Kitab-ül Hiyel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kitab-ül Hiyel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Ekim 2021 Cumartesi

Hırs ve kibir, insanı kemirir

İnsan, aklı buluğa erdiği yaşlardan itibaren sürekli kendisini bu dünyada tutacak arzular peşindedir. Bu dünyaya çivilenip kalacakmış gibi çabalar durur. Sürekli bir şeylere sahip olma, bir şeyleri kontrol etme arayışı içindedir, amma velâkin bir şeylere sahip olmakla ya da bir şeyleri kontrol etmekle de iktidar hırsı bir türlü durulmaz. Kumar gibi.. İnsanın hırsı ve kibri, en sonunda kendi başında patlar, insan kendi içini kemirir, kendi kendini yer durur.

İhsan Oktay Anar, Kitab-ül Hiyel’de özellikle Yafes Çelebi ve Calûd adında iki ana karakter üzerinden iktidar hırsının, kibrin insanı ne hale getirdiğini anlatıyor. Okuması pek zevkli olan bu kitap oldukça didaktik. Kitabın ilk bölümünün ana karakteri olan Yafes Çelebi gençliğinde bir ustanın yanına çırak olarak gidip kılıç yapımını öğrenmeye başladığında, hiyel, yani mekanik ilmine merak salıyor. Sürekli yeni bir şeyler tasarlayan Yafes Çelebi, yaşı biraz geçtiğinde köle pazarından kendine Calûd adında hem zeki hem de irice bir köle satın alıyor, en az efendisi kadar hırslı olan Calûd ise, kendi çocukları sürekli ölü doğduğundan, İstanbul Sanayi Mektebi’nden ilmini ve tahayyülünü devam ettirecek Üzeyir adında bir çocuk getiriyor. Kitabın bu ana üç karakterinin yaşam öyküleri Üzeyir Bey’in hikayesinin anlatıldığı kısımda çözülüyor.

Yafes Çelebi ve Calûd’un karakterlerinde meskûn bazı huylar ve tasarladıkları silahlarla kitapta önemli meselelerin sembolize edildiğini düşünüyorum. Nitekim yukarıda bahsettiğim üzere, iktidar hırsı, kibir ve ek olarak “yenilen pehlivan güreşe doymaz” kıssası. Hem Yafes Çelebi, hem de kölesi Calûd sinsi, dünyaya ve tabiata hükmetmeye çalışan, kibirli tipler. Bu karakterlerde benim dikkatimi çeken şey ise, ikisinin de mekanik gibi mühim bir bilim dalı ile uğraşmalarına rağmen, bunu sürekli silah tasarlamakta, sürekli kendi hükümlerini dünyaya kabul ettirmek peşinde kullanmaları ve tıpkı kumar oynar gibi de her seferinde yaptıkları makineleri hiç edip, bir araba para kaybetmelerine rağmen yine de doymayıp hırslarının katlanması.

Üzeyir Bey ise bu karakterlerden ayrı olarak, Yafes Çelebi ve Calûd “hiyelkâr” iken onların tersine “hayalkâr” ve yumuşak başlı bir karakteri temsil ediyor romanda. Ve aslında ilmin bir nokta olduğunu, dünyadaki iktidarın sürekli el değiştirdiğini, insanlara da bir görünüp bir kaybolduğunu işte bu karakter çözüyor.

Roman boyunca bazı meseleleri temsilen semboller kullanılıyor. Örneğin dünyadaki iktidarın ve gücün sürekli el değiştirdiğini ve bir gelip bir gittiğinin anlatımı yazar tarafından gerek Yafes Çelebi’nin, gerek Calûd’un ve gerek Üzeyir Bey’in eline geçtiğinde yok olan, bazen kaybolup bazen ortaya çıkan bir taşla sembolize edilmiş. Hiyelkârların sürekli tasarlayıp, her seferinde işin içinden çıkamadığı makineler ise insanın ancak kendine zarar veren hırs ve kibir gibi kötü huylarını temsil ediyor.

Bu esir kuvvetler, aynı zamanda kendilerine sahip olan kişinin, yani Yafes Çelebi’nin kudreti ve iktidarıydı. Böylece o, kendini on yıllardır mutsuz eden şeyin, benliğine hükmeden bu iktidar tutkusu olduğunu anladı. O güne dek kendisi için her şey bir iktidar kaynağıydı: Ateş, buhar makinesini çalıştıran;su, bir çarkı döndüren; toprak ise demir, altın, gümüş ve elmaslarla dolu olan; rüzgar da, değirmenleri döndüren bir kuvvetti.(…) İşte iktidar susuzluğu çeken kendisi, Dünya’yı yıllardır bu güçlerin, cebirlerin ve kuvvetlerin toplamı olarak görmüş ve ona hâkim olmak istemişti. O, dünyadaki bütün güçlerin ve fiillerin öznesi olmak peşinde koşmuş, böylece bir demir külçesini müzik kutusuna dönüştürdüğü gibi, dünyayı ve içindekileri de bir makineye dönüştürmeye çalışmıştı.

…Yafes Çelebi ise onun başını okşayarak, mucizelere inanması gerektiğini, çünkü mucizelerin gerçeklik duygusunun değil, gerçeğin bir parçası olduğunu anlatıyordu: Zaten gerçeğin kendisi bir mucizeydi.

Nihayet sabahı müjdeleyen ilk horoz öttü ve taş, tıpkı üflenerek sönen bir mumun alevi gibi, ellerinin arasında kayboldu. Üzeyir Bey devri daimin esrarını çözmüştü. Mesele, adeta bir nokta kadar basitti.

Hıçkırıkları artınca içindeki sesi işitti ve o hayali gördü: Ses ona, bu canavarın aslında insanoğlunun kibrinin ta kendisi olduğunu ve kibrin de kendi kendisini tüketeceğini söylüyordu.

Kitabın arka kapağındaki tanıtım yazısında şöyle bir cümle geçiyor: "Okuyanın okumayanlara kolay anlatamayacağı, hayal gücünün sınırsızlığını gösteren çizimleriyle, insanın birileriyle paylaşmak isteyeceği romanlardan.

Gerçekten de Kitab-ül Hiyel, kolay tarif ve tasvir edilemeyecek, pek nadide bir üslupla kaleme alınmış ve kurgu içerisinde bireyi ve toplumu derinden ilgilendiren konulara değiniyor. Tıpkı Nâbî Efendi'nin buyurduğu gibi;

Çok da mağrur olma kim meyhâne-i ikbalde
Biz hezaran mest-i mağrurun humârın görmüşüz.


Çok severek okuduğum bu romanı okuyacak olan herkese keyifli okumalar diliyorum.

Nida Karakoç
twitter.com/nida_karakoc