1970'ler, Müslüman coğrafyasında doktorlardan öğrencilere kadar hem tıpta hem de eğitimde önemli gelişmelere sahne olduğu bir dönem. Amerika Birleşik Devletleri ve Kana Müslüman Sosyal Bilimciler Derneği (AMSS) içinde İslami Psikoloji dalının oluşturulması, ABD'de İslam ve Psikoloji üzerine ilk sempozyumun düzenlenmesi, er-Reşat Enstitüsü'nün kurulması, Riyad Üniversitesi'nde Psikoloji ve İslam üzerine ilk kez uluslararası bir sempozyum düzenlenmesi bu döneme rastlar. İşte Malik Bedri de bahse konu edeceğimiz ve sonradan kitaba dönüşen tebliğini 1975 yılındaki AMSS kongresinde sunar. Başlığı da şöyledir: Kertenkele Deliğindeki Müslüman Psikologlar.
Bedri, bu başlıktaki 'kertenkele deliği'ni, Peygamberimizin (sav) bir hadisinden alır. Resûl-i Ekrem, bazı Müslümanların, Yahudilerin ve Hıristiyanların özelliklerini taklit etmeyi âdet hâline getirmesi konusunda şu uyarıyı yapar: "Onlar bir kertenkele deliğine girseler, sizler de onları takip edeceksiniz." [Sahihi Müslim, Kitabu'l-İlm, Bâb Etbau's-Sünen, Hadis no: 2669]
Müslüman psikologların özellikle dünyanın farklı coğrafyalarında psikoloji eğitimi gördükten sonra dinlerini arka plana atıp prestijli bir yaşam uğruna batı kavramlarına körü körüne bağlanması karşısında Bedri bu tebliği hazırlar. 'Prestijli bilim şemsiyesi' özellikle kendi ülkelerine döndüklerinde Müslüman psikologların afallamasına sebep olur çünkü gerçek, batının dikte ettiği ve mutlak gerçek olarak sunduğu bilgilerden, pratiklerden çok daha ötede bir yerdedir. Söz konusu tıp olduğunda doktorların alanları, aldıkları eğitimin kendi coğrafyalarında uygulanması konusunda zıtlık teşkil edebilmektedir. Örneğin İngiltere'de cerrahi eğitimi gören bir Pakistanlı ülkesine döndüğünde hiç adaptasyon sorunu yaşamaz. Ancak Almanya'da psikoloji eğitimi gören bir İranlı ülkesinde kollarını sıvadığında büyük bir çukurun içine düştüğünü hissedecektir. Bedri bu noktada tıpkı Freud'un öğrencisi olmasına rağmen farklı bir ekol inşa eden Jung ya da Karen Horney ve Erich Fromm gibi düşünür: Kültürel değişiklikler kitlelerin psikolojisini ciddi biçimde etkilemektedir.
Batı, ruhu devre dışı bıraktığından beri onun psikolojisi de ruhsuz bir ruhbilim hâline dönüşmüştür Malik Bedri'ye göre. Dolayısıyla pekiştirme, edimsel koşullanma, yansıtma, nefret ettirme, duyarsızlaştırma gibi pratiklerle başta Oedipus kompleksi olmak üzere Freudyen kuramlar üzerine çalışırken Müslüman psikologlara çok önemli bir hatırlatma yapar: "Müslüman davranış bilimcileri kendi ideoloji ve inançları hususunda mahcubiyet duymamalıdırlar."
Mahya Yayıncılık tarafından Nisan 2018'de neşredilen Müslüman Psikologların Çıkmazı (1. Baskı, İstanbul 1984, İnsan Yayınları) Müslüman hassasiyetlerini ve dini emirleri hatırlatarak nasıl psikologluk yapılabileceğini bazen yumuşak bazen de çok sert tonlarla anlatıyor. Prof. Malik Bedri, sosyal bilimlerin İslamlaştırılması hareketinin öncülerine ithaf ediyor kitabını: Mevdudi, Seyyid Kutub, Muhammed Kutub, Meryem Cemile... İrem Nur Kaya'nın dilimize kazandırdığı eser 112 sayfa. Sunuş yazısını Selçuk Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Mustafa Şahin hazırlamış. Şahin bu kitabı okuduktan sonra cerrahi uzmanı olmaktan vazgeçip psikiyatrist olmak üzere Ayhan Songar hocanın yanında eğitim almayı düşündüğünü belirtiyor. Sonunda yine cerrah olsa da kitabın şu uyarısını öğrenciler(in)e sık sık iletiyor: "Batılı değerlere göre yetişmiş sosyal bilimcilere toplumu teslim ettiğimiz zaman sorunlar yaşamaktayız. Çünkü inanç ve değer yargılarımızla örtüşmeyen uygulamalar ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle sizler, bu toplumun değerlerine sahip çıkacak sosyal bilimciler olmalısınız ve geçmişimize uygun bir geleceği sizler kurmalısınız."
Günümüzde Freudyen yaklaşımları tek gerçek olarak kabul eden psikologların birçok çocuğun geleneklerinden uzak ve dolayısıyla çatışmacı büyümesine, ailelerin birkaç sorunun akabinde hemen boşanmaya karar vermesine sebep olduğundan yakınıyor Bedri. Ona göre insanın manevi yönünü dışlayan kriterler, özellikle maddecilikle körleştirilmiş ya da körleştirilen toplumlarda çok çabuk etki edebiliyor. Orta doğu toplumlarında bu anlamda büyük problemler ortaya çıkabiliyor. Bedri burada Kur'an ayetleriyle hadisleri önemsemeyen bir Müslüman psikologlar zümresinden bahsediyor ve bu zümrenin gittikçe genişlemesini oldukça tehlikeli buluyor. "Çocuk her zaman haklıdır", "çocuk olağandışı bir hareket yaparsa görme, bir şey söyleme", "çocuk hiçbir konuda sıkılmamalı" gibi Freudyen telkinlerin özellikle Müslüman ailelerde büyük arızalara yol açtığını çeşitli örneklerle aktaran Bedri karma eğitimin batıda bile sorgulandığını çünkü bu eğitimin geleneksel metodun aksine faydadan çok zarar verdiğini söylüyor. Bu anlamda sadece batıda yayınlanan kitaplarla yol alan psikologların gerçekten kertenkele deliğine girdiğini ve bu deliği gittikçe derinleştirdiklerini ifade ediyor.
Zannedilmesin ki Malik Bedri tüm kitabında ve fikirlerinde Freud ile temsilcilerini eleştiriyor. Aksine bu çığır açan isimlerden elbette yararlanılması gerektiğini fakat önce gelenek ve inanç filtresinin kullanılmasının şart olduğunu belirtiyor. "Freudyen Kuyunun Zifiri Karanlığı" başlıklı bölüm dikkatle ve tekrar tekrar okunması gerekiyor. Freud'un dini gelişimle ilgili ateist teorisinin karşısına bir Müslüman psikoloğun mutlaka İslami bir perspektif geliştirmesi gerektiğini izah ediyor: "Freud, çocuğun babasına karşı olan duygularını Oedipus kompleksini geliştirmek için kullanıyor. Bir Müslüman ise aynı bilgiyi (çocuğun babasına karşı olan duygularını) kullanarak, fıtrat üzerine bir teori geliştirmek için kullanabilir. Kısacası, aynı veriyi gözlemleyip kayıt altına alarak, hem İslami hem de gayri İslami bir teori geliştirilebilir. İslam'ın tasvir ettiği şekliyle fıtratı, Allah'ın bizi dünyaya göndermeden evvel ruhlarımızla yaptığı anlaşma [Araf, 7/12] olarak özetleyebiliriz. Dolayısıyla, Allah'a 'kulluk' bizim psişemize ve ruhumuza işlenmiş, sistemimize kodlanmıştır. Eğer bu dünyada Allah'a kul olunmazsa, doğuşumuzla beraber getirdiğimiz bu kulluk fıtratı bizi başka şeylere kul olmaya sevk eder. Çocuğun anne babasını ve esrarengiz güçleri yüceltmesi, onları bir tanrı gibi görmesi, bu doğal duygunun yani kulluk duygusunun sistemimizde köklü olarak yerleşik olduğunun kanıtıdır."
Batı'da Freud'un tahtından indirilmesi konusunda önemli bilgileren aktaran Bedri'ye göre onun nevrozu anlama ve tedavi etme teorisinin başarılı olduğuna dair kendi iddialarından başka bir dayanağı yoktur. Kimi psikologlara göreyse Freud teorilerini öyle bir şekilde hazırlıyor ki bunların reddedilmesi mümkün olmuyor. Bedri şu örneği veriyor: Terapist size bir duyguya sahip olduğunuzu söylediğinde kabul ederseniz bu durumda o zaten haklıdır. Kabul etmezseniz "bu duygular sizin bilinçaltınızdadır ve siz bir ego savunması mekanizması olan karşıt tepkiyle bilinçaltındaki bu duygularınızı bilinçli bir şekilde inkâr etmektesiniz" der ve yine haklı olur. Hans Jurgen Eysenck'e psikanaliz hakkında "Bu teorilerde doğru olanların hiçbiri yeni değil, yeni olan her ne varsa, onlar da doğru değildir" dedirten durum tamamen budur.
Müslüman toplumlarda "kâfir Batı psikolojisine ihtiyacımız yoktur" bahanesiyle Batı yöntemlerini tamamen reddetmenin tehlikelerine de işaret eden Malik Bedri, İslam'ın hizmetinde psikoterapi yapmanın nasıl mümkün olabileceğine dair çözümlemeler de sunuyor kitabında. Hatta bu anlamda bazı psikologları ve psikoterapistleri de hususiyetle işaret ediyor. Özellikle hümanist ve varoluşçu modeli benimsemiş isimlerin çalışmalarının çok değerli olduğunu söylüyor: Carl Gustav Jung, Gordon Allport, Abraham Maslow, Carl Rogers, Viktor Frankl...
Kitabın son bölümü "Delikten çıkmalarına nasıl yardım edebiliriz?" başlığını taşıyor. Burada üç evre var. İlki heyecanlık evresi: Öğrenci büyük isimlerin pratiklerini öğrenip çevresinde küçük çapta da olsa uygulamaya başlar. Sonuç aldıkça büyülenir ve bu isimleri hayatında başrole koyarken dini yaşamını arka plana atar. Özellikle çevresindeki insanlardan takdir gördükçe heyecanı daha da artar ve hem Freudyen hem de Müslüman kişilikten oluşan bir çift kişilikle kertenkele deliğine girer. Burada kurtarıcı olan ikinci evredir, uzlaşma evresi: "İslam'la Jung'un teorileri arasında ciddi hiçbir çatışmanın olmadığını memnuniyetle ifade edebilirler veya kişilik yapısının 'id-ego-süper ego' bileşenlerinden meydana geldiği şeklindeki Freudyen teoriyi Kur'an'ın desteklediğini bile ileri sürebilirler. Görüşlerini kanıtlamak için 'nefs' (benlik veya ruh) 'nefs-i emmare' (kötü şeyler yapmayı emreden nefs) ve 'nefs-i levvame' (pişmanlık içinde kendini suçlayan nefs) gibi kavramlardan bahseden Kur'an ayetlerini örnek olarak gösterebilirler."
Üçüncü evre kertenkele deliğinden çıkmayı sağlar, özgürleşme evresi: Modern psikoloji ile İslam'ın yüzeysel benzerlikler gösterse de temelinde tamamen farklı kavramlara ve yapıya sahip olduğunun farkına varmakla başlar. İnanç yeniden psikolojinin üstüne çıkar. "Bu evrede, öncelikle Müslüman, sonra psikolog olduklarının farkına varmalıdırlar" diyor Bedri ve şöyle devam ediyor: "Her şeyi bildikleri, insan zihninin 'uzmanı' oldukları iddiasını bırakıp, alçak gönüllülükle Müslümanlara yardım etmelidirler. İslam hakkındaki yanlış görüşlerini düzeltmek için daha pek çok şey yapmaları ve bu konuda yüceler yücesi Allah'a güvenmeleri gerekir."
Her şeye rağmen, özellikle yaşlı Müslüman psikologların kertenkele deliğinden çıkmak için hiçbir şey yapmayacaklarını, çünkü dini kimliklerini yüksek statü kazanmaları karşısında bir engel olarak gördüklerini söylüyor Bedri. Kendilerini, Freudyen kuramları ve unvanlarını İslam'dan daha fazla seven bu kitle için "onları kendilerine layık gördükleri rahmetsiz mezar çukurlarında bırakmaktan başka yapabileceğimiz bir şey yoktur" diyor ve şu ayet-i kerimeyi hatırlatıyor: "Ölülerle diriler de eşit olmaz. Gerçi Allah, her dilediğine işittirirse de sen, kabirlerdekine işittirecek değilsin." [Fatır, 35/22]
Müslüman Psikologların Çıkmazı, bu toprakların psikologlarına da gayet makul ve haklı bir tonla "dininizi ve dindar danışanlarınızı gözetiniz" uyarısı yapıyor.
Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf