geliyor, notalardan. Nurdal Durmuş'un kitabı Hiç Sesler, kışa veda edip bahara selâm verir gibi. Sitemle başlıyor, umutla bitiyor. Başlarken bitmekten söz ettim, o halde şöyle devam edeyim: İnsanoğlu (yoksa modern insan mı demeli?) bir şeylere başlarken, biteceğini hiç düşünmediğinden olsa gerek vefayı, tahammülü, sabrı, sükunu ve zahmeti bir köşeye atıyor. Ânın tadını çıkarma bahanesiyle hassasiyet gözetmiyor, derinlikten uzak yaşıyor, ona seslenilen hiçbir yere kulağını vermiyor, dilini tamahkâr kullanıyor. Demek ki bir yerlerde hata var, yanlışlık var, pişmanlık var. Yazar tüm bunları sorgularken aslında "hiç"e uzandığını biliyor, anlatıyor. "Hiç yoktan söyleyeyim de" diyor, "belki bi' dinleyen olur"...
Birçok türü içinde barındıran kitaplarda, üslup çok önemli bir hâl alıyor. Hiç Sesler'in içinde ben öykü de buldum, araştırma da buldum, deneme de buldum. Ama en önemlisi kendimden bir ses buldum. Sanırım okuyucuyu da en çok etkileyen şey bu. Aynı etkiyi Ali Çolak'ta da sık sık yakalamışımdır, kendimden bir ses. Nitekim kitabın henüz başında olmasına rağmen şöyle diyor yazar:
"Bu kitaba başladıysanız ve hala bu satırları okuduğunuza göre beraber nefes alıp verebiliyoruz. O halde kaybetmeyi umursamayarak kazanmayı becereceğiz!.. Merhaba Sen + Ben = Biz ve Hayat!"
Yazarla bir olmak, bir düşünmek, aynı sesi çıkarmak hiçliğe. Sonra o sesin içinde kendinden bir nota bulmak:
"Utançları olan bir adam olmadığını bil! Sadece sakladığı sırları ve yalanları olan bir adam olmadığımı da... Düşündüğün her neyse, o duygudan hep daha fazlası olduğumu da bil!"
Mesela "acının çokluğunda" aynı şeyi düşünmek:
"...Çünkü hikâyesi olmayan insan mutlu insandır. Türk insanının genel mutsuzluk durumuysa "çok fazla acı" hikâyesi olmasından kaynaklanmaktadır."
Mesela "Pinokyo'nun sahteliğinde" aynı şeyi hissetmek:
"Yalan söyleyince burnu uzar diyen yalancılarınki gibi burnu uzamıyor. Üstelik tahtadan... Bir ceset gibi duruyor avuçlarımda. Bir oyuncağa yakışmayacak kadar renksiz ve soyut. Bir çocuğu ağlatacak kadar ürkünç ve ruhsuz. Hangi çocuk Pinokyo'yu sever bilmem? Zaten çocukluğumu yaşamak istediğimde çok büyümüştüm. Bu yüzden ben sevemedim."
Mesela "Cumartesilere yüklenen anlamda" aynı şeyi yaşamak:
"Kimse bana böyle ol, böyle yaşa, böyle git, böyle söyle, böyle davran, böyle yürü, böyle sev, böyle bak, böyle gülümse dememeli. En fazla "böyle" nediri bildiğimde öğrettikleri şeyler yönümü tayin edebilir nitelikle olmalı hepsi bu. Büyürken "böyledir"i öğretmeyenlerin büyüyünce "böyle" yapacaksın demesi ne tuhaf!"
Nurdal Durmuş'un kitabında "Türk sesini, sözünü" bulmak mümkün. Çünkü her zaman ve her yerde çağın zulmüne kafa yoruyor, kafa tutuyor. Nefes alıp verişinde bir kıymet arıyor. Neyi kaybettiğini hatırlıyor, toparlanıyor ve asla gitmiyor.
"Kahretsin, bütün güzel şeyleri yok ediyorlar! Tamam, biliyorum dünyanın son sözünü kıyamet söyleyecek anne! Ama insanın, insanlık için söyleyeceği son bir söz yok mu?"
Editörlüğünü Nergihan Yeşilyurt'un yaptığı Hiç Sesler, Nurdal Durmuş'un bize içinde nice yazarları, kitapları ve müzikleri her zaman bahar umuduyla aktarmaya gayret ettiği bir sesler bütünü. Dinleyip kendimize yeni sözler verme ümidi barındırıyor...
Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler
Nurdal Durmuş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nurdal Durmuş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
10 Mart 2014 Pazartesi
19 Kasım 2013 Salı
Hiç kimselerin hikâyesi
Nurdal Durmuş’un “Hiç Sesler” kitabı kasım ayının üçüncü haftasından itibaren raflardaki yerini alıyor. Hem kitabın tüm aşamalarına şahitlik etmiş biri olarak, yanlı birkaç kelam etmek isterim. Çünkü bir yazını sevdiysek zaten oradan bize ilham olunan bir hakikat kırıntısının yandaşı da olmuşuzdur.
“Yazmak, aslında bilmenin değerini başkalarına ulaştırmak için ortaya konulmuş ve hiçbir zaman aşılamayacak büyük bir icattı.”
(Önsöz’den)
“Hiç Sesler”, dostun dostla yankılanışı ile açılıyor… Nurdal Durmuş’un “Hiç Sesler”ini, Gökhan Şimşek’in kaleme aldığı önsöz yazısı ile yahut diğer bir değişle “Hiç Kimselerin Hikâyesi”yle görüyoruz önce. Bu ön gösterim ile bir insanın yaşamak parçalarına hazırlanıyor okuyucu. Kendinin aynadaki siretine…
İnsanın yaşamak macerası parçalardan müteşekkilken ve her bir parçası, bir başkasının alakalı-alakasız herhangi bir parçasına değiyorken bir bütün anlatıdan bahsetmek mümkün müdür? Hiç kimseliğe hangi yalın tecrübeden geçiyor yazar, nasıl bütün sesleri Hiç’likle bir kılıyor. Bu, bilinçsiz tecrübenin yazmakla bilinçlendiği, yeşerdiği, göğerdiği sayfalar boyunca pek çok sesin çokluktan Hiç’lik bardağına boşaldığına şahit oluyoruz…
Bilinçsiz tecrüben kasıt, misal böyle bir hakikati söyleten kudretler bütünüdür:
“Nuh son anda bileğimi kavrıyor:
- Çok dünya yutmuşsun! Ama oldu işte. Kurtuldun!”
(Hiç Sesler’den)
Kalbin bin bir gözden oluşan varlığını, insanî olanla hayretle doldurmaktır:
“Ayrıca sen bilmezsin sevgilim: Ben senin ardından çocuk parkının yanındaki çocuk mezarları içinde çok ağladım.”
Belki de deneme türünün tüm nankörlüğü; insanı bir kış günü, hızlı akan bir ırmağa hem susuzken hem de üşürken sokması… Nurdal Durmuş, ikinci kitabı olan “Hiç Sesler” ile aslında sesini gayet yükselterek ruhumuzu titretmeye kaldığı yerden devam ediyor. Tanıklığına, rahatsızlığına, mutluluk ve endişesine kendi yansımamızdan şahit ediyor bizi.
İlk kitabı “Hayata Başlık Atamadım” ile başlayan yazma-okuma serüveni, dünyayı gezdikçe ve aslında dünyadan geçtikçe artarak öyle hiçleşiyor ki -sanırım- bütün seslerin intiharına dönüşüyor. Hakikat karşısındaki suskunluğumuza gönderme mi yoksa dedirtiyor bize misal “Her şeyden önce insandım, unuttum” diyerek…
“Geçen sadece zamanmış meğer geçmeyen her şey” derken yaralarımıza doğru gidiyor parmaklarımız.
Kısaca, bir şahit -Nurdal Durmuş- bir başka şahide hiç seslerden bir bohça sunuyor… Deneme raflarında… Orada burada… Okumak isterseniz…
Okumak isterseniz, seslerden kalkar aramızdan, tüm cevaplar aslında her gün okuduğumuz Kâinat kitabında.
Nergihan Yeşilyurt
twitter.com/nergihan
“Yazmak, aslında bilmenin değerini başkalarına ulaştırmak için ortaya konulmuş ve hiçbir zaman aşılamayacak büyük bir icattı.”
(Önsöz’den)
“Hiç Sesler”, dostun dostla yankılanışı ile açılıyor… Nurdal Durmuş’un “Hiç Sesler”ini, Gökhan Şimşek’in kaleme aldığı önsöz yazısı ile yahut diğer bir değişle “Hiç Kimselerin Hikâyesi”yle görüyoruz önce. Bu ön gösterim ile bir insanın yaşamak parçalarına hazırlanıyor okuyucu. Kendinin aynadaki siretine…
İnsanın yaşamak macerası parçalardan müteşekkilken ve her bir parçası, bir başkasının alakalı-alakasız herhangi bir parçasına değiyorken bir bütün anlatıdan bahsetmek mümkün müdür? Hiç kimseliğe hangi yalın tecrübeden geçiyor yazar, nasıl bütün sesleri Hiç’likle bir kılıyor. Bu, bilinçsiz tecrübenin yazmakla bilinçlendiği, yeşerdiği, göğerdiği sayfalar boyunca pek çok sesin çokluktan Hiç’lik bardağına boşaldığına şahit oluyoruz…
Bilinçsiz tecrüben kasıt, misal böyle bir hakikati söyleten kudretler bütünüdür:
“Nuh son anda bileğimi kavrıyor:
- Çok dünya yutmuşsun! Ama oldu işte. Kurtuldun!”
(Hiç Sesler’den)
Kalbin bin bir gözden oluşan varlığını, insanî olanla hayretle doldurmaktır:
“Ayrıca sen bilmezsin sevgilim: Ben senin ardından çocuk parkının yanındaki çocuk mezarları içinde çok ağladım.”
Belki de deneme türünün tüm nankörlüğü; insanı bir kış günü, hızlı akan bir ırmağa hem susuzken hem de üşürken sokması… Nurdal Durmuş, ikinci kitabı olan “Hiç Sesler” ile aslında sesini gayet yükselterek ruhumuzu titretmeye kaldığı yerden devam ediyor. Tanıklığına, rahatsızlığına, mutluluk ve endişesine kendi yansımamızdan şahit ediyor bizi.
İlk kitabı “Hayata Başlık Atamadım” ile başlayan yazma-okuma serüveni, dünyayı gezdikçe ve aslında dünyadan geçtikçe artarak öyle hiçleşiyor ki -sanırım- bütün seslerin intiharına dönüşüyor. Hakikat karşısındaki suskunluğumuza gönderme mi yoksa dedirtiyor bize misal “Her şeyden önce insandım, unuttum” diyerek…
“Geçen sadece zamanmış meğer geçmeyen her şey” derken yaralarımıza doğru gidiyor parmaklarımız.
Kısaca, bir şahit -Nurdal Durmuş- bir başka şahide hiç seslerden bir bohça sunuyor… Deneme raflarında… Orada burada… Okumak isterseniz…
Okumak isterseniz, seslerden kalkar aramızdan, tüm cevaplar aslında her gün okuduğumuz Kâinat kitabında.
Nergihan Yeşilyurt
twitter.com/nergihan
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)