Marie-Henri Beyle Stendhal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Marie-Henri Beyle Stendhal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Haziran 2020 Çarşamba

Soyluluğa değil meziyete saygı

Savaşların belki de tek olumlu yanı, insanın hem kendi ruh dehlizlerini hem de içinde yaşadığı toplumun ruh durumunu keşfetmeye imkân sunması. Galibiyetlerin ve mağlubiyetlerin çok ötesinde bir keşif bu. Geri çekilişler, pusular, siperler, kurşun yağmurları, donmalar, ezilmeler, açlık, sefalet...

23 Ocak 1783’te Fransa’nın Grenoble şehrinde doğan Stendhal, ömrü zorluklarla geçmiş bir yazar. Yedi yaşında annesini kaybetmesi ve ardından halasıyla yaşamaya başlaması, İtalya'ya asteğmen olarak gitmesi ve askerlikle kuramadığı bağ sebebiyle bir süre Paris'te avare bir hayat yaşaması, Marsilya'da ticaretle uğraşması, Napolyon'un zafer alayıyla Berlin'e gitmesi, 1810'da sürveyan olarak saraya sunulması, Polonya, Floransa, Roma, Napoli’yi gezdikten sonra yine Napolyon’un Büyük Ordusu’yla Moskova’ya gitmesi... İşte belki de kırılma anı burası. Çünkü Stendhal, Moskova’nın cayır cayır yanmasından ve Büyük Ordu’nun çekilişinden çok etkileniyor. 1834’te Légion d’honneur nişanı alana kadar devletin çeşitli hizmetlerinde bulunuyor. Avrupa'da o kadar vakit geçiriyor ki insanı anlamak ve toplumları değerlendirmek için edebiyata müracaat ediyor. 1840'tan sonra fazlasıyla yorulan bünyesi edebiyatla arasına giriyor. 22 Mart 1842’de felç geçirdikten bir gün sonra ölüyor.

Kendini dünyada bir yere koyamayıp bir yere ait hissedememiş bu önemli yazarın en büyüleyici kitaplarından biridir Kırmızı ve Siyah. O, halet-i ruhiyesini ve gözlem yeteneğini bu eseriyle dünyaya göstermiştir. Roman karakterine "Hiçbir partiden değilim. Beni mahveden de bu oldu. Benim bütün politikam şu: Müziği, resmi severim. Güzel bir kitap benim için bir olay kadar önemlidir." dedirtirken konuşan kendisidir. Henri Dubouchet’nin Kırmızı ve Siyah için yaptığı çizimler incelendiğinde görülecektir ki kelimelerle Napolyon sonrası Fransa'nın vaziyetini hem maddi hem de manevi anlamda ortaya sermiştir. "Hayatımın en güzel tesadüflerinden biridir" diyor Nietzsche, Stendhal için. Andre Gide ise Kırmızı ve Siyah'ı "kendi zamanının ötesinde bir roman" olarak değerlendiriyor. Madalyonun bir de tersi var. Victor Hugo mesela, "Dördüncü sayfadan öteye nasıl gidebildiniz?" diye sorar bir dostuna. Ölümünden sonra da "Stendhal yarına kalamaz, çünkü yazmanın ne olduğunu asla aklına getirmemiştir" der. Stendhal; süslü ve abartılı anlatımı Tahsin Yücel'in de belirttiği gibi hiç sevmez, hatta tiksinir. Yalın anlatımı her şeyin üzerinde tutar. Bir gerçeği anlatmayı bir iç çekişi anlatmaktan daha değerli bulur. Bu ifade Stendhal'in duygudan uzak, aşırı gerçekçi bir yazar olduğunu düşündürmemeli. Zira o, "psikolojik romanın kurucusu" olarak tanınıyorsa bunun esas sebebi Kırmızı ve Siyah'tır. Dolayısıyla dünya edebiyatının en önemli roman karakterlerinden Julien Sorel'dir.

Fransa'nın küçük bir kasabasında doğmuş, keresteci bir babanın oğludur Julien Sorel. Yaşadığı hayat karşısında itirazları vardır. Soylu, zengin bir yaşam arzular. Bu da onun türlü hırslara kapılmasını teşvik eder. Aldığı dini eğitim dahi ondan bu hırsı uzaklaştıramaz. Her ne kadar dini anlamda kendini geliştirmek istiyorsa da aklının bir ucunda da askerlik vardır. İşte kırmızıyla siyah arasındaki savruluşları da böyle başlar. Ya "siyah-cüppe" diyerek yaşamını kilise üzerine kuracaktır ya da "kırmızı-ordu" diyerek askerlik yolunu tutacaktır. Zihnindeki ve kalbindeki din bilgisi onu askerliğe uzaklaştırsa da Napolyon'a olan hayranlığı askerliği sürekli gündeminde tutar. Elbette bu ikilemde aşk da vardır. Hayatına birbirinden çok farklı iki kadın girer. Bu iki kadın da Sorel'in din ve askerlik, yani siyah ve kırmızı arasındaki geriliminin dışına aşkı ve evliliği koyar. Roman bu anlamda -yazıldığı dönem de düşünülürse- çok derin anlatımlara sahiptir. Bir misal verelim: "Modern evliliğin tuhaf yan ürünleri vardır. Eğer evlilikten önce aşk mevcut ise, evlilik denen birlikteliğin sıkıcılığı içinde kesinlikle solup gider. Özellikle de çalışmak zorunda kalmayacak kadar zengin olan eşlerde, dingin evlilik mutluluğuna yönelik temel nitelikli antipati oluşur. Sevda ve aşkların içine balıklama dalmaktansa, bunların yanından geçip gidenler, sadece hayal gücünden yoksun olan kadınlardır."

Kırmızı ve Siyah'ın en büyüleyici tarafı dünya klasikleri arasında belki de en rahat okunanı olmasıdır. Stendhal her ne kadar söylev tipi anlatımı sevmese de cümleleri insan ruhunun, yaşam bilgisinin derinliklerine iner. Kurgunun dışında sanki bir kurgu daha vardır ve işte orada Stendhal insanın ikiyüzlü tarafına işaret eder. Hem Sorel karakteriyle hem de kendi benliğiyle ikiyüzlülüğe karşı nefret kusar. Bir yanda çalışma zorluğu, diğer yanda kalbi güzel tutma şuuru insanların içindeki menfaatçi yaklaşımları bir bir döktürür ona. Sorel'e göre insanlar bir kalbi kırmadan ona dokunmayı bilmiyorlar. İktidara yakın durup köle olmayı, insan kalmaya tercih ediyorlar. Tanrı'nın varlığı üzerine inşa ettikleri ideolojilerle siyasiler insanların duygularıyla oynuyorlar. Sorel'in çok anlamlı bulduğum tavırlarından biri ise şu: Saygı, soyluluğa değildir. Saygı, meziyetleridir. Dolayısıyla insan, değerini davranışlarıyla, yaşama karşı olan tutumuyla kazanır. Burada çaba, emek ve vazgeçmeme -belki de tutku- çok önemli bir yerdedir Sorel'e göre. Bu yüzden de "Bir adamın değeri var mı, yok mu nasıl anlarız? Bütün isteklerine, bütün görüşlerine karşı zorluklar çıkarın. Gerçekten değerli bir insansa, zorlukların hepsini yenmesini bilecektir." der.

Romanın tüm çerçevesiyle gerçekliğe yaslanması karşısında Sorel'in bizzat Stendhal olduğunu düşünüyorum. Çünkü Napolyon'un yanında katıldığı savaşlar, gerçeği görme anlamında onu hiç beklemediği kadar geliştirmiş ve yaşı ilerledikçe de bu konuda daha fazla hassasiyet kazandırmıştır. Napolyon’un zaaflarını, ihtiraslarını yakından görmüş ve onlara yenik düşerek ülkeye monarşiyi geri getirişiyle toplumdaki sınıfların birbirinden geri dönüşü mümkün olmayacak derecede koptuğunu anlamıştır. "Fransa’da kibirden başka bir şey göremiyorum" der, O, yani hem Sorel hem de Stendhal, kibre bulaşmamak için ciddi bir mücadele içindedir: "Bu insanlara ruhumu sadece paraları karşılığında vermeye yönelik, mükemmel alışkanlığı ne zaman elde edeceğim? Eğer onların (ve böylece kendimin) saygısına erişmek istiyorsam, şunu anlamalarını sağlamalıyım: Zavallı biri olarak onların dünyevi mallarının kölesi olsam da, yüreğimle onların terbiyesiz kendini beğenmişliklerinin çok çok ötesinde, adeta bir tahtın üzerinde bulunuyorum. Onların aciz lütuf emarelerinden ya da küçümseyişlerinden, anlatılması olanaksız bir şekilde daha yüce bir konumdayım."

Bir adlî vakanın, psikolojiyi ve aşkı da yoğurarak sıra dışı bir siyasi romana nasıl dönüştüğünü görmek için Kırmızı ve Siyah olağanüstü imkanlar sunuyor. Üstelik Napolyon döneminde Fransa'yı, dönemin Avrupa'sını teferruatıyla hissetmek isteyen tarih severleri de tam kalbinden vuruyor. Stendhal'in bu romanı hâlâ dimdik ayakta, üstelik yazarın ruhu da Julien Sorel karakteriyle yanımızda. Çünkü: "Biz öldükten sonra belkide duygularımız bizimle birlikte ölmüyordur."

Son olarak Stendhal tüm okurlarına şu güzel öğüdü bırakıyor Kırmızı ve Siyah'la: "Hiç aldırış bile etmeyin; bir yol, iki yanındaki çitlerde diken var diye hemen güzelliğini kaybeder mi? Yolcu yoluna gider, dikenler de kötülükleriyle baş başa kalır."

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf