Kasırga ve Yabanmersinleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kasırga ve Yabanmersinleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Temmuz 2017 Salı

Kaçma ve hep gitme isteği olan öyküler

Çiyil Kurtuluş, "Kasırga ve Yabanmersinleri" kitabıyla ilk kez okuyucu karşısına çıktı. 2017 yılında Dedalus Yayınları’ndan neşredilen öykü türündeki bu kitap, 135 sayfadan oluşuyor ve toplam 19 öykü barındırıyor.

1968 doğumlu bir yazar Çiyil Kurtuluş. Yani ilk kitap için biraz geç bir zaman olsa da, bu tür yazarlar okurların ilgisini çekebiliyor. Örneğin, geçtiğimiz aylarda Kamil Erdem yıllar sonra bir kitap çıkarmıştı ve oldukça da iyi bir kitaptı. Çiyil Kurtuluş için de, az olsun ama öz olsun felsefesini kullanabiliriz. Zaten öykülerinin daha önce Sarnıç Öykü ve Notos'ta yayımlanması, bize yazarın başarısı hakkında bir öngörü veriyor.

Etrafımda fazla laf dolaşsın istemem. Sıkılırım, evli, çocuklu, konulu komşulu, dedikodulu, yorulurum. Onlar kalabalıklarına çekilirken bana bıraktıkları yalnızlığım da çoğalsın istemem. İnsan, azken öz yaşamalı. Büyük aileler bana göre değil. Ya da ben, ‘değil’e göreyim. Bir odada yalnız kalmayı pek beceremez onlar. Dünyalarımız farklı. Birçoğunun eylemlerini çeşitlendiren nedenlere ihtiyacı var. Benimse düşüncelerimi çeşitlendiren nedenlere. Yalnızca iki üç dostum var benim. Eledim, elendim, onlar kaldı geriye.

Yıllar önce bir arkadaş, acıyan gözlerle reçete uzattı bana, ‘Dışarı çık, hayatını yaşa. Bir ömür evde böyle geçer mi?’ insanlarla daha sık birlikte olmalıymışım. ‘Belki yeni bir koca…’ Yırtıverdim reçetesini oracıkta. Bir şeyi atlamıştı. Yalnızlığın türleri olduğunu. Benim yalnızlığım kalabalıklarla tedavi edilemezdi. Üstelik ortada hastalık mı vardı. Bu doktorculuk oynayan arkadaş, neye hastalık denir, onu bile bilmiyordu. Eledim gitti.

Kitapta karakter olarak anlaşamayan karı kocadan liseli âşıklara, iki arkadaştan bir avcının hayatının bir noktasına kadar her kesimden insanları görebiliyoruz. Hikâyeler genelde insan ilişkileri ve yalnızlık üzerine kurulmuş. Çiyil Kurtuluş, bunu yaparken abartıya kaçmıyor ve anlatımını arabeskin kollarına bırakmıyor; fakat bireyin toplum içindeki yalnızlığını anlattığı kesimlerde bu anlatımını yoğunlaştıramadığı yerler de yok değil. Yukarı aldığım paragraf ise kitaptaki iyi anlatımından bir kesit sunuyor okura.

Yazar, hikâyelerini diyalog üzerine kuruyor ve bu diyalogları oldukça kısa tutuyor. Sanki konuşmak istemiyor ama mecburen konuşması gerekiyor gibi bir hâl oluşuyor karakterlerde. Bu da Kurtuluş’un vermek istediği mesajı aslında bize hissettiriyor. Hayattan yorulmuş hatta bezmiş insanların ruh durumlarını anlatmakta uzun diyaloglar kullanmasındansa, bunları kısa tutması anlatımla konunun bütünlüğüne olumlu bir katkı sağlamış.

Yazarın durum öyküsü yazdığını söyleyebiliriz. Sıradan insanların hayatlarından ve genelde mutsuzluklarından bir kesit sunuyor yazar okura. Aynı zamanda toplum içinde yabancılaşma ve yalnızlaşmayı da sahici bir şekilde yansıttığı yerler çoğunlukta: “Dünya bu masaydı şimdi ve biz birbirimize olabildiğince uzaktık. İstemezsek, kocam ve ben başımızı o tarafa çevirmez, görmezdik onları. Biz de öyle yaptık. Ya zihinleri köretmek, o zordu işte. Ferda çatalının ucunu kemirirken kocası iri dişleriyle fındığına gülümsüyor olmalıydı. Bir sonraki hareketleri ezberimdeydi. Bir önceki, bir sonraki, hiç fak etmez, yıllar sonra uyandığımda gördüklerim zihnimde sürekli tekrar ederken bu upuzun masa artık kıpırtılarıyla bozamayacakları bir resimdi.

Çiyil Kurtuluş, kitabında hem somut hem soyut anlatımı tercih etmiş ve bunda anlatım yönünden belli bir başarı sağlamış diyebilirim. Bu konuda eleştirim bazı hikâyelerin konu bakımından çok yüzeysel kalması. Bazı hikâyelerde biraz daha derine inebilseydi kitapta ‘kült’ diyebileceğimiz birkaç tane hikâye olurdu. Ancak derine inemese bile klişe anlatım ve tabirlere yönelmemesini ve özgün kalabilmesini olumlu bir özellik olarak görüyorum. Anlatım olarak da, anlattığı karakterlerin diline ve davranışlarına yönelebilmesi yazardaki gözlem yeteneğinin yüksek olduğunu bize gösteriyor.

Kitapta betimleyici ve açıklayıcı anlatım bolca kullanılmış ve geri dönüş tekniğiyle karakterlerin psikolojik durumuna katkı sağlanmış. Fakat yer yer anlatımın dağınıklığı ve ‘anlatmaktan ziyade hissettirmesi’ okur nezdinde bazen yorucu bir okumaya dönebiliyor. Bu konuda kitabın en derli toplu hikâyesinin "Gizlendiğim Yerde" adlı hikâye olduğunu söyleyebilirim. Dil konusundaki akıcılık ve kullanılan gündelik dil ise, bizim için bazen yorucu olabilen okumayı kolaya döndürebilen en önemli artı diye düşünüyorum.

Yazar, hikâyelerinde hem ilahi bakış açısını hem de birinci tekil kişi bakış açısını kullanmış. İki anlatımda da başarılı olduğunu görebiliriz ancak ‘ben’ diliyle anlattığında derinliği daha iyi kavrayabildiğini söyleyebilirim. Bu tür anlatımın olduğu hikâyelerde okur da öykünün içine daha rahat girebiliyor.

Ayrıca kitapta bol bol ‘ağaç-orman’ ve ‘okyanus’ kavramları da somut olarak kendine yer buluyor. Sanki bir kaçma ve hep gitme isteği gibi. Öykülerin ruhuna da son derece uygun.

En uzun hikâyesinin kitaba adını veren "Kasırga ve Yabanmersinleri" olduğu ve genelde 6-8 sayfalık hikâyelerden oluşan bu kitabı okurken, okurun sıkılacağını tahmin etmiyorum. Bir oturuşta da bitirilebilir ancak sonrasında uzun uzun olmasa bile, öyküler hakkında bir süre düşünüp, hissettirdiklerini anlamaya çalışmak yaralı olacaktır.

Konuları biraz daha derinlemesine incelerse çok daha iyi kitaplar gelecektir Çiyil Kurtuluş’tan.

Kitaptan bazı alıntılar:
- Ben ve kocam biliriz, bir bulutun taşıyamayacağı kadar ağırdır dünya.
- Fazladan bir sorunun cevabı, sorana hep eksik gelirdi zaten.
- Karşındaki susuyorsa daha fazlasını duyuyor demektir.
- Ne kolay değil mi, anlamıyor olmak. Anlayınca, duramıyorsun.

Mehmet Âkif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif10