Vahdet-i vücûd denince akla gelen ilk isim Şeyhül Ekber İbn-i Arabi’dir. Ancak Vahdet-i vücûd anlatan ilk isim değildir, ilk kez düşünce sistemi olarak kuran isimdir. Aynı zamanda mezhep kurucusu da olan, asırlardır İslam âleminin saygı duyduğu âlim İmam Gazzâlî de Vahdet-i vücûd anlayışına sahiptir ve İbn-i Arabi’den önce anlatmıştır. Ancak o da tıpkı İbn-i Arabi gibi “Vahdet-i vücûd” tabirini eserlerinde kullanmamış, ancak ne olduğunu, sahip olduğu düşünceyi ve inancı detaylı anlatmıştır. Birisinin sorusu üzerine yazdığı eser Mişkâtü'l-Envâr bu düşüncenin anlatımından ibarettir. “Allah göklerin ve yerin nurudur” ayetinin bir tefsiri de denebilir. Nitekim Vahdet-i vücûd esasında Kur’ani bir yorumdur, kaynağı ayet ve hadislerdir, elbette görebilene!
İmam Gazzâlî’ye göre birtakım sufiler varlığını birliğini keşfetmişlerdir. Bunlardan bir kısmı deneysel yolla keşfetmiş, bir kısmı ile hal ile keşfetmiştir. Gazzâlî ilk kısma yönelik ayrıntılı bilgi vermez, ikinci kısımla ilgilenir. Gazzâlî’ye göre ikinci kısımdaki sufilerin durumu, akıllarının başlarından gitmesi ve kendi varlıklarının bilincini kaybetmeleridir. O durumdaki insanlar varlıklarını hissetmiyorlar, akıllarını kaybediyorlardı. Bu hal geçiciydi. Tekrar bilinç sahibi oluyorlar, halden çıkıyorlardı. Burada konu çetrefilleşiyordu. Çünkü hiç yaşanmamış olsa zaten birlikten söz edilmeyecektir. Sürekli yaşanılan bir hal olsa birlik devam edecek, söz etme ihtiyacı hissedilmeyecektir. Ancak birlik yaşanmıştır ve devamında ayrılık hakim olmuş, yeniden ikilik meydana getirilmiştir. Öyleyse bu paradoksal durumu, aklın kaybediliş halini anlatmak için de yine ona benzer bir dil kurulması zorunludur. İmam Gazzâlî de bu yüzden İbn-i Arabi gibi metaforlar kullanır. İmam Gazzâlî, Mişkâtü'l-Envâr kitabında vahdeti nur üzerinden anlatır.
İmam Gazzâlî'ye göre varlık, Allah’tır. Burası mecaz çukurudur. Arifler, hakikat yolcuğunu tamamladığında Allah’tan başka varlık olmadığını görmüşlerdir. Bazıları bu noktada cezbeye gelmiş, “En’el Hakk”, “sübhanım, şanım ne yücedir” gibi de lafızlar etmişlerdir. Allah göklerin ve yerin nurudur ayetinden de anlaşılacağı gibi, gökler ve yer nurdur, dolayısıyla arasındakiler de, tabi olarak kainat da... Ayette o nur, Allah’tır buyuruluyor. Demek ki aslolan nur, Allah; yer ve göklerdeki nur da Allah’tan gelen nur. Mecazi nur. Her şeyin vechi o halde Allah’a yönelmiştir. Çünkü nurunu Allah’tan almıştır. Hakikatte varlık Allah, mahlukat tecelligahtır, nurun tecellihagı. Allah’ın Zatı asla bilinemeyeceğine göre; Allah nurunu isimlerine ve sıfatlarına yüklemiştir. Hakikatte her şey Hakk’tır. Görüntüler, mecazdır. Görüntüler, hüviyetini nurdan kazanır, nur yok olduğunda görüntüler yok olmaya mahkumdur. Ayetten de anlaşılacağı üzere nur da Allah’tır. Ve Allah tektir, ortağı yoktur. Doğal olarak kesrette vahdet, vahdette de kesret yoktur. Bu yüzden evliyaullah “hiçbir şey görmedim ki, ondan önce Allah’ı görmüş olayım” buyurdu.
Eşrefoğlu Rumî Hazretleri buyurmuştu: “Benem daim-ü baki, göründüm sureta insan.”
Ya da “ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm!”
Yasin Taçar
twitter.com/muharrirbey_